HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 19 KASIM 2025, ÇARŞAMBA

‎Orhangazi’nin Geleceği Yerin Altında, Altyapı Dönüşümü İçin Belediyeye Çağrı

19.11.2025 00:00
‎Sayın Orhangazi Belediyesi yöneticileri, meclis üyeleri ve kıymetli karar vericiler,

‎‎Bu yazıyı bir mühendis olarak değil, şehrine sorumluluk duyan herkesin ortak sesi olarak kaleme alıyorum. Çünkü bugün Orhangazi'nin geleceğini yakından ilgilendiren bir konu var: Elektrik, su ve iletişim hatlarının yer altına alınmasıyla başlayacak büyük altyapı dönüşümü.

‎Bu mesele sadece estetik bir düzenleme değil; bir afet yönetimi, sürdürülebilirlik ve planlı şehirleşme zorunluluğudur.

‎Orhangazi'nin Altyapı Sorunu Sadece Estetik Değil, Güvenlik Meselesidir

‎İlçemizde elektrik hatlarının önemli bölümü hâlâ havai sistemlerle taşınmaktadır.

‎Bu hatlar:

‎depremde kopmaya,

‎fırtınada zarar görmeye,

‎kısa devre ve yangın riskine,

‎sık elektrik kesintilerine

‎en açık sistemlerdir.

‎Olası bir deprem senaryosunda altyapımızın ne kadar dayanıklı olduğu sorusu maalesef hepimizin zihninde büyük bir soru işaretidir.

‎Oysa dünya bu sorunun cevabını çoktan vermiştir. Güvenli şehir, yer altı altyapısıyla kurulur. Dünyadaki Başarılı Modeller Önümüzde Duruyor

‎Bugün Singapur, Tokyo, Amsterdam ve Kopenhag gibi şehirlerde:

‎Elektrik ve telekom kabloları,

‎İçme suyu hatları,

‎Yağmur suyu drenaj sistemleri,

‎Fiber altyapı

‎aynı yer altında, modüler tünellerde veya korunaklı altyapı kanallarında taşınıyor.

‎Bu sistemlerin ortak avantajları:

‎Arıza oranında %50'ye varan düşüş

‎Su kayıplarında belirgin azalma

‎Sel ve taşkın risklerinde kontrol

‎Caddelerin "her yıl bir kez daha kazılmasının" tamamen önlenmesi

‎Şehrin estetik değerinin yükselmesi

‎Bu başarı modelleri, Orhangazi için de uygulanabilir.

‎Orhangazi'nin Teknik Gerçekleri: Beklemek Artık En Büyük Risktir

‎Orhangazi, deprem risk bölgesindedir.

‎Sanayisi gelişmektedir.

‎Nüfusu artmaktadır.

‎Sokakları her yıl altyapı kazılarıyla yeniden bozulmaktadır. Bugünkü sistemi sürdürmek; kayıpları, plansızlığı ve maliyetleri büyütmekten başka bir sonuç vermez.

‎Bunun yerine:

‎3 boyutlu dijital altyapı haritalama,

‎Deprem dayanımlı modüler kablo kanalları,

‎Ayrıştırılmış yağmur suyu hatları,

‎Mini utility tüneller,

‎Akıllı su takip ve kaçak algılama sistemleri

‎‎gibi modern altyapı çözümleri, ilçemizin hem güvenliğini hem ekonomik verimliliğini artıracaktır.

‎‎Altyapı Dönüşümü Maliyet Değil, Yatırımdır

‎‎Yer altına alma projeleri maliyetlidir, biliyoruz.

‎Fakat dünya literatürü ve uygulama sonuçları şunu açık biçimde göstermektedir:

‎Yer altı altyapısının geri dönüş süresi 7–12 yıldır.

‎Elektrik kesintileri azalır,

‎Su kayıp-kaçak oranı düşer,

‎Bakım için tekrar tekrar kazı yapılmaz,

‎Cadde düzenlemeleri uzun ömürlü olur.

‎Kısacası bugün yapılmayan yatırım, yarın çok daha pahalıya mal olur.

‎Ayrıca bu projelerde kullanılabilecek çok sayıda finansman modeli bulunmaktadır:

‎Belediye + dağıtım şirketi ortak finansmanı,

‎AB altyapı fonları (deprem ve iklim dayanıklılığı),

‎Kentsel dönüşümle entegre altyapı yenilemesi,

‎Uzun vadeli altyapı tahvil modelleri.

‎Belediyemize Çağrı: Orhangazi'nin Altına Bakarak Geleceğini Güvenceye Alalım

‎Sayın yöneticiler,

‎bugün sizlerden sadece bir proje değil, bir vizyon talep ediyoruz:

‎Orhangazi Altyapı Master Planı

‎3D dijital altyapı haritalama sistemi

‎Merkez caddelerde yer altına alma planının başlatılması

‎Yeni konut alanlarında modern standartların zorunlu kılınması

‎OSB bölgesinde mini altyapı tünel pilot projesi

‎Sel riskine yönelik yağmur suyu kapasite artırımı

‎Orhangazi'yi Marmara Bölgesi'nin örnek altyapı ilçesi haline getirmek mümkün.

‎Bunun için gerekli olan tek şey, bu dönüşümü öncelik haline getirecek bir irade.

‎Son Söz: Gökyüzü Çocuklara, Kablolar Yerin Altına Ait Olsun

‎Biz bu ilçede yaşamakla kalmıyor, geleceği de burada kuruyoruz.

‎Çocuklarımız kablolarla dolu bir gökyüzüne değil, tertemiz bir manzaraya bakmayı hak ediyor.

‎Depremde karanlıkta kalmayan, yağmurda taşmayan, her gün kazılmayan bir Orhangazi mümkün.

‎Bu nedenle, bu yazı bir uyarı değil, bir davettir. . .

‎Orhangazi'nin geleceği yerin altındadır.

‎Gelin, o geleceği beraber inşa edelim.

‎Saygılarımla,

‎Orhangazi'nin alt yapısına ve geleceğine duyarlı bir yurttaş

 
Emin ÇİFTÇİ / ANALİZ / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.