HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 07 KASIM 2025, CUMA

Bursa Ulu Camiinde gördüklerim III

17.10.2023 00:00
Mihrabın içerisinde aşağı doğru asılı duran bir kandil, bir buket, bir desen yumağı ve onun derununda mum işığı deseni diyebileceğimiz bir sanat harikası tablonun içerisinde bu ayet-i kerime yazılıdır. Ve kendi diliyle ayet-i kerimeyi anlatır.

''Ya Malikel Mülk Zül Celali vel İkram''

Mihrabın kenarında kufi yazı ile 16 kez tekrar edilir

''Mülkün sahibi Celal ve İkram sahibi Allah'tır'' bu cümleleri Ulu Camide çok görüyoruz. Sen ustaların ustası olsan da kibirlenme. Mülk geçicidir. Mal ve mensıb seni kandırmasın. Hak yolundan alı koymasın.

Mihrabın alnında:

''Kalellahü Teala, ''Ve ennel mesacide lillahi fela tedu meallahi ehada. ''

"Mescitler şüphesiz Allah'ındır. O halde Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın. (ve kulluk etmeyin) "

Sadekallahül azim (Azim olan Allah tasdik etti) yazısından sonra, Vebelleğa Resulüllahil kerim''(Kerim olan Allah'ın Resulü bunu açıkladı) yazısı tevhidi gösteriyor. (Cin suresi 28)

" İnneddine indallahil İslam" (Al-i İmran 19)

"Allah katında din İslam'dır"

Bir takım ilahiyatçıların haçlılar karşısında ''bu ayeti okumayalım'' inkâr ve nifakları ayyuka çıkarken Ulu Cami de yıllar öncesinden bu ayet ser levha olarak yükseklere yazıldı. Görünsün diye.

Karşılıklı yazı ile: Kalellahü azze ve celle:

''Şehidallahü ennehü la ilahe illa hüve vel melaiketi ve üli'l ilmi kaimen bilkısd. Lailahe illa hüvel azizül hâkim''(Al-i İmran 18)

"Allah, adaleti ayakta tutarak (delilleriyle) şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de (bunu ikrar etmişlerdir. Evet) mutlak güç ve hikmet sahibi Allah'tan başka ilâh yoktur " (Al-i İmran 18)

Birazda tekerleme:

Netehaccecü, bitehaccici, tehaccece, bihüccaci, tehaccecet, bitahcici, haccecet haccabi''

Anlamı:

(Biz hac yaparız, hac yapanlarla, hac yaparız, hacılarla, sen de hac yap benim hac yaptığım gibi, hac yap kafilemdeki hacılar gibi)

Ulu Cami aksakallı dedenin neşeli yüzüne bürünür. Hoca Nasrettin gibi güldürür ve ders verir.

Tesbih:

Ashab-ı kiramdan bir zat anlatıyor. Allah Resulü'nün kapısını bekledim. Sabaha kadar şu tesbihi okudu:

''Sübhanellahi ve bihamdihi sübhanellahil azim''

Yine Sevgili Peygamberimiz 'Mizanda ağır gelen söz'' demiştir.

Allah Resulüne hitab edişin en can alıcı sözcükleri:

 Batı kapısından çıkarken:''Fedake  ebî ve ümmi Ya Resulallah''

''Anam babam sana feda olsun Ey Allah'ın Resulü

''Veşavirhum fi'lemr''

'İş konusunda onlarla müşavere et' (Al-i İmran 159)

Yine batı kapısı çıkışında sol tarafta yazılıdır. İslam da İstişare bir yoldur. Bir düzendir. Bir dayanışmadır.

Namaz tesbihi:

''Sübhan-ellah'' yazısı karşılıklı yazılmıştır. Sin, be harfinden sonra ha harfini uzatan elifler yan yana geldikten sonra sonsuzluğa doğru yükseliyorlar. Allah ism-i şerifinin elifleri her iki başta avuç içlerinin duaya kaldırılması kadar anlamlıdır. ''Vel'hamdü lillah''

Nun harflerinin içine yazıldı. ''Bütün hamdler Allah'adır.''

Kur'an-ı Kerim hamd ile başlar. Bu bir tevhid cümlesidir. Allah'ın varlığında yok olmaktır. Kendini bilmektir.

''Elifin başına yakın yerden sağdan sola doğru ''Vela ilahe ilallahu vallahu ekber vela havle vela kuvvete illa billahi'l aliyyi'l azim''

Bu cümle ile kul teslimiyetini, zikrini bilmiş olur.

Ya ''fe'alün lima yürîd'' (Buruc 16)

Mübalağali ismi fail kalıbında okunan Ya Fa'al ismi şerifini Ya harfini başa getirerek ayet-i kerimeye bitiştirmiş. Esmayı ayetle yazmış. Faal ismini çift yönlü yazıp üst kısmına ''Lima Yürid''(Dilediğini) kelimesi yazılmış. Demek istiyor ki nereye bakarsan bak Allah'ı görürsün. Onun dilemesi vardır. O vardır. Faili hakiki O'dur. Bu zikir esması da  tekkelerde  koruyucu esma olarak okunur. "

 
FEYYAZ İNANÇ - KULVAR / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.