HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 19 KASIM 2025, ÇARŞAMBA

Güçlü Türkiye için: İklim yasasına hayır!

04.03.2025 00:00
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) görüşülmek üzere hazırlanan "İklim Değişikliği Yasası" toplumumuz açısından büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Bu yasa, küresel güçlerin dayattığı bir oyun olup, milletimizin bağımsızlığını ve ekonomik özgürlüğünü hedef almaktadır. Türkiye'nin sanayi, tarım ve enerji alanındaki geleceğini ipotek altına almayı amaçlayan bu düzenlemeye karşı çıkmak, milli bir sorumluluktur.

Öncelikle, bu yasanın temelinde yer alan mantığı iyi anlamamız gerekiyor. Küresel ısınma ve çevre kirliliği gibi meseleler elbette ki önemlidir ve Türkiye de doğasını koruma noktasında gereken adımları atmalıdır. Ancak, burada asıl sorun, bu düzenlemelerin bağımsız bir çevre politikası oluşturmak için mi, yoksa Türkiye'yi ekonomik anlamda bir çıkmaza sürüklemek için mi yapıldığıdır.

Bu yasa tasarısı, Batılı devletlerin oluşturduğu küresel sistemin yeni bir aracı olarak ortaya çıkmaktadır. Avrupa Birliği (AB) ve ABD merkezli iklim politikaları, sanayisi gelişmekte olan ülkeleri köşeye sıkıştırmak için bir baskı unsuru olarak kullanılmaktadır. Kendi çevre kirlilikleri konusunda yıllarca gözlerini kapayan ülkeler, şimdi "iklim değişikliği" bahanesiyle Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomilere yük bindirmek istemektedir. Türkiye, bu dayatmaya boyun eğmemelidir.

Ekonomik Darboğaza Sürükleniyoruz

İklim yasası adı altında sunulan bu düzenlemeler, sanayi üretimimizi kısıtlayarak dışa bağımlılığımızı artıracaktır. Sanayicimiz karbon emisyonu sınırlamaları ve yeni vergilerle sıkıştırılacak, enerji üretiminde ise dışa bağımlı hale getirilecektir. Avrupa, ABD ve Çin gibi büyük ekonomiler hâlihazırda kendi sanayilerini yeşil enerjiye dönüştürmek için milyarlarca dolarlık fonlar oluştururken, Türkiye gibi ülkeler bu kaynaklardan mahrum bırakılmaktadır. Örneğin, Avrupa'da firmalara sağlanan karbon kredileri ve teşvikler Türkiye'ye sunulmamaktadır. Bu durum, ülkemiz sanayisini yavaşlatacak ve işsizliği artıracaktır.

Tarım ve Gıda Güvenliği Tehlikede

Tarım sektörümüz de bu yasanın olumsuz etkilerine maruz kalacaktır. Çiftçimize yeni ek vergiler ve kısıtlamalar getirilecek, "yeşil sertifika" gibi uygulamalar zorunlu hale getirilerek üretici üzerinde ek baskılar oluşturulacaktır. Tarım arazilerimizin kullanımı kısıtlanarak, ülkemiz gıda ithalatına daha bağımlı hale getirilecektir. Bu durum, küresel şirketlerin ve yabancı gıda lobilerinin ülkemizi tahıl ambarı olmaktan çıkararak pazar haline getirme planının bir parçasıdır.

Enerji Bağımsızlığımızı Kaybetme Riski

Türkiye, son yıllarda enerji bağımsızlığı konusunda önemli adımlar atmıştır. Yerli ve milli enerji kaynaklarımızın kullanımı giderek artarken, bu yasa ile birlikte kömür, doğal gaz ve petrol gibi kaynaklarımıza yönelik yeni kısıtlamalar getirilecektir. "Yeşil enerji" adı altında dışarıdan ithal edilecek güneş ve rüzgar panelleri, yerli enerji sektörümüzü baltalayacaktır. Avrupa ve Amerika, enerji üretimini devam ettirirken, Türkiye'nin kendi kaynaklarını kullanmasının önüne geçilmeye çalışılmaktadır.

Amerika'nın ve Batı'nın Çifte Standardı

ABD'nin eski Başkanı Donald Trump döneminde, Paris İklim Anlaşması'ndan çekilme kararı alınmıştı. Ancak sonrasında Biden yönetimi bu anlaşmaya geri dönerek, gelişmekte olan ülkeler üzerinde baskı kurmaya devam etti. Küresel güçler, kendi sanayilerini ve ekonomilerini korumak için iklim politikalarını bir sopa olarak kullanmaktadır. Amerika'nın devasa petrol ve doğal gaz üretimi hız kesmeden devam ederken, Türkiye gibi ülkeler neden sınırlandırmalara maruz kalmaktadır?

İklim değişikliği bahanesiyle yapılan bu düzenlemeler, gelişmekte olan ülkelerin büyümesini engellemeyi amaçlayan yeni bir ekonomik sömürgecilik modelidir. Türkiye, bu oyuna gelmemelidir.

TBMM ve Cumhurbaşkanına Çağrımız

Türkiye'nin enerji bağımsızlığına, sanayicimizin ve çiftçimizin üretim gücüne zarar verecek hiçbir yasayı kabul edemeyiz. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a ve TBMM'de görev yapan tüm milletvekillerimize çağrımız şudur:

Bu yasa tasarısını derinlemesine inceleyin ve Türkiye'nin ekonomik bağımsızlığına zarar verecek her türlü düzenlemeye "HAYIR" deyin. Batılı ülkelerin dayatmaları ile hazırlanan bu yasalar, sanayimizi ve tarımımızı baltalamaktan başka bir işe yaramayacaktır. Türkiye, çevreyi koruma noktasında kendi milli politikalarını belirlemeli ve küresel dayatmalara boyun eğmemelidir.

Geleceğimiz için, bağımsızlığımız için, güçlü Türkiye için: İklim yasasına hayır!



 
Yüksel AKBAYRAK / TERS KÖŞE / diğer yazıları
•Son Başbuğ’un Türklük Vurgusu ve 10 Kasım’ın Anlamı 10 00:00:00.11.2025
•Milli Ekonominin Temeli Tarımdır 05 00:00:00.11.2025
•CUMHURİYET, dik durmanın, adam olmanın adıdır! 29 00:00:00.10.2025
• “İtin Havlamasıyla Çınar Sallanmaz” 22 00:00:00.10.2025
•Orhangazi’de Siyaset: Menfaat mi, Memleket mi? 14 00:00:00.10.2025
•Velhasıl Bursa Sudan Değil, Susuzluktan İbarettir... 07 00:00:00.10.2025
•Hangi Gençlik? Hangi Ekonomi? Hangi Eğitim? 02 00:00:00.10.2025
•FUTBOL SAHADA DEĞİL, MONİTÖR BAŞINDA OYNANIYOR 25 00:00:00.09.2025
•Gaziler Günü’nün Gerçek Manası Üzerine 19 00:00:00.09.2025
•Halkın Gerçek Gündemi Nerede? 17 00:00:00.09.2025
•Bağımsızlık Bir Kimliktir 10 00:00:00.09.2025
•Boş Tencere Siyaseti Yıkar 03 00:00:00.09.2025
• Ağustos Türklüğün Zaferlerle Yoğrulmuş Ayı 29 00:00:00.08.2025
•ORHANGAZİ’DE SPORUN ÇÖKÜŞÜ: 20 00:00:00.08.2025
•Orhangazi: Kaybolan Potansiyelin Hikâyesi 12 00:00:00.08.2025
•Depremi unutan geleceğini gömer! 05 00:00:00.08.2025
•İklim Kanunu Sonrası Orman Yangınları ve Doğa Katliamları: Ülkemizin Vahim Tablosu ve Yasal Mücadeledeki Eksikler 29 00:00:00.07.2025
•Kağan Usta’dan Gençliğe Yatırım, Bekir Aydın’dan Ücretli Tesis! 24 00:00:00.07.2025
•Bir Ahırın Sessizliği 15 00:00:00.07.2025
•“Zulme Boyun Eğmeyenlerin Efendisi: Hz. Hüseyin” 05 00:00:00.07.2025
•Hücrede Doğan Siyasi Cazibe: Ümit Özdağ ve Yeni Neslin Sessiz Haykırışı 02 00:00:00.07.2025
•150 GÜNÜN ARDINDAN ORHANGAZİ 25 00:00:00.06.2025
•“Hedef Türkiye” Gerçeği: Bir Uyarının Gölgesinde 20 Yıl 18 00:00:00.06.2025
•Ekonomik Gerçekler ve Çözüm Arayışları 11 00:00:00.06.2025
•İznik’te Sessiz Ama Derin Bir Değişim 29 00:00:00.05.2025
•ADD Aile Şirketi Değildir, Egoların Gölgesi Hiç Değildir ADD: Açılımı Artık “Aile Dostları Derneği” mi? 21 00:00:00.05.2025
•19 Mayıs bir uyanış, bir itiraz, bir meydan okumadır 18 00:00:00.05.2025
•Sadabat Paktı Krizler İçinde Doğunun Ortak Aklı 13 00:00:00.05.2025
•"Sadece Bir Kişiye Değil, Bir Duruşa Saldırıdır Bu" 05 00:00:00.05.2025
•Hayalden Hakikate 22 00:00:00.04.2025
•TÜRKİYE İÇİN KRİTİK BİR DÖNEMEÇ İKLİM YASASI VE DEVLETİN STRATEJİK KARARLARI 16 00:00:00.04.2025
•Sosyal Devlet, Milli Devlet ve Atatürkçü Duruşun Mirasçısı 14 00:00:00.04.2025
•En yüce değer ADALET 09 00:00:00.04.2025
•İklim Kanunu’na Karşı Çıkmalıyız! 26 00:00:00.03.2025
•OĞUZ TÖRESİ VE ÇANAKKALE - ATATÜRK'SÜZ ZAFER OLMAZ! 18 00:00:00.03.2025
•Bir Milletin Ruhunu Yaşatan Tarihler 12 Mart ve 14 Mart 12 00:00:00.03.2025
•Oğuz Kağan'dan Atatürk'e Uzanan Kutsal Miras Türk Kadını 07 00:00:00.03.2025
•Güçlü Türkiye için: İklim yasasına hayır! 04 00:00:00.03.2025
•AYNI SENARYO, AYNI FİGÜRANLAR 24 00:00:00.01.2024
•CHP ORHANGAZİ’DE NEREYE KOŞUYOR? 12 00:00:00.01.2024
•HAKSIZLIKLARA ve BASKILARA RAĞMEN... 03 00:00:00.01.2024
•CHP’DE AKIL TUTULMASI MI YAŞANIYOR? 27 00:00:00.12.2023
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.