HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 18 KASIM 2025, SALI

Sayfalar Arasında Kendimi Buldum: Halide Edip Adıvar

11.06.2025 00:00
Bazı insanlar vardır; hiç tanışamazsın fakat hayatında öyle derinden izler bırakır ki, hayal bile kuramadığın bir dönemde kendine hedefler koyacağın bir gelecek inşa eder…

İşte bu noktada ben de Halide Edip Adıvar ile tanıştım. Bana hayallerimin de ötesinde bir gelecek kurmamı sağladı.

Büyük bir mutsuzlukla yapmaya başladığım okul ödevimin, hayatıma bu kadar büyük bir yön vereceğini nereden bilebilirdim ki?

Her şey bir tesadüfle başladı. Evet, ödevim Halide Edip Adıvar'ın hayatıydı.

Halide Edip'in sadece bir hikâye yazmaktan ibaret olmadığını anladığımda her şey derinleşmeye başladı…

Hayatla nasıl başa çıkabileceğimizi, özellikle bir kadın olarak nasıl güçlü, iradeli bir gelecek inşa edebileceğimizi anlatıyormuş meğer.

Sayfaları çevirdikçe bir kadının sesi, gücü, inancı içime işledi.

O yalnızca bir yazar bir şair bir gazeteci değil, hayatın da ustasıymış.

Ve fark ettim ki bu sadece bir ödev değil, bu benim yolum.

Ama asıl ilgimi çeken tarafı, öğrenme tutkusuydu. Dilleri, kültürleri, gelenekleri, görenekleri… Hayata dair her şeyi bilme arzusuydu.

Peki, ben hayata dair ne biliyordum? Ya da bilmek istiyor muydum?

Maalesef, cevabımı buldum kendimde: Hiçbir şeyi.

Hırslandım. Ve hayata dair her şeyi öğrenebilme, kendi hayatıma değer katabilme arzusunu koydum içime.

Bir kadın, yüzyıllar önce bunu başarmışken ben neden başarmak için çabalamıyorum?

O bana gösterdi ki; üretmek, öğrenmek, vazgeçmemek, yılmamak, herkese ve her şeye rağmen dimdik durabilmek.

Onun kalemiyle kurduğu cümleler bana da kendi cümlelerimi kurma cesareti verdi.

Şimdi yolumun nereye varacağını tam olarak bilmiyorum belki ama bildiğim bir şey var:

Artık vazgeçmeyeceğim, pes etmeden, yılmadan, yolumu bulacağım. Kendimi ulaşmak istediğim yerlerde görmeyi başaracağım.

Kendimi geliştireceğim, öğrenmeye devam edeceğim ve hayatın içinde kendi izimi bırakmaya çalışacağım.

Koyduğum hedeflerimden ve yolumdan devam ediyorum bütün başarısızlıklarıma rağmen, şimdi köşe yazılarımdan başladı hayallerim belki de uçsuz bir sona götüreceğim kendimi.

Evet biliyorum ki bu yol hiç kolay bir yol değil, Halide Edip'i düşünüyorum sonra onun yolu kolay mıydı?

Kendime seçtiğim idolden gurur duyuyorum, biliyorum ki eğer onunla karşılaşmasaydım kendimin bile farkında olmazdım ve anladım ki Halide Edip Adıvar'ın izinden gitmek bana güç veriyor.

 
İlayda AKKOYUN / GENÇ BAKIŞ / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.