HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 29 EKİM 2025, ÇARŞAMBA

CUMHURİYET, dik durmanın, adam olmanın adıdır!

29.10.2025 00:00
Cumhuriyet…

Sadece bir yönetim biçimi değil, bir karakter meselesidir. Cumhuriyet, insanın insana kulluk etmediği, aklın, bilimin, vicdanın ve özgürlüğün rehberliğinde yaşadığı bir erdem düzenidir. Bu yüzden Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet'i yalnızca bir siyasal rejim olarak değil, bir insanlık mertebesi olarak tanımlamıştır. Çünkü Cumhuriyet adam olmaktır.

Ne acıdır ki, aradan geçen yüz yılı aşkın zamana rağmen hâlâ bu büyük kazanımı içine sindiremeyen bir kesim var. Bu ülkenin suyunu içip, ekmeğini yiyip, makamını, şöhretini, servetini Cumhuriyet'in sağladığı imkanlarla elde eden ama sonra dönüp Cumhuriyet'e kin kusan, onu küçümseyen, hatta düşmanlık eden bir güruh…

Cumhuriyetin Nimetlerinden Beslenip, Cumhuriyete Düşman Olanlar!!!

Cumhuriyet sayesinde köyden kente, medreseden üniversiteye, padişahın kulluğundan vatandaşlığa geçtik. Kız çocukları okuyabildi, fakir çocuklar doktor, mühendis, öğretmen oldu. Bu dönüşüm, birilerinin lütfu değil, Cumhuriyet'in eseridir.

Ama bugün aynı imkanlarla yetişen kimi insanlar, sanki o kapılar kendi yetenekleriyle açılmış gibi davranıyor. Oysa unutulmamalı: Eğer Cumhuriyet olmasaydı, bugün kürsülerde konuşanlar değil, sarayların kapısında bekleyenler olurlardı.

Cumhuriyet karşıtlığı bir fikir özgürlüğü değil, bir nankörlüktür. Çünkü bu topraklarda nefes alıp da, Cumhuriyet'in kazandırdığı haklardan yararlanmadan yaşayan tek bir kişi bile yoktur. Fakat bazıları bu gerçeği bilmezden gelir. Onların gözünde Cumhuriyet, sadece bir "batı icadı", bir "geçici rejim"dir. Oysa Cumhuriyet, bu toprakların en köklü iradesidir: esareti reddeden, insanı yücelten, milleti birleştiren irade.

Cumhuriyet, biat düzenini yıkmıştır. Bu yüzden bazıları rahatsızdır. Çünkü Cumhuriyet, kimsenin doğuştan üstün olmadığını, kimsenin alnına "efendi" ya da "kul" yazılmadığını ilan etmiştir. Bu düzenin rahatsız ettiği kesimler, hâlâ birilerinin eteğini öperek var olmaya alışmışlardır. Onlar için Cumhuriyet, özgürlük değil başıboşluktur; fikir değil fitnedir. Çünkü Cumhuriyet, onların çıkar zincirini kırmıştır.

Cumhuriyet düşmanlığı aslında bir zihniyet hastalığıdır. Bu hastalığın kökünde cehalet, korku ve çıkar vardır. Bilimden korkan, kadınların özgürlüğünden ürken, fikirden çekinen bu anlayış, her fırsatta Cumhuriyet'in altını oymaya çalışır. Bir yandan "millet iradesi" der, ama milletin iradesini kendi iktidarının gölgesine hapseder.

Cumhuriyetin kıymetini anlamak için, biraz tarihe bakmak yeterlidir. O kara günlerde bir ulus, işgal altındaki topraklarda ayağa kalktı. Aç, çıplak, yorgun ama onurluydu. "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" diyen bir lider çıktı ve bu millete yalnızca bir rejim değil, bir kimlik kazandırdı. Bugün o kimliğe saldıranlar, aslında kendi varlık sebeplerini inkar etmektedirler.

Cumhuriyet olmasaydı; düşünmek suç, yazmak tehlike, eleştirmek vatana ihanet sayılırdı. Kadınlar hala örtülerin ardında, halk hala bir avuç zenginin ve şeyhin insafına mahkûm olurdu. Cumhuriyet, bu zinciri kırdı. O zinciri yeniden takmak isteyenler, tarih karşısında affedilmeyecek bir vebal taşımaktadır.

Bugün Cumhuriyet, yalnızca bir ideoloji değil, namuslu insanların ortak vicdanıdır. O vicdan, adalet ister, eşitlik ister, liyakat ister. Cumhuriyet adamı olmak demek, o vicdanla yaşamaktır. Yolsuzluğa, haksızlığa, biata, yalakalığa boyun eğmemektir. Cumhuriyet adamı, koltuk için değil, hak için konuşandır.

Cumhuriyet düşmanı, ne kadar makam sahibi olursa olsun, aslında acizdir. Çünkü o, özgürlüğün ağırlığını taşıyamaz. Cumhuriyet, zayıf karakterlilerin değil, mert insanların rejimidir.

Cumhuriyet; şerefli bir miras değil, aynı zamanda ağır bir sınavdır. Bu sınavda herkesin karakteri ortaya çıkar: kimisi özgürlüğün yükünü taşır, kimisi o özgürlüğün altında ezilir. Cumhuriyet, sadece kutlanan bir bayram değil, her gün yeniden savunulması gereken bir onur meselesidir.

Cumhuriyeti içine sindiremeyenler, aslında özgürlüğe düşmandır. Eşitliğe tahammül edemeyen, liyakatten korkan, eleştiriden rahatsız olan herkes Cumhuriyet'in değil, saltanatın çocuğudur. Onlar efendisiz kalmaya dayanamayanların, boyun eğmeden yaşayamayanların mirasçılarıdır.

Ama bilsinler ki bu millet artık diz çökmez.

Bu topraklarda kimse yeniden kulluk zinciri takamaz.

Cumhuriyet, bir rejim değil, bu halkın yüreğine kazınmış iradedir.

Ve o irade, ne saray kapısında eğilir ne de minnet sofrasında kırıntı toplar.

Cumhuriyet, haysiyetin adıdır.

Cumhuriyet, dik durmanın, adam olmanın adıdır.

Ve kim Cumhuriyet'e düşmansa, bu milletin vicdanında daima mahkûmdur.

Bu vesile ile;

Başta Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları ile aziz şehit ve gazilerimizi rahmetle anarken;

Bugün sadece bir takvim günü değil, bir milletin yeniden doğuşunun, özgürlüğün ve eşitliğin bayramıdır. Cumhuriyet Bayramı, bu topraklarda başı dik yaşamanın, kul olmaktan vatandaş olmaya yükselmenin simgesidir. Bugün, yoksulluktan, yıkımdan, işgalden çıkıp bağımsız bir devlet kuran o yüce iradeyi selamlama günüdür. Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını, bu ülkenin kaderini değiştiren tüm kahramanları saygı ve minnetle anıyor; bağımsızlık ateşini yüreklerinde taşıyan herkese selam gönderiyorum. Yaşasın Cumhuriyet! Sonsuza dek yaşasın özgür ve onurlu Türkiye Cumhuriyeti!

 
Yüksel AKBAYRAK / TERS KÖŞE / diğer yazıları
•CUMHURİYET, dik durmanın, adam olmanın adıdır! 29 00:00:00.10.2025
• “İtin Havlamasıyla Çınar Sallanmaz” 22 00:00:00.10.2025
•Orhangazi’de Siyaset: Menfaat mi, Memleket mi? 14 00:00:00.10.2025
•Velhasıl Bursa Sudan Değil, Susuzluktan İbarettir... 07 00:00:00.10.2025
•Hangi Gençlik? Hangi Ekonomi? Hangi Eğitim? 02 00:00:00.10.2025
•FUTBOL SAHADA DEĞİL, MONİTÖR BAŞINDA OYNANIYOR 25 00:00:00.09.2025
•Gaziler Günü’nün Gerçek Manası Üzerine 19 00:00:00.09.2025
•Halkın Gerçek Gündemi Nerede? 17 00:00:00.09.2025
•Bağımsızlık Bir Kimliktir 10 00:00:00.09.2025
•Boş Tencere Siyaseti Yıkar 03 00:00:00.09.2025
• Ağustos Türklüğün Zaferlerle Yoğrulmuş Ayı 29 00:00:00.08.2025
•ORHANGAZİ’DE SPORUN ÇÖKÜŞÜ: 20 00:00:00.08.2025
•Orhangazi: Kaybolan Potansiyelin Hikâyesi 12 00:00:00.08.2025
•Depremi unutan geleceğini gömer! 05 00:00:00.08.2025
•İklim Kanunu Sonrası Orman Yangınları ve Doğa Katliamları: Ülkemizin Vahim Tablosu ve Yasal Mücadeledeki Eksikler 29 00:00:00.07.2025
•Kağan Usta’dan Gençliğe Yatırım, Bekir Aydın’dan Ücretli Tesis! 24 00:00:00.07.2025
•Bir Ahırın Sessizliği 15 00:00:00.07.2025
•“Zulme Boyun Eğmeyenlerin Efendisi: Hz. Hüseyin” 05 00:00:00.07.2025
•Hücrede Doğan Siyasi Cazibe: Ümit Özdağ ve Yeni Neslin Sessiz Haykırışı 02 00:00:00.07.2025
•150 GÜNÜN ARDINDAN ORHANGAZİ 25 00:00:00.06.2025
•“Hedef Türkiye” Gerçeği: Bir Uyarının Gölgesinde 20 Yıl 18 00:00:00.06.2025
•Ekonomik Gerçekler ve Çözüm Arayışları 11 00:00:00.06.2025
•İznik’te Sessiz Ama Derin Bir Değişim 29 00:00:00.05.2025
•ADD Aile Şirketi Değildir, Egoların Gölgesi Hiç Değildir ADD: Açılımı Artık “Aile Dostları Derneği” mi? 21 00:00:00.05.2025
•19 Mayıs bir uyanış, bir itiraz, bir meydan okumadır 18 00:00:00.05.2025
•Sadabat Paktı Krizler İçinde Doğunun Ortak Aklı 13 00:00:00.05.2025
•"Sadece Bir Kişiye Değil, Bir Duruşa Saldırıdır Bu" 05 00:00:00.05.2025
•Hayalden Hakikate 22 00:00:00.04.2025
•TÜRKİYE İÇİN KRİTİK BİR DÖNEMEÇ İKLİM YASASI VE DEVLETİN STRATEJİK KARARLARI 16 00:00:00.04.2025
•Sosyal Devlet, Milli Devlet ve Atatürkçü Duruşun Mirasçısı 14 00:00:00.04.2025
•En yüce değer ADALET 09 00:00:00.04.2025
•İklim Kanunu’na Karşı Çıkmalıyız! 26 00:00:00.03.2025
•OĞUZ TÖRESİ VE ÇANAKKALE - ATATÜRK'SÜZ ZAFER OLMAZ! 18 00:00:00.03.2025
•Bir Milletin Ruhunu Yaşatan Tarihler 12 Mart ve 14 Mart 12 00:00:00.03.2025
•Oğuz Kağan'dan Atatürk'e Uzanan Kutsal Miras Türk Kadını 07 00:00:00.03.2025
•Güçlü Türkiye için: İklim yasasına hayır! 04 00:00:00.03.2025
•AYNI SENARYO, AYNI FİGÜRANLAR 24 00:00:00.01.2024
•CHP ORHANGAZİ’DE NEREYE KOŞUYOR? 12 00:00:00.01.2024
•HAKSIZLIKLARA ve BASKILARA RAĞMEN... 03 00:00:00.01.2024
•CHP’DE AKIL TUTULMASI MI YAŞANIYOR? 27 00:00:00.12.2023
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.