HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 19 KASIM 2025, ÇARŞAMBA

RUHSUZ KASABA ORHANGAZİ

19.11.2025 00:00
SEBAHATTİN ALİ'DEN BUGÜNE DEĞİŞMEYEN YAZGISI


Sebahattin Ali'nin 1940 yılında tesadüfen uğradığı Orhangazi'de yaşadıklarını kaleme aldığı Selam öyküsü, sadece bir yol hikâyesi değildir. Aynı zamanda bir ruh tahlilidir. Büyük yazarın Yeni Dünya kitabında yer alan bu öyküdeki şu cümle, Orhangazi'nin üzerinde hâlâ dolaşan bir gölge gibi durmaktadır:
 "Bursa'ya geçecek otobüslerin gelmesine daha bir saatten fazla vakit vardı… ve ben, ruhu olmayan bu kasabadan kaçmak için can atıyordum."
Aradan 85 yıl geçti. Ama o cümle, hâlâ bir ayna gibi karşımızdadır.
Orhangazi, gelişmesi gereken yerde geriye giden; büyümesi gereken yerde daralan; kendi potansiyelini yok sayan bir kasaba hüznüne sıkışmış hâlde yaşamaktadır.
O yıllarda bir kasaba olan Orhangazi, bugün nüfusu, ekonomisi ve coğrafi konumu itibarıyla çok daha büyük bir yere dönüşmüş olmalıydı.
Ama büyümek ile gelişmek aynı şey değildir.
Orhangazi büyüdü, genişledi, kalabalıklaştı; fakat bir türlü şehir olamadı.
Çünkü bir şehri şehir yapan, sadece binalar değil; ruh, kimlik, vizyon ve hakikatle yoğrulmuş bir ortak gelecek duygusudur.
Orhangazi'de ise bu duygunun karşılığı hâlâ yoktur.
Bugün sokaklarında dolaştığınızda insanın içini ısıtan bir şehir estetiği, bir arayışı tetikleyen bir kültür, bir iddia ortaya koyan bir vizyon bulmak zordur.
Trafiği var ama şehir kültürü yok; binaları var ama hafızası yok; sanayisi var ama geleceğe dair planı yok.
Sebahattin Ali'nin bahsettiği ruhsuzluk, bugün daha teknik bir kelimeyle karşılık buluyor: kimliksizlik.
Kentler bazen ileriye koşarak büyür, bazen geriye giderek çürür.
Orhangazi'nin son 20 yılına bakıldığında tablo açıktır:
* Sanayi yatırımları doğru yönetilemedi,
* Zeytin ve tarım politikaları tamamen kaderine bırakıldı,
* Sosyal yaşam alanları yok denecek kadar azaldı,
* Gençlik spora, sanata, bilime yönlendirilemedi,
* Tarih ve kültür potansiyeli değerlendirilemedi,
* Belediyecilik, vizyon üretmek yerine günü kurtarma mantığına sıkıştı.
Bunların üstüne bir de siyasi kısır döngü eklendi.
İktidarı da muhalefeti de kendi küçük hesaplarının peşinde koştu.
Hiç kimse "Bu kent 50 yıl sonra nerede olacak?" sorusunu sormadı.
Hiç kimse Sebahattin Ali'nin cümlesiyle yüzleşmeye cesaret etmedi.
Kısacası Orhangazi, her adımda ya yerinde saydı ya da geriye gitti.
Bugün Orhangazi'de yönetenlerin de, yönetmeye talip olanların da ortak bir yanını görmek mümkündür:
Hepsi kendi gemisinin rotasında, hiçbirinin Orhangazi diye bir derdi yok.
Siyasi partiler, Orhangazi'yi bir oy deposu olarak görüyor.
Projeler, vizyonlar, stratejik planlar raflarda duruyor.
Her seçim dönemi verilen sözler, seçim bittikten sonra unutuluyor.
Olan yine bu memleketin gençliğine, üreticisine, esnafına, çiftçisine oluyor.
Muhalefet ise iktidarı eleştirmekten öteye geçemiyor; üretmiyor, çalışmıyor, proje geliştirmiyor.
Sadece "yanlış yapıyorsunuz" demekle şehir kurtulmaz.
Bu şehir, bir kişinin değil, bir partinin değil; ortak aklın ve ortak emeğin doğrultusunda ayağa kalkabilir.
Ama ortak akıl, ortak vicdan ve ortak sorumluluk ortada yok.
Bu toprakların ruhu var aslında.
Zeytin ağaçlarında, Ilıpınar'ın tarih kokan toprağında, İznik Gölü'nün gece sessizliğinde, bu memleketin mert insanlarında o ruh hâlâ yaşıyor.
Asıl sorun, bu ruhun yöneticilere, kararlara, vizyonlara yansımamasıdır.
Ruh geri gelir mi? Elbette gelir.
Ama bunun için önce yüzleşmek gerekir.
Sebahattin Ali'nin 1940'ta attığı tokat gibi cümleyi bugünün yönetenleri ve muhalefeti yüksek sesle duymalıdır:
 "Ruhu olmayan bir kasaba…"
O gün kasabaydı.
Bugün ilçe.
Ama hâlâ aynı cümlenin gölgesinde yaşıyor.
Orhangazi; tarih, tarım, kültür, sanayi ve insan gücü açısından büyük bir potansiyele sahip bir yerleşimdir.
Bu potansiyeli heba edenler, bu kenti kendi gündelik çıkarlarına mahkûm edenler, bu şehrin ruhunu öldürenlerdir.
Fakat hiçbir şehir umutsuz değildir.
Her şehir gibi Orhangazi de yeniden doğabilir.
Yeter ki gerçek bir vizyon ortaya konulsun,
Yeter ki siyaset, yerini akla ve üretime bıraksın,
Yeter ki bu topraklara gönül veren insanlar ses çıkarmaya devam etsin.
Sebahattin Ali'nin cümlesi bugün bir şikâyet değil, bir çağrıdır:
Artık ruhu olan bir Orhangazi inşa etme zamanı gelmiştir.


RUHSUZ KASABA ORHANGAZİ'YE ŞİİR

Bir yolcunun gölgesi düştü bir zaman,
Kırkıncı yılın puslu sabahına.
Bir kasaba duruyordu karanlık bir suskunlukta,
Ne rüzgârın dili vardı, ne toprağın hatırası.
O yolcu dedi ki,
"Kaçmak istiyorum, burada bir ruh yok."
Ve gitti…
Cümlesi kaldı bu toprakların alnında bir çizik gibi.

Aradan yıllar geçti.
Asfaltlar büyüdü, tabelalar çoğaldı,
Binalar göğe tırmandı, şehir genişledi,
Ama insanın içindeki boşluk hiç küçülmedi.
Bir kasaba nasıl büyür de,
Ruhunu büyütemeden ilçe olur?
Orhangazi işte böyle bir hüzünle büyüdü.

Çarşısında bir telaş var,
Ama heyecan yok.
Sokaklarında adımlar var,
Ama hedef yok.
Bir göl var kıyısında,
Sessizliğini bile koruyamayan.
Binlerce yıllık zeytin ağaçları var,
Kökleri geçmişte, gövdeleri bugünle kavgalı.
Her biri Orhangazi'ye fısıldıyor:
"Ben buradayım, peki ya sen?"

Rüzgâr esiyor akşamüstü,
Bir zamanlar tarih yazan ovaya.
Toprak anlatmak istiyor;
Hitap edecek kulak bulamıyor.
Bir genç geçiyor yanımdan,
Gözünde umut yerine tahammül taşıyor.
Bir yaşlı geçiyor yanımdan,
Hatıra yerine kırgınlığını sürüklüyor.

Ne sokak lambası ışığını anlatıyor,
Ne bir tabela yön gösteriyor.
Sadece büyüyen bir sessizlik,
Sadece ağırlaşan bir renksizlik.
Burası bir kasaba değil artık,
Büyümüş, büyürken eksilmiş bir şehir.
Bir zamanlar ruhu yoktu;
Şimdi ruhunu arayan bir yer.

Ama bilirim,
Bir memleketin ruhu tamamen ölmez.
Bir çocuğun kahkahasında saklanır,
Bir annenin duasında filizlenir,
Bir zeytin ağacının dalında sürer gider.
Yeter ki biri çıksın,
O sesi duysun, o közü üflesin, o ateşi büyütsün.

Orhangazi…
Belki bugün yorgunsun, kırgınsın,
Belki yıllardır unutulmuşsun.
Ama bir gün gelir,
Toprak ses ister, göl nefes ister, tarih yön ister.
O gün biri çıkıp "Ben buradayım" derse,
Belki yeniden doğarsın.
Belki o zaman,
Bir yolcu daha gelir içinden;
Ve senden kaçmak değil,
Sende kalmak ister.
Muharrem DEĞİRMEN
11. Kasım. 2025-Orhangazi

 
Muharrem DEĞİRMEN /GÖZLEM / diğer yazıları
•RUHSUZ KASABA ORHANGAZİ 19 00:00:00.11.2025
•Vefa Bitti, Gösteriş Kaldı! 11 00:00:00.11.2025
•ATATÜRK’E LAYIK OLABİLMEK! 10 00:00:00.11.2025
•Zeytin Dallarında Sessiz Bir Çöküş 05 00:00:00.11.2025
•Orhangazi’de Cumhuriyetin İlk Nefesi 29 00:00:00.10.2025
•29 Ekim Kutlamalarına BERNA İL mührü 29 00:00:00.10.2025
•Siyasetin Kör Noktasında ki ORHANGAZİ 22 00:00:00.10.2025
•Zeytin Para Edecek mi? Zeytinyağı Piyasasında Ne Olacak? 14 00:00:00.10.2025
•Bu torakların sesi BÜLENT BAKIŞ 12 00:00:00.10.2025
•HASTALARIN UMUDU, SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SABRI TÜKENİYOR 08 00:00:00.10.2025
•Orhangazi’nin Canına Okuyanlara Son Uyarı 02 00:00:00.10.2025
•Suskunluğunuzun arkasında korku mu var, çıkar hesapları mı? 27 00:00:00.09.2025
•Orhangazi’de Adaletin Yeni Rotası 25 00:00:00.09.2025
•Gaziler Gününü kutlamak “VEFA” ile başlar 18 00:00:00.09.2025
•Belirsizlik büyüdükçe kuşku haklılaşır! 17 00:00:00.09.2025
•MHP’li Bozoğlu’ndan Kaymakama İstiklal Marşı çıkışı 08 00:00:00.09.2025
•Orhangazi’nin gölü kendine küsmüşken 03 00:00:00.09.2025
•Hakikate Adanan Bir Ömür: 30 Ağustos’un Ruhuyla Haydar Baş’ın Vasiyeti 29 00:00:00.08.2025
•Orhangazi Kent Konseyi Ortak Akıl mı, Ortak Çıkar Kulübü mü? 20 00:00:00.08.2025
•ORHANGAZİMETRELİ ARKADAŞLAR… 18 00:00:00.08.2025
•Yurt Yerini kime neden sattın Bekir Aydın? 12 00:00:00.08.2025
•SİYASETİN UMUDU, HALKIN SESİ BERNA İL 05 00:00:00.08.2025
•Birinci Vazifen’ Bursa’da Birlik Ruhunun İmtihanı Kalem burada biter; meydan, umuda kalsın. 05 00:00:00.08.2025
•ORHANGAZİ’NİN PART TİME SİYASETÇİLERİ 29 00:00:00.07.2025
•Kırsalın Şehirleştirilmesi mi, Hafızasızlaştırılması mı? 15 00:00:00.07.2025
•ZALİMLERİN DEĞİŞMEYEN SOYU VE HÜSEYİNLERİN DİMDİK DURUŞU 05 00:00:00.07.2025
•Bir Selam Kadar Uzağımızda Ölüm Bizler hep birlikte İyiyiz 02 00:00:00.07.2025
•İKİ YÜZ KARASI AYNA: A HABER VE HALK TV 28 00:00:00.06.2025
•Fazıl Say ile "İznik Türküsü"nün Ardından 25 00:00:00.06.2025
•Ustadan Eser Kaldı, Senden Ne Kalacak? 18 00:00:00.06.2025
•Orhangazi Ziraat Şubesi’nde Ne Oluyor? 18 00:00:00.06.2025
•Partideki 'Biz'den Olmayanlar' Meselesi 18 00:00:00.06.2025
•Mahkumlar ve Yakınlarının Umutlarıyla Oynanan İnfaz Oyunu 11 00:00:00.06.2025
•İznik’ten Ankara’ya Giden Yol Kağan Mehmet Usta 29 00:00:00.05.2025
•“İstanbul’da Suç Olan, Orhangazi’de Neden Normalleştiriliyor?” 13 00:00:00.05.2025
•Hakikati Yazmanın Bedeli 05 00:00:00.05.2025
•Orhangazi’de Eski Mezar Taşlarının Sahipsizliği ve Korunma İhtiyacı: Tarih ve Kültürün Yok Olma Tehlikesi 28 00:00:00.04.2025
•Bursaspor’un Diriliş Öyküsü 16 00:00:00.04.2025
•Hakikat bayrağı düşmez Âşıklar ölmez 14 00:00:00.04.2025
•Cezaevlerinde Adalet Krizi ve Yaklaşan Tehlike 09 00:00:00.04.2025
•Siyaset Tartışıyor, Halk Geçim Derdiyle Boğuşuyor 26 00:00:00.03.2025
•Türkiye ve Orhangazi'de kadın cinayetleri 07 00:00:00.03.2025
•RAMAZANLAR DEĞİŞMEDİ, İNSANLAR DEĞİŞTİ 05 00:00:00.03.2025
•Orhangazi’de BESAŞ Fırtınası Ekmeğin ve Adaletin Hikâyesi 25 00:00:00.02.2025
•Adaletin Peşinde İki Farklı Perspektif 18 00:00:00.02.2025
•Cemal Öner: Orhangazi'nin Milli Görüş Davasına Adanmış İsmi 09 00:00:00.02.2025
•Araştırmacı Gazeteci İrfan Aydın ve 3. Göz Medya’nın Uyuşturucu ile Mücadelesi: Yargı Reformuna Yön Veren Rapor 03 00:00:00.02.2025
•Büyükbaş Hayvancılıkta Kriz: Her Kalemiyle Gerçekler Kurbanlık Büyükbaş Hayvanın Gerçek Bedeli 29 00:00:00.01.2025
•Neler bırakmadık ki 2024’te! 01 00:00:00.01.2025
•Hani otopark spor kulüplerine verilecekti? 25 00:00:00.12.2024
•Müslüman coğrafyasında "Müslüman" arar olduk..! 17 00:00:00.12.2024
•Çalışma hayatında öncü bir kadın ŞÜKRAN ÇOKLAR GÜNDÜZ 16 00:00:00.12.2024
•Özge Demir: Hak Mücadelesinin Güçlü Sesi 10 00:00:00.12.2024
•Orhangazi Tarımına Yön Veren Bir Lider: Dinçer Dimrit 06 00:00:00.12.2024
•PAŞAPINAR’A VE HİZMETE ADANMIŞ BİR HAYAT: CAVİT TAŞ 04 00:00:00.12.2024
•Eğitim, Sanayi ve Sosyal Kalkınmada Öncü Orhangazi TSO 03 00:00:00.12.2024
•Biri anlatsın Ne oluyor bu ülkede? 18 00:00:00.11.2024
•Topuklu Efe Çalışıyor, muhalifleri sahte hesaplarla uğraşıyor 06 00:00:00.11.2024
•BASKF için neden Çetin Yıldız ve ekibi? 31 00:00:00.10.2024
•OKURUMUZDAN MEKTUP VAR!!! 09 00:00:00.10.2024
•Rakı-Balıktan sporcu ile ilgilenmeye fırsat bulamayan Osman Kılıç 16 00:00:00.09.2024
•Sevdası TÜRKİYE olanların adresi 03 00:00:00.09.2024
•Bursa Gençlik ve Spor’da Gökay AZAK büyük bir şanstır 14 00:00:00.08.2024
•Gürle üzerine yazmak 20 00:00:00.07.2024
•Akçe, spor malzemeleri ve Cem Gençoğlu 29 00:00:00.06.2024
•Rakı-Balık Osman Kılıç!!! 24 00:00:00.06.2024
•Orhangazi’nin Sözde Abdulhamid Han Sevdalıları 15 00:00:00.06.2024
•Çetin Yıldız ve BASKF 07 00:00:00.06.2024
•Siyaset vefa ister, vefa başarıyı getirir 05 00:00:00.06.2024
•Kız Meslek dediler, Kimya Lisesi Projesi yaptılar 31 00:00:00.05.2024
•Orhangazi siyaseti sil baştan 23 00:00:00.05.2024
•Hatipoğlu’ndan açıklama var… 20 00:00:00.05.2024
•19 Mayıs öncesi gençlere yapılan kabul edilemez 18 00:00:00.05.2024
•YILDIZ PARLAMADI, BEYGİR ŞAHLANMADI, ŞİMDİ SIRA ARPA’DA! 12 00:00:00.05.2024
•MUHTARLIKLARDA NELER OLUYOR? 18 00:00:00.04.2024
•ORHANGAZİ’DE “GÜLÜMSEMEK” İSTİYOR 15 00:00:00.04.2024
•ORHANGAZİ'NİN BEKA SORUNU BAKİ BEKÂR 04 00:00:00.04.2024
•Seçimin 'etkisiz elemanları' DEVA, Saadet, DP ve Gelecek 04 00:00:00.04.2024
•NEREDEN NEREYE? 20 00:00:00.02.2024
•KALDI MI GİDERAYAK DEVREDİLMEYEN BİR ŞEY? 11 00:00:00.02.2024
•BÜYÜK ACININ 1. YILINDA BURSA VE DEPREM 06 00:00:00.02.2024
•1 NİSAN 2024 SABAHI 05 00:00:00.02.2024
•İRFAN AYDIN’DAN DOĞRU ZAMANDA DOĞRU BİR İZNİK PAYLAŞIMI 05 00:00:00.02.2024
•ANKETLER BİTTİ, TARTIŞMALARI BİTMİYOR 05 00:00:00.02.2024
•Evet, ATATÜRK Ne Güzel Bir Geceydi! 01 00:00:00.02.2024
•MADEM SEVDANIZ "ORHANGAZİ"!!! 24 00:00:00.01.2024
•GAZETECİLİK VEFADIR VEFA… 16 00:00:00.01.2024
•HATİPOĞLU DP’DEN ORTAK ADAY MI? 12 00:00:00.01.2024
•EMRAH KEÇİCİ BAŞARISI 12 00:00:00.01.2024
•Neler bırakmadık ki 2023’te! 03 00:00:00.01.2024
•KAYBEDİLEN 2019 SEÇİMLERİ ve BUGÜN!!! 27 00:00:00.12.2023
•KASABA BİZİM KASABA 27 00:00:00.12.2023
•ZAFER PARTİSİ’NDE YÜKSEL AKBAYRAK SÜPRİZİ 27 00:00:00.12.2023
•BÖLEN DEĞİL, BİRLEŞTİREN 27 00:00:00.12.2023
•AKAN SUDA İKİ KERE YIKANMAZ PAZARKÖY’ÜN GARİP SEÇİM HALLERİ 20 00:00:00.12.2023
•ÖZGÜR ÖZEL ve KILIÇDAROĞLU ARASINDA FARK YOK 20 00:00:00.12.2023
•Siyaset ve koltuk neler yaptırıyor insana! 05 00:00:00.12.2023
•“KADRO YÖNETİR BAŞKAN HESAP VERİR” 05 00:00:00.12.2023
•MEYDANIN ELİ TELEFONLU SİYASETÇİLERİ 15 00:00:00.11.2023
•Anılarda Atatürk ve Orhangazi 10 00:00:00.11.2023
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.