HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 30 TEMMUZ 2025, ÇARŞAMBA

Türkiye Ceza İnfaz Kurumlarında Derinleşen Kriz: İnfazda Adalet mi, Yoksa Sabır Testi mi?

29.07.2025 00:00
Ceza, suçla orantılı ve insan onurunu gözeten bir yaptırım olmalıdır. Ancak bugün Türkiye ceza infaz kurumlarında uygulanan sistem, bu ilkenin çok gerisindedir. Kapasitesinin katbekat üzerinde mahkûm barındıran cezaevleri, barınma, hijyen, sağlık ve beslenme alanlarında ciddi insan hakları ihlallerine sahne olmaktadır.

40 metrekarelik koğuşlarda 40'tan fazla insanın kaldığı, insanların tuvalet önlerine karton sererek uyumaya çalıştığı, 3 katlı ranzaların dahi yetersiz kaldığı koşullar artık istisna değil, kural hâline gelmiştir. Sıcak suya haftada bir kez erişebilmek, kantinden temel ihtiyaç temin edebilmek ya da revir muayenesi talebinde bulunabilmek ise sadece imkânı olanlar için mümkün hâle gelmiştir.

Beslenme sorunları ise başlı başına bir krizdir. Bir dilim ekmeğin üç kişiye bölündüğü, tek bir çorbayla beş kişinin doyurulmaya çalışıldığı örnekler bizzat mahkûm yakınlarının aktardığı vakalardır. Kantin fiyatlarının yükselmesiyle birlikte, dışarıdan destek alamayan hükümlüler için açlık artık cezanın değil, sistemin bir parçası hâline gelmiştir.

Bununla birlikte, mahkûmların ailelerinden yüzlerce kilometre uzağa sürgün edilircesine nakledilmesi, zaten kırılgan olan aile bağlarını tamamen koparmaktadır. Ekonomik şartlar nedeniyle yapılamayan ziyaretler, mahkûmun topluma yeniden kazandırılması sürecini sekteye uğratmakta, bireyi yalnızlaştırmakta ve içe kapanmaya zorlamaktadır.

Mahpus Sustukça, Aileler Korkuyla Sessizleşiyor

Mahkûmlar yalnızca fiziki şartlarla değil, psikolojik baskılarla da baş başa bırakılmaktadır. En temel hak talepleri —revire yazılmak, dilekçe vermek, şikâyet hakkını kullanmak— disiplin cezası tehdidiyle bastırılmaktadır. Açık cezaevinde bulunan bir mahkûmun yalnızca sesini duyurmaya çalıştığı için kapalı cezaevine alınması, sistemin infaz değil, yıldırma üzerine kurulu olduğunu göstermektedir.

Aynı baskı, dışarıda kalan ailelere de dolaylı biçimde yansımaktadır. Mahkûm yakını olmak artık yalnızca bir duygusal yük değil, aynı zamanda sistemin potansiyel cezalandırmasına maruz kalma riskidir. Platformlarımızda bir araya gelen yüzlerce mahkûm yakını, hak arama sürecinde bile çekinmektedir. "Cezaevi adını yazabilirim ama mahkûmun adını yazarsam sürgün edilir mi?" sorusu, bu korku ikliminin ne denli derinleştiğini göstermektedir.

Öyle bir noktaya gelinmiştir ki, bir diş ağrısı nedeniyle 22 gün boyunca revire çıkmak için beklemek, artık sıradan bir hadise sayılmaktadır. "Kabir azabı" benzetmesiyle tarif edilen bu ağrıya karşı duyarsız kalınması, infaz sisteminin insani değerlerden ne kadar uzaklaştığını gözler önüne sermektedir.

Bugün gelinen noktada şu sorular cevapsız kalmaktadır:

*  koşullarda hangi birey ıslah olabilir?

* Bu sistemin amacı gerçekten rehabilitasyon mudur, yoksa yalnızca tahammül sınırlarını zorlamak mıdır?

* İnsan onuru gözetilmeyen bir ceza infaz rejimi, adaleti temsil edebilir mi?

Merhametin tükendiği, vicdanın sustuğu, insan onurunun görmezden gelindiği bu tablo karşısında sessiz kalmak, suça ortak olmaktır. Ceza, yalnızca özgürlükten alıkoyma değil; bireyi topluma yeniden kazandırma süreci olmalıdır. Ancak bu hedef, bugünkü ceza infaz politikalarıyla değil, insan onurunu merkeze alan bir reform anlayışıyla mümkün olabilir.

 
Nur DEMİR / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.