HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 29 EKİM 2025, ÇARŞAMBA

Kağan Usta’dan Gençliğe Yatırım, Bekir Aydın’dan Ücretli Tesis!

24.07.2025 00:00
Komşu iki ilçede belediyecilik anlayışları, yalnızca uygulamada değil; zihniyet düzeyinde de birbirinden tamamen ayrılıyor. Bir yanda geleceğe yatırım yapan, çocukları sporla buluşturan, gençlere umut aşılayan bir yönetim var. Diğer yanda ise mevcut olanı dahi koruyamayan, halka ait değerleri yük gibi gören bir anlayış. İznik Belediye Başkanı Kağan Mehmet Usta'nın spor alanındaki adımı, sadece bir proje değil; yerel yönetim vizyonunun nasıl olması gerektiğine dair canlı bir ders niteliğindeyken, Orhangazi Belediye Başkanı Bekir Aydın'ın yaklaşımı ise bırakın ilerlemeyi, eldekinin bile kıymetini bilmeyen bir geri gidişi simgeliyor.

İznik Belediyesi tarafından 2022 yılında inşasına başlanan ve 65 milyon TL'lik bütçeyle hayata geçirilen spor kompleksi, yalnızca ilçeye değil, bölgeye nefes aldıran bir yatırım. İçinde yarı olimpik yüzme havuzu, tam donanımlı bir spor salonu, tenis kortları, futbol ve basketbol sahaları, gençlik merkezi gibi unsurları barındıran bu kompleks, sadece fiziksel bir alan değil; aynı zamanda sosyal bir kalkınma projesi. Sporun disiplin kazandıran, kötü alışkanlıklardan uzak tutan, sağlıklı yaşamı teşvik eden yönünün farkında olan bir belediyecilik anlayışı, gençliğe yatırımın yalnızca bugüne değil yarına da katkı sağlayacağını biliyor. Kağan Mehmet Usta'nın bu adımı, taş üstüne taş koymaktan ibaret değil. Bu, bir değer inşasıdır. İznik'te çocuklar yaz kurslarına ücretsiz katılabiliyor, aileler çocuklarını güvenle tesislere gönderiyor, gençler enerjisini toprağa, asfalta değil, sporun disiplinli zeminine döküyor.

Bunun karşısında ise Orhangazi'de yaşanan tablo hayal kırıklığıdır. Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından yıllar içinde ilçeye kazandırılmış çeşitli spor tesisleri varken, bu alanların halk yararına geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması gerekirken, bambaşka bir yol tercih ediliyor. Bekir Aydın yönetimindeki Orhangazi Belediyesi, sporun bir hak değil, neredeyse bir lüks olduğunu ima edercesine tesisleri belediye bünyesine geçirip ücretli hale getiriyor. Daha önce ücretsiz kullanılan tesisler için artık belli bedeller talep ediliyor. Üstelik sadece bu da değil; bazı tesislerin "ben bakamam, işletecek kaynağım yok" gerekçesiyle başka kurumlara devredilmesi konuşuluyor. Bu, halkçı belediyecilikle bağdaşmadığı gibi, gençliğe karşı bir ilgisizlik ilanıdır.

Burada kamuoyunun aklına gelen sorular, sadece vicdani değil; hukuki zemine de dayanıyor.

Hangi kanun çerçevesinde bu tesisler belediyeye devredildi?

Bu tesislerin kesin kabul işlemleri yapıldı mı?

Yapıldıysa hangi tarihte, kim tarafından, hangi raporlarla?

Yapılmadıysa, belediye neye dayanarak bu alanları ücretli kullanıma açabiliyor?


Bu sorular, Orhangazi'de spor tesisleri üzerinden yürütülen uygulamaların hukuki ve idari meşruiyetini sorguluyor. Üstelik söz konusu olan halkın, yani vergilerle ayakta duran kamu bütçesinin ta kendisiyle inşa edilen tesislerse, bu soruların yanıt bulması zaruridir.

İşin trajik yanı, İznik Belediye Başkanı Kağan Usta ile Orhangazi Belediye Başkanı Bekir Aydın'ın kuzen olmaları. Aynı soyadını, aynı kökleri paylaşan iki insan; ancak belediyecilik anlayışları, birbirine yabancı iki dünyanın insanı gibi. Kağan Başkan, sporun halka ulaşmasını sağlamakla meşgulken, Bekir Aydın sporun yükünden kurtulmakla uğraşıyor. Kağan Başkan, halka hizmetin en büyük onur olduğunu gösterirken, Bekir Aydın, spora yatırım yapmayı bir külfet gibi görüyor. Bu ikilik, sadece akrabalık düzeyinde değil; yerel yönetim tarihine geçecek bir örnek olarak hafızalarda yer ediyor.

Çocuklar spor yapacak saha bulamıyor. Gençler spor salonlarından uzaklaşıyor çünkü fiyatlar karşılanamaz hale geliyor. Aileler çocuklarını göndermek istedikleri tesislerde artık aidat hesaplamak zorunda kalıyor. Oysa belediye, vatandaşın cebini değil; çocuğunun geleceğini düşünmeli. Spor tesisi yapmak, bina dikmek değildir. Spor tesisi işletmek de yalnızca kapıyı açmak, ışığı yakmak değildir. Orada gençliğin geleceğini korumak, toplumu sosyal yönden kuvvetlendirmek, enerjiyi pozitif alanlara kanalize etmek gerekir. Bu bilinçle yönetilmeyen her tesis, tabelası olsa bile aslında "kapanmıştır" demektir.

Kağan Mehmet Usta, ilçesine kattığı bu dev kompleksle yalnızca bir spor alanı açmadı, aynı zamanda yerel yönetim refleksi gösterdi. Yerelde yapılabilecek en etkili sosyal yatırımlardan birine imza attı. Bu adımıyla İznik'in geleceğine damga vurdu. Oysa Orhangazi'de, bırakın yeni bir tesis açmayı, mevcut olanı koruyamayan, planlama yapmayan, devretme çabasında olan bir yönetim var. Ve bu fark, her geçen gün büyüyor.

Toplumun karar anı yaklaşıyor. Gençliğe yatırım yapanları mı destekleyecek, yoksa yük gibi görenleri mi? Spor, belediyelerin asli görevleri arasında yer alır. Spor, sadece fiziksel aktivite değil; aynı zamanda eğitim, disiplin, ahlak ve birlikteliktir. Sporun toplumla buluşmasını sağlayan her yönetici, bir neslin önünü açar. Engelleyen her yönetici ise geleceğe set çeker.

İznik'in attığı adım alkışı hak ediyor. Orhangazi'nin içine düştüğü durum ise sorgulanmayı. Artık vatandaş şunu biliyor:

Spor tesisi yapmayan da, olanı korumayan da geleceği ipotek altına alır.

Gençlik, tabela değil; adanmışlık ister.

Tesis, beton değil; hizmet ister.

Belediyecilik ise mazeret değil, çözüm üretme sanatıdır.

Bekir Aydın bunu ne zaman anlayacak, işte asıl mesele bu.


Yüksel AKBAYRAK

 
Yüksel AKBAYRAK / TERS KÖŞE / diğer yazıları
•CUMHURİYET, dik durmanın, adam olmanın adıdır! 29 00:00:00.10.2025
• “İtin Havlamasıyla Çınar Sallanmaz” 22 00:00:00.10.2025
•Orhangazi’de Siyaset: Menfaat mi, Memleket mi? 14 00:00:00.10.2025
•Velhasıl Bursa Sudan Değil, Susuzluktan İbarettir... 07 00:00:00.10.2025
•Hangi Gençlik? Hangi Ekonomi? Hangi Eğitim? 02 00:00:00.10.2025
•FUTBOL SAHADA DEĞİL, MONİTÖR BAŞINDA OYNANIYOR 25 00:00:00.09.2025
•Gaziler Günü’nün Gerçek Manası Üzerine 19 00:00:00.09.2025
•Halkın Gerçek Gündemi Nerede? 17 00:00:00.09.2025
•Bağımsızlık Bir Kimliktir 10 00:00:00.09.2025
•Boş Tencere Siyaseti Yıkar 03 00:00:00.09.2025
• Ağustos Türklüğün Zaferlerle Yoğrulmuş Ayı 29 00:00:00.08.2025
•ORHANGAZİ’DE SPORUN ÇÖKÜŞÜ: 20 00:00:00.08.2025
•Orhangazi: Kaybolan Potansiyelin Hikâyesi 12 00:00:00.08.2025
•Depremi unutan geleceğini gömer! 05 00:00:00.08.2025
•İklim Kanunu Sonrası Orman Yangınları ve Doğa Katliamları: Ülkemizin Vahim Tablosu ve Yasal Mücadeledeki Eksikler 29 00:00:00.07.2025
•Kağan Usta’dan Gençliğe Yatırım, Bekir Aydın’dan Ücretli Tesis! 24 00:00:00.07.2025
•Bir Ahırın Sessizliği 15 00:00:00.07.2025
•“Zulme Boyun Eğmeyenlerin Efendisi: Hz. Hüseyin” 05 00:00:00.07.2025
•Hücrede Doğan Siyasi Cazibe: Ümit Özdağ ve Yeni Neslin Sessiz Haykırışı 02 00:00:00.07.2025
•150 GÜNÜN ARDINDAN ORHANGAZİ 25 00:00:00.06.2025
•“Hedef Türkiye” Gerçeği: Bir Uyarının Gölgesinde 20 Yıl 18 00:00:00.06.2025
•Ekonomik Gerçekler ve Çözüm Arayışları 11 00:00:00.06.2025
•İznik’te Sessiz Ama Derin Bir Değişim 29 00:00:00.05.2025
•ADD Aile Şirketi Değildir, Egoların Gölgesi Hiç Değildir ADD: Açılımı Artık “Aile Dostları Derneği” mi? 21 00:00:00.05.2025
•19 Mayıs bir uyanış, bir itiraz, bir meydan okumadır 18 00:00:00.05.2025
•Sadabat Paktı Krizler İçinde Doğunun Ortak Aklı 13 00:00:00.05.2025
•"Sadece Bir Kişiye Değil, Bir Duruşa Saldırıdır Bu" 05 00:00:00.05.2025
•Hayalden Hakikate 22 00:00:00.04.2025
•TÜRKİYE İÇİN KRİTİK BİR DÖNEMEÇ İKLİM YASASI VE DEVLETİN STRATEJİK KARARLARI 16 00:00:00.04.2025
•Sosyal Devlet, Milli Devlet ve Atatürkçü Duruşun Mirasçısı 14 00:00:00.04.2025
•En yüce değer ADALET 09 00:00:00.04.2025
•İklim Kanunu’na Karşı Çıkmalıyız! 26 00:00:00.03.2025
•OĞUZ TÖRESİ VE ÇANAKKALE - ATATÜRK'SÜZ ZAFER OLMAZ! 18 00:00:00.03.2025
•Bir Milletin Ruhunu Yaşatan Tarihler 12 Mart ve 14 Mart 12 00:00:00.03.2025
•Oğuz Kağan'dan Atatürk'e Uzanan Kutsal Miras Türk Kadını 07 00:00:00.03.2025
•Güçlü Türkiye için: İklim yasasına hayır! 04 00:00:00.03.2025
•AYNI SENARYO, AYNI FİGÜRANLAR 24 00:00:00.01.2024
•CHP ORHANGAZİ’DE NEREYE KOŞUYOR? 12 00:00:00.01.2024
•HAKSIZLIKLARA ve BASKILARA RAĞMEN... 03 00:00:00.01.2024
•CHP’DE AKIL TUTULMASI MI YAŞANIYOR? 27 00:00:00.12.2023
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.