HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 19 KASIM 2025, ÇARŞAMBA

Oğuz Kağan'dan Atatürk'e Uzanan Kutsal Miras Türk Kadını

07.03.2025 00:00
8 Mart Dünya Kadınlar Günü, sadece kadın haklarının ve eşitliğin konuşulduğu bir gün değil, aynı zamanda Türk kadınının tarih boyunca sahip olduğu kutsal yerin de hatırlanması gereken bir gündür. Türk milleti, kadının toplumdaki yerini her zaman yücelten, onu bir birey olarak değerlendiren bir yapıya sahip olmuştur. Oğuz Kağan'dan Atatürk'e, Zübeyde Hanım'dan Hz. Fatma'ya kadar uzanan bu şanlı tarih, bugün hala ilham kaynağımızdır.

Oğuz Kağan ve Türk Töresi

Türklerin en eski destanlarından biri olan Oğuz Kağan Destanı'nda, Türk kadınının ne kadar değerli olduğu görülmektedir. Oğuz Kağan'ın annesi ve eşi kutsal varlıklar olarak anlatılmaktadır. Destanda Oğuz Kağan'ın annesi, nur içinde bir kadın olarak tasvir edilirken, eşi ise gökten inen kutsal bir ışıktan meydana gelmiştir. Bu tasvirler, Türk toplumunun kadını bir anaya, bir lider eşine ve kutsal bir varlığa dönüştürdüğünü göstermektedir. Türk devlet geleneğinde hakanların eşleri, "hatun" unvanıyla devlet işlerinde aktif roller almış, elçi kabul etmiş ve halkın sesi olmuştur.

Türk Tarihinde Kadının Yeri

Türk tarihine baktığımızda, kadınlar yönetimde, savaşta ve toplumsal hayatın her alanında önemli roller üstlenmiştir. Göktürkler döneminde hatunlar, kağanla birlikte devleti yönetmiş, diplomatik görüşmelere katılmıştır. Uygur Türklerinde ise kadınların ticarette ve eğitimde önemli yer aldığı bilinmektedir.

Tarihte Tomris Hatun, Türk kadınının cesaretini ve liderliğini simgeleyen en önemli figürlerden biridir. M.Ö. 6. yüzyılda İskitlerin (Saka Türkleri) hükümdarı olarak Pers Kralı Büyük Kiros'u mağlup etmiş ve Türk tarihinin ilk kadın hükümdarı olarak tarihe geçmiştir. Onun savaşçılığı ve devlet adamlığı, kadınların sadece aile içinde değil, devlet yönetiminde de etkin olabileceğini göstermektedir.

Türk tarihinde yalnızca Tomris Hatun değil, birçok öncü kadın da yer almıştır. Bunlardan biri de Alp Hatun'dur. Türk toplumunda "alp" unvanı cesur ve savaşçı kişiler için kullanılırken, kadınlar da bu unvanı taşıyacak kadar güçlü ve etkili roller üstlenmiştir. Alp Hatun gibi birçok kadın, savaş meydanlarında ordular yönetmiş ve toplumlarına liderlik etmiştir.

Süyümbike Hatun, Kazan Hanlığı'nın son hükümdarı olarak, halkını ve ülkesini korumak için büyük bir mücadele vermiştir. O, halkının bağımsızlığı için gösterdiği direnişle Türk tarihinde önemli bir figür olmuştur.

Atatürk ve Türk Kadınının Aydınlanması

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk kadınının toplumdaki yerini yeniden inşa eden en büyük liderdir. Osmanlı'nın son dönemlerinde yok sayılan, geri plana itilmiş olan Türk kadını, Cumhuriyet ile birlikte hak ettiği yere yeniden kavuşmuştur. Atatürk, "Dünyada her şey kadının eseridir" sözüyle, kadının toplumsal inşa sürecindeki yerini vurgulamış ve onlara eğitim, seçme-seçilme hakkı, çalışma hayatında var olma imkanı sağlamıştır.

Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım da bu bağlamda büyük öneme sahiptir. Onun sabrı, öngörüsü ve fedakarlığı, Gazi Mustafa Kemal'in yetişmesinde büyük rol oynamıştır. Zübeyde Hanım, Anadolu kadınının iradesini, direncini ve vatan sevgisini temsil eden bir figür olmuştur.

Hz. Fatma: Adaletin ve Bilgeliğin Temsili

Hz. Muhammed'in kızı Hz. Fatma da Türk-İslam geleneğinde önemli bir rol oynamıştır. O, bilgeliği, sabrı ve ahlakıyla, adalet ve fedakarlığın sembolü olmuştur. Hz. Fatma'nın hayatı, sadece dini açıdan değil, aynı zamanda toplumsal değerler bağlamında da bir rehber niteliğindedir. Onun fedakarlığı, ailesine ve topluma karşı duyduğu sorumluluk, kadının toplumdaki saygın yerinin bir başka örneğidir.

Türk ve Kurtuluş Savaşı'nda Kahraman Kadınlar

Türk tarihinde ve Kurtuluş Savaşı'nda kadınlar cephede ve cephe gerisinde büyük kahramanlıklar göstermiştir. Bunlardan biri Nene Hatun'dur. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Erzurum'da Aziziye Tabyası'nı savunmak için halkı örgütleyen ve savaşan Nene Hatun, cesaretiyle Türk kadınının vatan savunmasındaki rolünü kanıtlamıştır.

Kurtuluş Savaşı'nda ise Şerife Bacı, İnebolu'dan Ankara'ya cephane taşıyan kahraman kadınlarımızdan biridir. Soğuk kış şartlarında, çocuğunu kucağında tutarak donarak şehit olmuş ama taşıdığı cephaneyi yerine ulaştırmayı başarmıştır.

Halide Edib Adıvar ise Kurtuluş Savaşı'nın hem bir neferi hem de kalemiyle savaşan önemli kadınlarından biridir. İstanbul mitinglerinde halkı işgale karşı örgütleyen Halide Edib, aynı zamanda cephede de görev alarak mücadeleye destek vermiştir.

Kara Fatma (Fatma Seher Erden), bizzat savaşa katılan ve kendi müfrezesini kurarak düşmanla mücadele eden kadın kahramanlarımızdan biridir. Onun cesareti ve liderliği, Türk kadınının savaş meydanında da ne kadar etkili olduğunu göstermiştir.

Tayyar Rahmiye ise Adana bölgesinde Fransızlara karşı direnişin sembolü haline gelmiş bir kahraman kadındır. Cephede savaşmış ve şehit düşerek adını Türk tarihine yazdırmıştır.

Türk Kadınının Kutsal Yeri ve Görevi

Türk kadını tarih boyunca sadece bir anne, eş ya da kız kardeş olmamış, aynı zamanda toplumun mimarı olmuştur. Oğuz Kağan'ın efsanelerinden Atatürk'ün devrimlerine, Hz. Fatma'nın sabrından Zübeyde Hanım'ın fedakarlığına, Nene Hatun'un direnişinden Şerife Bacı'nın fedakarlığına kadar uzanan bu çizgi, bugün bizlere şu gerçeği hatırlatmaktadır: Kadın toplumun temelidir. Kadının eğitilmediği, yükselmediği ve ön plana çıkmasına izin verilmediği toplumlar, gerçekten medenileşmiş toplumlardan sayılamazlar.

Bugün 8 Mart'ta, sadece kadın haklarını konuşmuyoruz, aynı zamanda tarihimizde kadının hak ettiği değeri de hatırlıyoruz. Unutmayalım ki, Türk kadını dünyanın en köklü medeniyetlerinden birinin en önemli taşlarından biridir ve bu miras, gelecek nesillere taşınması gereken kutsal bir emanettir.

 
Yüksel AKBAYRAK / TERS KÖŞE / diğer yazıları
•Son Başbuğ’un Türklük Vurgusu ve 10 Kasım’ın Anlamı 10 00:00:00.11.2025
•Milli Ekonominin Temeli Tarımdır 05 00:00:00.11.2025
•CUMHURİYET, dik durmanın, adam olmanın adıdır! 29 00:00:00.10.2025
• “İtin Havlamasıyla Çınar Sallanmaz” 22 00:00:00.10.2025
•Orhangazi’de Siyaset: Menfaat mi, Memleket mi? 14 00:00:00.10.2025
•Velhasıl Bursa Sudan Değil, Susuzluktan İbarettir... 07 00:00:00.10.2025
•Hangi Gençlik? Hangi Ekonomi? Hangi Eğitim? 02 00:00:00.10.2025
•FUTBOL SAHADA DEĞİL, MONİTÖR BAŞINDA OYNANIYOR 25 00:00:00.09.2025
•Gaziler Günü’nün Gerçek Manası Üzerine 19 00:00:00.09.2025
•Halkın Gerçek Gündemi Nerede? 17 00:00:00.09.2025
•Bağımsızlık Bir Kimliktir 10 00:00:00.09.2025
•Boş Tencere Siyaseti Yıkar 03 00:00:00.09.2025
• Ağustos Türklüğün Zaferlerle Yoğrulmuş Ayı 29 00:00:00.08.2025
•ORHANGAZİ’DE SPORUN ÇÖKÜŞÜ: 20 00:00:00.08.2025
•Orhangazi: Kaybolan Potansiyelin Hikâyesi 12 00:00:00.08.2025
•Depremi unutan geleceğini gömer! 05 00:00:00.08.2025
•İklim Kanunu Sonrası Orman Yangınları ve Doğa Katliamları: Ülkemizin Vahim Tablosu ve Yasal Mücadeledeki Eksikler 29 00:00:00.07.2025
•Kağan Usta’dan Gençliğe Yatırım, Bekir Aydın’dan Ücretli Tesis! 24 00:00:00.07.2025
•Bir Ahırın Sessizliği 15 00:00:00.07.2025
•“Zulme Boyun Eğmeyenlerin Efendisi: Hz. Hüseyin” 05 00:00:00.07.2025
•Hücrede Doğan Siyasi Cazibe: Ümit Özdağ ve Yeni Neslin Sessiz Haykırışı 02 00:00:00.07.2025
•150 GÜNÜN ARDINDAN ORHANGAZİ 25 00:00:00.06.2025
•“Hedef Türkiye” Gerçeği: Bir Uyarının Gölgesinde 20 Yıl 18 00:00:00.06.2025
•Ekonomik Gerçekler ve Çözüm Arayışları 11 00:00:00.06.2025
•İznik’te Sessiz Ama Derin Bir Değişim 29 00:00:00.05.2025
•ADD Aile Şirketi Değildir, Egoların Gölgesi Hiç Değildir ADD: Açılımı Artık “Aile Dostları Derneği” mi? 21 00:00:00.05.2025
•19 Mayıs bir uyanış, bir itiraz, bir meydan okumadır 18 00:00:00.05.2025
•Sadabat Paktı Krizler İçinde Doğunun Ortak Aklı 13 00:00:00.05.2025
•"Sadece Bir Kişiye Değil, Bir Duruşa Saldırıdır Bu" 05 00:00:00.05.2025
•Hayalden Hakikate 22 00:00:00.04.2025
•TÜRKİYE İÇİN KRİTİK BİR DÖNEMEÇ İKLİM YASASI VE DEVLETİN STRATEJİK KARARLARI 16 00:00:00.04.2025
•Sosyal Devlet, Milli Devlet ve Atatürkçü Duruşun Mirasçısı 14 00:00:00.04.2025
•En yüce değer ADALET 09 00:00:00.04.2025
•İklim Kanunu’na Karşı Çıkmalıyız! 26 00:00:00.03.2025
•OĞUZ TÖRESİ VE ÇANAKKALE - ATATÜRK'SÜZ ZAFER OLMAZ! 18 00:00:00.03.2025
•Bir Milletin Ruhunu Yaşatan Tarihler 12 Mart ve 14 Mart 12 00:00:00.03.2025
•Oğuz Kağan'dan Atatürk'e Uzanan Kutsal Miras Türk Kadını 07 00:00:00.03.2025
•Güçlü Türkiye için: İklim yasasına hayır! 04 00:00:00.03.2025
•AYNI SENARYO, AYNI FİGÜRANLAR 24 00:00:00.01.2024
•CHP ORHANGAZİ’DE NEREYE KOŞUYOR? 12 00:00:00.01.2024
•HAKSIZLIKLARA ve BASKILARA RAĞMEN... 03 00:00:00.01.2024
•CHP’DE AKIL TUTULMASI MI YAŞANIYOR? 27 00:00:00.12.2023
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.