HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 19 KASIM 2025, ÇARŞAMBA

150 GÜNÜN ARDINDAN ORHANGAZİ

25.06.2025 00:00
Yaklaşık dört ay önce, 3. Göz TV ekranlarında gerçekleştirdiğimiz bir yayında, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey'in göreve gelişinin ardından Orhangazi özelinde 150 günlük bir süre tanınması gerektiğini ifade etmiş, bu sürede ilçeye dair çözüm bekleyen kronik meselelerde somut adım atılamayacağını da açıkça söylemiştim. O gün söylediklerimizin, bugün ne yazık ki birebir gerçekleştiğini üzülerek görüyoruz. Çünkü Orhangazi hâlâ aynı noktada, hâlâ aynı keşmekeşin içinde debeleniyor.

Orhangazi'de sosyal belediyecilik adına birkaç tesisin hayata geçirilmiş olması, ne yazık ki halkın beklentilerine tam anlamıyla karşılık vermiyor. Orhangazili vatandaş, günlük yaşamını doğrudan etkileyen temel sorunlara çözüm istiyor. Bu sorunlar arasında trafik başta geliyor. İlçenin ortasından geçen, plansız ve düzensiz akan araç yoğunluğu, yetersiz otopark alanları ve yayalara tanınmayan yaşam alanları büyük bir keşmekeş yaratıyor. Ulaşıma dair planlama, ne yerelde ne büyükşehir ölçeğinde bir stratejiyle ele alınmış değil.

En can sıkıcı konulardan biri ise hâlâ çözülememiş olan BURULAŞ krizi. Bursa'nın neredeyse tüm ilçelerinde faaliyet gösteren sarı otobüsler, Orhangazi'ye bir türlü uğrayamıyor. Bu durum yalnızca bir ulaşım sıkıntısı değil, aynı zamanda Orhangazi halkının diğer ilçelere göre ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüğünün de göstergesi. Ulaşılamayan yer hizmetten de mahrum kalır. Halka açık, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir ulaşım çözümü hâlâ masaya konmuş değil.

Kültür ve sanata dair alanlarda da durum pek iç açıcı değil. Orhangazi Kültür Merkezi yıllardır yalnızca siyasi partilerin toplantılarına ev sahipliği yapan bir mekân haline geldi. Oysa Bursa merkezde gerçekleştirilen kültür ve sanat etkinliklerinin bir bölümü neden Orhangazi'de yapılmasın? Turgut Ünlü Açık Hava Tiyatrosu gibi değerli bir alan ise ne yazık ki bugün adeta kaderine terk edilmiş ve depo gibi kullanılmakta. Oysa bu tiyatro sahnesi, Orhangazi gençliğini kültürle buluşturacak projelere açılmayı hak ediyor.

Tüm bu sorunların temelinde ise yerel yönetim olarak Orhangazi Belediyesi'nin ve eski Belediye Başkanı Bekir Aydın'ın yıllardır süren yönetim zaafı yatmaktadır. Uzun bir dönem boyunca günü kurtaran, sadece fiziki projelere odaklanan ama asıl meseleleri halının altına süpüren bir anlayış ilçeyi bu hale getirmiştir. Bozbey döneminde de bu zihniyetin tortuları temizlenmeden, yenilenmeden bir ilerleme sağlanamayacağı baştan belliydi. Yeni yönetimin bu enkazı üstlenip üstlenemeyeceği ise hâlâ belirsizliğini koruyor.

Bekir Aydın döneminde yapılanlar yalnızca tabelalarda, açılış fotoğraflarında kaldı. Şehrin trafik planı hâlâ 1990'ların mantığıyla şekilleniyor. Yayalaştırma, bisiklet yolları, otopark entegrasyonu gibi temel şehircilik konuları defalarca gündeme geldi, projelendirildiği söylendi ama hiçbir zaman uygulanmadı. Çünkü o dönem yerel yönetim vizyonu, Orhangazi'yi Bursa'nın planlı bir ilçesi değil, kendi kaderine terk edilmiş bir taşra kasabası gibi görüyordu. Bu zihniyet değişmeden Bozbey'den mucize beklemek de adil olmazdı.

Ve ne yazık ki bugün de aynı tablo devam ediyor. Bozbey'in vizyonu ne kadar güçlü olursa olsun, yereldeki yönetim anlayışı köklü bir şekilde değişmediği sürece Orhangazi'nin sorunları çözülemez. Bu ilçede her şey birbiriyle bağlantılıdır: trafik planı ulaşım sistemine, ulaşım sosyal yaşama, sosyal yaşam kültüre, kültür ise halkın moraline dokunur. Ancak Orhangazi Belediyesi bu bütünsel anlayışı yakalayamadı. Hâlâ parçacı, hâlâ günübirlik, hâlâ gösterişe dayalı bir yönetim zihniyeti hâkim.

Mustafa Bozbey'in seçim sürecinde sıkça kullandığı "Gülümseyin, Bursa'dasınız" sloganı, Orhangazi sokaklarında ne yazık ki yankı bulamadı. Çünkü bir ilçeyi gülümsetmek, sadece sloganlarla, tabela yenilemeleriyle ya da açılış törenleriyle mümkün değildir. Gülümsemenin ön şartı huzurdur, düzendir, güvenliktir, erişilebilirliktir. Halkın gündelik hayatına değmeyen hiçbir yatırım gerçek anlamda karşılık bulmaz. Gülümseyen Bursa'nın Orhangazi'ye de uğraması için samimi, yapısal ve çözüm odaklı bir yaklaşıma ihtiyaç var.

Bu nedenle artık yeni bir 150 gün daha beklemeye tahammülümüz yok. Orhangazi halkı sabırsız değil ama kandırılmaktan yorgun. Siyasi hesapların değil, halkın ihtiyaçlarının merkeze alındığı bir döneme girilmeli. Şimdi hesap sorma, sorgulama ve değişim talep etme zamanı. Çünkü bu ilçe daha iyisini hak ediyor.

 
Yüksel AKBAYRAK / TERS KÖŞE / diğer yazıları
•Son Başbuğ’un Türklük Vurgusu ve 10 Kasım’ın Anlamı 10 00:00:00.11.2025
•Milli Ekonominin Temeli Tarımdır 05 00:00:00.11.2025
•CUMHURİYET, dik durmanın, adam olmanın adıdır! 29 00:00:00.10.2025
• “İtin Havlamasıyla Çınar Sallanmaz” 22 00:00:00.10.2025
•Orhangazi’de Siyaset: Menfaat mi, Memleket mi? 14 00:00:00.10.2025
•Velhasıl Bursa Sudan Değil, Susuzluktan İbarettir... 07 00:00:00.10.2025
•Hangi Gençlik? Hangi Ekonomi? Hangi Eğitim? 02 00:00:00.10.2025
•FUTBOL SAHADA DEĞİL, MONİTÖR BAŞINDA OYNANIYOR 25 00:00:00.09.2025
•Gaziler Günü’nün Gerçek Manası Üzerine 19 00:00:00.09.2025
•Halkın Gerçek Gündemi Nerede? 17 00:00:00.09.2025
•Bağımsızlık Bir Kimliktir 10 00:00:00.09.2025
•Boş Tencere Siyaseti Yıkar 03 00:00:00.09.2025
• Ağustos Türklüğün Zaferlerle Yoğrulmuş Ayı 29 00:00:00.08.2025
•ORHANGAZİ’DE SPORUN ÇÖKÜŞÜ: 20 00:00:00.08.2025
•Orhangazi: Kaybolan Potansiyelin Hikâyesi 12 00:00:00.08.2025
•Depremi unutan geleceğini gömer! 05 00:00:00.08.2025
•İklim Kanunu Sonrası Orman Yangınları ve Doğa Katliamları: Ülkemizin Vahim Tablosu ve Yasal Mücadeledeki Eksikler 29 00:00:00.07.2025
•Kağan Usta’dan Gençliğe Yatırım, Bekir Aydın’dan Ücretli Tesis! 24 00:00:00.07.2025
•Bir Ahırın Sessizliği 15 00:00:00.07.2025
•“Zulme Boyun Eğmeyenlerin Efendisi: Hz. Hüseyin” 05 00:00:00.07.2025
•Hücrede Doğan Siyasi Cazibe: Ümit Özdağ ve Yeni Neslin Sessiz Haykırışı 02 00:00:00.07.2025
•150 GÜNÜN ARDINDAN ORHANGAZİ 25 00:00:00.06.2025
•“Hedef Türkiye” Gerçeği: Bir Uyarının Gölgesinde 20 Yıl 18 00:00:00.06.2025
•Ekonomik Gerçekler ve Çözüm Arayışları 11 00:00:00.06.2025
•İznik’te Sessiz Ama Derin Bir Değişim 29 00:00:00.05.2025
•ADD Aile Şirketi Değildir, Egoların Gölgesi Hiç Değildir ADD: Açılımı Artık “Aile Dostları Derneği” mi? 21 00:00:00.05.2025
•19 Mayıs bir uyanış, bir itiraz, bir meydan okumadır 18 00:00:00.05.2025
•Sadabat Paktı Krizler İçinde Doğunun Ortak Aklı 13 00:00:00.05.2025
•"Sadece Bir Kişiye Değil, Bir Duruşa Saldırıdır Bu" 05 00:00:00.05.2025
•Hayalden Hakikate 22 00:00:00.04.2025
•TÜRKİYE İÇİN KRİTİK BİR DÖNEMEÇ İKLİM YASASI VE DEVLETİN STRATEJİK KARARLARI 16 00:00:00.04.2025
•Sosyal Devlet, Milli Devlet ve Atatürkçü Duruşun Mirasçısı 14 00:00:00.04.2025
•En yüce değer ADALET 09 00:00:00.04.2025
•İklim Kanunu’na Karşı Çıkmalıyız! 26 00:00:00.03.2025
•OĞUZ TÖRESİ VE ÇANAKKALE - ATATÜRK'SÜZ ZAFER OLMAZ! 18 00:00:00.03.2025
•Bir Milletin Ruhunu Yaşatan Tarihler 12 Mart ve 14 Mart 12 00:00:00.03.2025
•Oğuz Kağan'dan Atatürk'e Uzanan Kutsal Miras Türk Kadını 07 00:00:00.03.2025
•Güçlü Türkiye için: İklim yasasına hayır! 04 00:00:00.03.2025
•AYNI SENARYO, AYNI FİGÜRANLAR 24 00:00:00.01.2024
•CHP ORHANGAZİ’DE NEREYE KOŞUYOR? 12 00:00:00.01.2024
•HAKSIZLIKLARA ve BASKILARA RAĞMEN... 03 00:00:00.01.2024
•CHP’DE AKIL TUTULMASI MI YAŞANIYOR? 27 00:00:00.12.2023
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.