HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 07 KASIM 2025, CUMA

İslâm'ın özü iyiliktir

20.12.2023 00:00
Kur'an-ı Kerimde, Hz Yusuf'un (a.s) kıssasında, insan fıtratının iyi-kötü vasıfları ortaya konur.

Bu kıssada Hz. Yusuf'un (a.s) anne ve babasına bağlığı, kardeşlerine iyilikleri, nefis mücadelesi, adalet, insaf, insana değer, vefa, sevgi saygıyı görmek bakımından tekrar tekrar okunup anlatılması,  nefislerimizin ayıkması, terbiye - tezkiyesi bakımından faydalı olacaktır.

İslam'ın kelime manasından biri barış ve huzurdur. Kur'an-ı Kerim'de, Hasene, hayr, muhsin, sevab,  ihsan, birr kelimeleri çok zikredilir.

İyiliğin dağılımına bakılınca; Kur'an-ı Kerim'de insana gösterilen model kamil insan modelidir. Asıl olan budur. Bu yönü ile ehl-i beyt nefesi,  gönül dostlarının manevi terbiyelerinden nasiplenmiş, mayalanmış Türk milletinin, kişilik yönü büyük ve zengindir. İyiliksever, hatır nazdır. Yeter ki, '' her geceyi kadir, her gördüğünü Hızır bil'' gerçeğinden hareket edelin.

Kötülere iyilik etmek.

Şeyh Sadi diyor ki: ''Kötülere iyilik etmek, iyilere kötülük etmek gibidir.''

İyiliği tesis etmenin kuralı, iyiliği, iyileri korumak ve onların yanında olmaktır. Kötünün, hırsızın, arsızın, eşkıyanın yanında, tarafında olunursa iyilerin hakkı nasıl korunur?

Tuz Parası

Sadi Gülistanda anlatır:

Nuşirevan-ı Adil için bir av yerinde kebap edecekler. Fakat tuz yok. Bir parça tuz getirmek için uşaklardan birini köye göndermişler. Nuşirevan uşağı çağırmış ve :

Tuzu para ile al, ta ki o köyden tuz olmak hükümetçe bir adet olup köy harap olmasın, diye tembih etmiş.

Nuşirevan'ın yanında bulunanlar:

Bir parça tuzda ne fenalık çıkar? Demişler

Nuşirevan:

''Zulmün esası, cihanda evvela az imiş, sonra her gelen bir parça artırmakla bugünkü dereceyi bulmuşlar''

Eğer ahalinin bahçesinden padişah elma yerse, uşaklar ağacı kökünden çıkarırlar. (Gülistan)

Bir hatıra:

Umrede görevli olduğum bir yıl, Safa ile Merve arasında say yaptırıyordum. O gün öylesine yorulmuş ve sıcaktan bunalmıştım ki, Sa'yin bir anında dermanım kesilir gibi oldu. Zemzemin başında biraz dinleneyim derken, bir amcamız aniden başımdan aşağıya soğuk zemzem dökmeye başladı. Başımdan aşağıya dökülen soğuk zemzem beni bir anda kendime getirdi. Hâlbuki ben bir şey söylememiştim. Meğer benim durumumu fark etmiş ve aklınca böyle bir çözüm düşünmüş. Hâlâ hürmetle hatırını sorduğum amcanın bu iyliğini unutamıyorum.

İyilik böyle bir şeydir. Sen niyet ettin mi Allah'ın lütfu ve keremi her iki tarafı da kuşatıyor.

Bu sebeple iylik sahipleri yüce insanlardır. Onlara bu kuvveti Allah veriyor.

İyi olmak, iyilerle beraber olmak, ölümün iyisi ve kolayı ile Hakka yürümek...

Müslümanın hayat elbisesinin süsü budur.

İslam'ın özü iyiliktir.

''Her iyilik bir sadakadır'' hadis-i şerifini düstur edinelim.

''Yine bir kişinin ailesine vereceği bir lokma, pazardan filesini doldurup taşıdıkları, ihtiyaçlarını helal yoldan temin etmesine kadar ''gönül alıcı'' iylikler, sadaka sevabı ile mükâfatlandırılıyor…

Cenab- Hak ayet-i kerimede buyuruyor:

''…İylik edin. Şüphesiz Allah İyilik edenleri sever'' (Bakara suresi 195)

Nu mutlu iyi kişilerden ve iyilerle beraber olabilen, hayra koşan, ve hayra çağıran, hayırda muvaffak olan bahtiyar kişilere

 
FEYYAZ İNANÇ - KULVAR / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.