HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 19 KASIM 2025, ÇARŞAMBA

Ekonomik Gerçekler ve Çözüm Arayışları

11.06.2025 00:00
Son dönemde sıklıkla dile getirilen "Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana" türküsündeki ifade, yalnızca bir halk ezgisi değil; aynı zamanda Türkiye'nin ekonomik durumuna dair derin bir metafor olarak karşımıza çıkıyor. Bu türkü, aslında toplumun geniş kesimlerinin temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlandığını, geçim derdinin ağırlaştığını ve ekonomik yaşamın giderek daha zor koşullarda sürdürüldüğünü özetler nitelikte. Türkiye'de yaşanan ekonomik krizlerin bireyler ve aileler üzerindeki etkisini daha iyi anlayabilmek için, bu ifadeyi temel alarak günümüz ekonomik tablolarını, nedenlerini ve çözüm önerilerini detaylı şekilde ele almak elzem.

Kuru soğan, geleneksel mutfağımızın vazgeçilmezidir. Ancak burada bahsedilen kuru soğana "muhtaç olmak" ifadesi, asıl olarak insanların artık en temel gıdalara dahi ulaşmakta zorlandığını simgeliyor. Türkiye'de enflasyonun yıllık bazda çift hanelere çıkması, gıda fiyatlarının hızla artması, alım gücünün düşmesi halkın temel ihtiyaçlarını karşılamada zorlanmasına neden oluyor. Özellikle temel gıda maddelerindeki fiyat artışları, yoksul ve orta sınıf ailelerin sofralarındaki çeşitliliği daraltıyor. Dolayısıyla, kuru soğan gibi basit bir ürünün bile "lüks" haline gelmesi ekonomik krizin derinliğini gözler önüne seriyor.

Türkiye'de enflasyonun yüksek seyretmesi, vatandaşların gelirlerini erozyona uğratıyor. Maaşlar ve sosyal yardımlar nominal olarak artarken, fiyatlardaki artış bu artışların çok üzerinde gerçekleşiyor. Bu durum, reel gelir kaybına yol açıyor ve vatandaşları "kuru soğana muhtaç" hale getiriyor. 2020'lerin ortalarında özellikle enerji fiyatlarındaki artış, döviz kuru dalgalanmaları, tarım ürünleri ve ithal girdilerdeki maliyetlerin yükselmesi, enflasyonist baskıları artırdı. Böylece, ekonomik dalgalanmanın etkileri doğrudan halkın günlük yaşamına yansıyor.

Ekonomik kriz dönemlerinde işsizlik artar, gelir dağılımı daha adaletsiz hale gelir. Türkiye'de genç işsizliği yüksek seyretmekte ve kayıt dışı istihdam yaygın. Bu da birçok ailenin düzenli gelir elde etmesini engelliyor. Gelir dağılımındaki uçurum, sadece bireylerin değil, toplumun genel refah seviyesini de olumsuz etkiliyor. Toplumun alt ve orta gelir grupları, temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanırken, gelir seviyesi yüksek kesimlerde nispeten daha az etkileniyor.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda sosyal devlet ilkesi gereği, devletin vatandaşlarının temel ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için gerekli koşulları sağlaması esastır. Bu bağlamda, sosyal yardım programları, asgari ücret düzenlemeleri, işsizlik sigortası ve diğer destek mekanizmaları ekonomik kriz dönemlerinde önemli bir tampon görevi görür. Ancak mevcut durumda bu mekanizmaların etkinliği sorgulanmakta; bürokratik engeller, yetersiz kaynak dağılımı ve hızlı değişen ekonomik koşullar sosyal desteklerin amacına ulaşmasını zorlaştırmaktadır. Hukuki açıdan, devletin sosyal adaleti sağlama yükümlülüğü; vatandaşların yaşam standardını korumak için gereklilik arz etmektedir.

Türkiye'nin ekonomik krizden çıkabilmesi için makroekonomik istikrarın sağlanması, üretimin artırılması ve dışa bağımlılığın azaltılması kritik öneme sahiptir. Tarım sektöründe verimlilik artışı, yerli üretimin desteklenmesi ve arz güvenliğinin sağlanması gıda fiyatlarının kontrol altında tutulmasına yardımcı olabilir. Ayrıca, sosyal politikaların güçlendirilmesi, gelir adaletsizliğinin azaltılması için hedefe yönelik programların hayata geçirilmesi gerekmektedir.

Toplumsal dayanışmanın da önemi büyüktür. Sivil toplum kuruluşlarının, yerel yönetimlerin ve halkın kendi aralarında kuracağı dayanışma ağları, zor durumda olan kesimlere destek sağlayarak kriz etkilerini hafifletebilir. Ekonomik kalkınma sadece rakamlardan ibaret değildir; insanların günlük yaşam kalitesi, güvenliği ve refahı ile doğrudan ilgilidir.

Kuru Soğana Muhtaç Olmamak İçin…

"Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana" türküsü, Türkiye'nin bugünkü ekonomik fotoğrafının anlamlı bir özeti gibidir. Temel ihtiyaçlara ulaşmakta zorlanan milyonlarca vatandaşın durumu, ülke yönetimi ve toplum olarak hepimizin ortak meselesidir. Hukuki ve sosyal politika alanlarında atılacak adımlar, sürdürülebilir ekonomik politikalar ve toplumun bütün kesimlerinin dayanışmasıyla ancak bu durumun önüne geçilebilir. Kuru soğana muhtaç olmaktan kurtulmak, ekonomik refahın artırılması ve sosyal adaletin sağlanmasıyla mümkün olacaktır.

Yüksel AKBAYRAK

 
Yüksel AKBAYRAK / TERS KÖŞE / diğer yazıları
•Son Başbuğ’un Türklük Vurgusu ve 10 Kasım’ın Anlamı 10 00:00:00.11.2025
•Milli Ekonominin Temeli Tarımdır 05 00:00:00.11.2025
•CUMHURİYET, dik durmanın, adam olmanın adıdır! 29 00:00:00.10.2025
• “İtin Havlamasıyla Çınar Sallanmaz” 22 00:00:00.10.2025
•Orhangazi’de Siyaset: Menfaat mi, Memleket mi? 14 00:00:00.10.2025
•Velhasıl Bursa Sudan Değil, Susuzluktan İbarettir... 07 00:00:00.10.2025
•Hangi Gençlik? Hangi Ekonomi? Hangi Eğitim? 02 00:00:00.10.2025
•FUTBOL SAHADA DEĞİL, MONİTÖR BAŞINDA OYNANIYOR 25 00:00:00.09.2025
•Gaziler Günü’nün Gerçek Manası Üzerine 19 00:00:00.09.2025
•Halkın Gerçek Gündemi Nerede? 17 00:00:00.09.2025
•Bağımsızlık Bir Kimliktir 10 00:00:00.09.2025
•Boş Tencere Siyaseti Yıkar 03 00:00:00.09.2025
• Ağustos Türklüğün Zaferlerle Yoğrulmuş Ayı 29 00:00:00.08.2025
•ORHANGAZİ’DE SPORUN ÇÖKÜŞÜ: 20 00:00:00.08.2025
•Orhangazi: Kaybolan Potansiyelin Hikâyesi 12 00:00:00.08.2025
•Depremi unutan geleceğini gömer! 05 00:00:00.08.2025
•İklim Kanunu Sonrası Orman Yangınları ve Doğa Katliamları: Ülkemizin Vahim Tablosu ve Yasal Mücadeledeki Eksikler 29 00:00:00.07.2025
•Kağan Usta’dan Gençliğe Yatırım, Bekir Aydın’dan Ücretli Tesis! 24 00:00:00.07.2025
•Bir Ahırın Sessizliği 15 00:00:00.07.2025
•“Zulme Boyun Eğmeyenlerin Efendisi: Hz. Hüseyin” 05 00:00:00.07.2025
•Hücrede Doğan Siyasi Cazibe: Ümit Özdağ ve Yeni Neslin Sessiz Haykırışı 02 00:00:00.07.2025
•150 GÜNÜN ARDINDAN ORHANGAZİ 25 00:00:00.06.2025
•“Hedef Türkiye” Gerçeği: Bir Uyarının Gölgesinde 20 Yıl 18 00:00:00.06.2025
•Ekonomik Gerçekler ve Çözüm Arayışları 11 00:00:00.06.2025
•İznik’te Sessiz Ama Derin Bir Değişim 29 00:00:00.05.2025
•ADD Aile Şirketi Değildir, Egoların Gölgesi Hiç Değildir ADD: Açılımı Artık “Aile Dostları Derneği” mi? 21 00:00:00.05.2025
•19 Mayıs bir uyanış, bir itiraz, bir meydan okumadır 18 00:00:00.05.2025
•Sadabat Paktı Krizler İçinde Doğunun Ortak Aklı 13 00:00:00.05.2025
•"Sadece Bir Kişiye Değil, Bir Duruşa Saldırıdır Bu" 05 00:00:00.05.2025
•Hayalden Hakikate 22 00:00:00.04.2025
•TÜRKİYE İÇİN KRİTİK BİR DÖNEMEÇ İKLİM YASASI VE DEVLETİN STRATEJİK KARARLARI 16 00:00:00.04.2025
•Sosyal Devlet, Milli Devlet ve Atatürkçü Duruşun Mirasçısı 14 00:00:00.04.2025
•En yüce değer ADALET 09 00:00:00.04.2025
•İklim Kanunu’na Karşı Çıkmalıyız! 26 00:00:00.03.2025
•OĞUZ TÖRESİ VE ÇANAKKALE - ATATÜRK'SÜZ ZAFER OLMAZ! 18 00:00:00.03.2025
•Bir Milletin Ruhunu Yaşatan Tarihler 12 Mart ve 14 Mart 12 00:00:00.03.2025
•Oğuz Kağan'dan Atatürk'e Uzanan Kutsal Miras Türk Kadını 07 00:00:00.03.2025
•Güçlü Türkiye için: İklim yasasına hayır! 04 00:00:00.03.2025
•AYNI SENARYO, AYNI FİGÜRANLAR 24 00:00:00.01.2024
•CHP ORHANGAZİ’DE NEREYE KOŞUYOR? 12 00:00:00.01.2024
•HAKSIZLIKLARA ve BASKILARA RAĞMEN... 03 00:00:00.01.2024
•CHP’DE AKIL TUTULMASI MI YAŞANIYOR? 27 00:00:00.12.2023
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.