O cuma, Hacıbayram Camisi dolup taşmış, Atatürk ve arkadaşlarına dahi namazda zor yer açılmıştı.
Namaz sonrası Hamdullah Suphi'nin duaları eşliğinde halk salavatlarla Meclisi açmıştı.
Atatürk, 110 oy ile Meclis Başkanı seçilmişti.
Atatürk'ün Meclis'in ilk yasama gününde yaptığı konuşmada öne çıkan konu ve başlıklar son derece şaşırtıcıdır.
Gazi'nin gündeminde öncelikle Türk halkının onurunun ayaklar altına alınması vardır.
Ona göre İstanbul hükümeti silahı elinden bırakarak namusunu İtilaf Devletlerine emanet etmiştir:
"Yüce makamlarınızca da bilindiği gibi, Ahmet İzzet Paşa Hükümeti, milli temele dayanan âdil bir barışı sağlayabilmek umudu ile ateşkes istedi. Bağımsızlığı uğrunda dürüst ve cesur bir biçimde savaşan ulusumuz, 30 Ekim 1918 tarihinde imza edilen ateşkes antlaşması ile silahını elinden bıraktı.
İtilâf donanmaları İstanbul'a girdikten sonra ateşkes antlaşmasının hükümleri bir tarafa bırakıldı; gün geçtikçe artan bir şiddetle, saltanat hakları, hükümetin gururu, milli onurumuz hiçe sayıldı. İttilâf heyetinden gördükleri özendirme ve koruma sayesinde Osmanlı uyruğundaki müslüman olmayan unsurlar her yerde küstahça saldırılara başladılar.
Meclis-i Mebusan'ın feshi, kuvvetini milletten almayan hükümetlerin sık sık değişmesi ve halkın vicdanından doğan milli birlik uğrundaki çalışmaların üzücü bir şekilde siyasi ihtiraslara kurban edilmesi yüzünden dünyaya karşı milli varlığımız duyurulamadı.
Yabancı kuvvetlerin işgali altında inleyen başkentimizde kan ağlayan bütün onurlu kişiler, millet aydınları, din ve devlet hizmetlerinin önde gelen kişileri, büyük hilâfet ve saltanat makamı milli bağımsızlığımızın bu tehlikeli durumdan kurtarılmasının ancak milli vicdandan doğan birliğin azim ve iradesine bağlı bulunduğuna iman getirdiler. Fakat İstanbul'un baskı ve işgal altında bulunması sebebiyle milli onuru korumaya maddeten olanak kalmamıştır.
(TBMM Tutanakları -- 24 Nisan 1920)
Atatürk, Meclis'in ilk yasama gününde dile getirdiği hususlardan birisi de Padişah Vahdettin'in İstanbul'dan ayrılırken işgal donanmalarını göstererek halkının kendisini kurtarmasını ümit ettiğini söylemesidir:"Padişah Hazretlerinin devletli mabeyni (Sarayda, Padişahın yazı ve görüşme işlerine bakan daire, özel kalem kalem.) yüce başkâtibi vasıtasıyla Padişah Hazretlerinin devletli katına:
Büyük ulusun ve kutsal hilâfetin biricik ve gerçek dayanağı bulunan yüce saltanatınızı Tanrı kötülüklerden korusun? Yüce Padişahım, ülkemizin bu gün uğradığı büyük baskı ve bölünme tehlikesi karşısında ancak yüce varlığınız başta olmak üzere, milli ve kutsal bir kudretin çabası; vatanı, devlet ve milletin bağımsızlığını şan ve şerefi büyük hanedanının altı buçuk asırlık yüce tarihini kurtarabilir. Çevremizdeki kişiler bu genel kanıda birleşmiştir. Son olarak huzurlarınıza kabul edilmek onurunu kazandığımda, üzücü izmir olayı dolayısıyla hüzün dolu olan kutsal kalbinizden doğan kurtuluşla ilgili görüşleriniz bu gün bile belleğimdeki yerini korumaktadır.
Bu duygumu açıklamak isterim. İstanbul'dan son olarak ayrılacağım gün bu şerefe kavuşmuştum. Bu sırada Yüce Şahsınız Boğaziçi'nde bulunan İngiliz donanmasının saraya yönelik toplarını göstererek, «görüyorsun» dediniz. «Ben artık memleket ve milletin, nasıl kurtarılması gerekeceği hususunda kararsızlığa düşüyorum» ve ellerinizi kaldırarak, «inşallah millet akıllanır ve uyanır, bu üzücü durumdan gerek beni ve gerekse kendisini kurtarır» buyurdunuz. Yazımda arz etmek istediğim bu kutsal sözlerdir.
Hükümdarımızın bu gönül dileğinden esinlenerek kesin kararlı ve inançlı olarak görevime devam ediyorum. Hükümdarımızın emirleri gereği Sadrazam Paşa kulunuzu daima önemli konularda aydınlatmakta ve gereğini arz etmekte ve uygulamaktayım. Şu bir ay içinde Zat-ı Şahanelerinin Anadolu'sundaki hemen bütün il, liva, ilçe ve hudut boylarına kadar olan yerlerdeki milletin durumunu ve tüm kumandan ve memurların düşünce ve çalışmalarını öğrendim ve bilgi edindim. Sonuç olarak açık bir şekilde görülüyor ki, millet baştan aşağı uyanık olup devlet ve milletin bağımsızlığı ve yüce saltanat ve hilâfet hakkının korunması için kesin kararlı ve inançla dolu bulunuyor. İstanbul'da iken milletin bu kadar kuvvetle ve az sürede felâketlerden bu derece etkilenebileceğini düşünemedim.
Yüce Padişahım! Bu nitelik ve durumda bulunan ve kutsal şahsınıza bağlılık içinde olan temiz milletinize tam anlamı ile güvenilmesi ve bunun karşılığı olarak da gerçekten bu milli ve vicdani kuvvete yardımcı olunması gerekir. Son kutsal buyruklarınız bütün milletin azim ve yiğitliğini artırmıştır."
(TBMM Tutanakları - 24 Nisan 1920)Birinci Meclis'e katılıp Atatürk ile omuz omuza duran ve onun Meclis Başkanı olması için rey verenlerin arasında; Mehmet Akif Ersoy, Filibeli Hilmi, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Adnan Adıvar, Refet Bele ve Rauf Orbay gibi isimler bulunuyordu.Meclisin de öne çıkan bu isimlerin bir kısmı siyasetten ayrılırken bir kısmı da Kazım Karabekir Paşa'nın liderliğinde Atatürk'e muhalif Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı kurdular.Bu partinin kuruluşuna en sert tepkiyi Cumhurbaşkanı ve CHF Genel Başkanı Mustafa Kemal Atatürk gösterdi.Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kuruluşunu Atatürk Nutuk'ta şu sözlerle değerlendirecekti:Cumhuriyet sözcüğünü söylemekten bile çekinenlerin; cumhuriyeti, doğduğu gün boğmak isteyenlerin, kurdukları partiye 'Cumhuriyet', hem de 'İlerici Cumhuriyet' adını vermeleri, nasıl ciddi ve ne derece içtenlikli bir davranış sayılabilir?
Buna mukabil siyasi ortamın politika üretmelerine mani olduğunu belirten Ali Fuat Paşa da şunları söylüyordu:Cumhuriyetin ilanına kadar bütün inkılap kararları günlerce münakaşa edilerek meclisçe verilirdi. Cumhuriyetin ilanında ve ondan sonraki bazı mühim inkılap kararlarında böyle hareket edilmemişti.
Mevzu meclis sahnesine getirilmezden evvel kulislerde hazırlanıyor bahsi idare taraftarları bundan haberdar edilerek vazifelendiriliyorlardı. Mecliste ekseriya fikir adamlarının bulunmadığı bir zamana tesadüf ettirilerek mevzu emrivaki şeklinde meclis heyet-i umumiyesine getiriliyor hemen bir karar alınıyordu.Kazım Karabekir Paşa ise bir yol ayrımında olduğunu ordu müfettişliğinden ayrılırken verdiği sert istifa mektubunda belirtiyor ve görüşlerinin dikkate alınmamasından yakınıyordu;Bir senelik ordu müfettişliğim zamanında gerek teftişlerim neticesi verdiğim raporlarımın gerek ordumuzun teali ve takviyesi için takdim eylediğim layihalarımın nazar-ı dikkate alınmadığını görmekle teessürüm ve ye'sim fevkaladedir. Uhdeme düşen vazifeyi mebusluk sıfatıyla daha müsterihül vicdan yapacağıma kanaat-i tamme hasıl ettiğimden ordu müfettişliğinden istifa ettiğimi arz eylerim efendim.
9 Kasım 1924 yılında 11 mebus CHF'den istifa ederek ayrılması yeni bir fırkanın en somut nişanesiydi artık.Özellikle Rauf Orbay'ın istifa ederken söyledikleri önem arz ediyordu:Perşembe günü cereyan eden müzakereye verdirilen şekil şimdiye kadar velev haricen olsun muhafazasına çalıştığım birlik imkanını artık selbetti. Cumhuriyet idaresinin teyit ve takviyesi için serbestçe çalışmak üzere fırkadan ayrıldığımı arz ederim.
CHF'den istifalara cevap vermek üzere kürsüye gelen Malatya Mebusu Reşit Ağa'nın sözleri ise iktidar fırkasının muhaliflere bakışını ortaya koyuyordu:Efendiler bunlar cumhuriyetçiyim şöyleyim böyleyim diyerek istifa etmişlerse de kalpleri bunu söylememiştir. Çünkü bunlar mevki-i iktidara geçmek için kavga yapıyorlar.
Özetle söyleyecek olursak, TBMM 23 Nisan 1920 yılında dualar, hatimler ve salavatlarla bir cuma günü açıldı. Bu şekilde açılmasını özellikle Atatürk istedi.Bu süreçte sonradan yolları ayrılacağı birçok isimden büyük destek gördü.Bu birliktelik, vatanın kurtarılmasını sağlasa da sonrasında Atatürk kendisine yeni yol arkadaşları seçerek Meclisi ve hükümeti bu isimlerden arındırdı.