HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 05 KASIM 2025, ÇARŞAMBA

İZNİK ORHANGAZİ OVASI

26.03.2025 00:00
      Yalova'dan Orhangazi'ye doğru seyahat ederken, bölgenin en çetin kış şartlarını yaşadığımız süpürgelik mevkiinden aşağı doğru inerken karşınızda çok verimli bir ova ile birlikte masmavi İznik gölünü görürsünüz.

     Gölün her iki yanından kuzey ve güney yolları geçmektedir. Önce kuzey yolundan İznik'e doğru bir yolculuk yapalım. Orhangazi'nin içinden İznik'e doğru giden bu yolda önce sağlı sollu seralar görürsünüz. Bu seralarda zeytin fidancılığı ve sebze üretimleri yapılmaktadır. Sırası ile Yeniköy, Üreğil, Çakırlı, Keramet köylerinin(Şimdi ki adı mahalle) altından geçerken yeni dikilmiş zeytin ağaçları ile birlikte yüzyıllar boyu yaşlanmış zeytin ağaçlarının arasından yolculuk yaparsınız. Buralardan geçerken yeşille mavi birlikte tekrar gelmeniz için size el sallar. Bölgenin Çukur ovası olarak görülen Boyalıca beldesi turfanda sebze ürettiği gibi zeytin ve meyve bahçeleri ile bu bölenin en çalışkan insanlarının yaşadığı yeri anlamanızda size hiçbir zorluk çıkarmazlar. Çakırca ve İznik'e doğru yol aldığınızda çeşitli meyve bahçeleri ve üzüm bağlarının arasından İznik ilçesine varırsınız.

    Bu yazımda sizlere İznik'in tarihinden çok, Orhangazi ile ikiz kardeş olan ovasından bahsedeceğim.

    Güney yoluna devam ettiğinizde göl ile beraber yolculuk yaparsınız. Meyve bahçelerinden sonra Narlıca köyüne doğru yaklaştığınızda artık Bursa İstanbul otobanına çıkana kadar Yüz binlerce zeytin ağaçları arasından Sölöz, Dutluca, Gölyaka, Akharem, Gürleler ve karsak köylerinden sonra gitmek istediğiniz Bursa veya İstanbul istikametlerine devam edebilirsiniz. Samanlı ve Katırlı dağlarının arasında kalan İznik Gölü ve bu güzel ovada yetişen zeytin meyveleri dünyanın en lezzetli zeytini ve zeytinyağıdır. Yine anlatılan rivayetlere göre bu verimli ova yıllarca Osmanlı İmparatorluğunun mutfağının ihtiyacını karşılamıştır.

     Bu yazımda sizlere küçük bir turistik gezi ile birlikte İznik Gölü'nün ve bu verimli ovanın son yıllarda yaşadığı sıkıntıları bahsedeceğim. Yıllarca bu verimli ovaya, bir annenin çocuğunu emzirmesi gibi suyunu verip, emeğe hizmet eden İznik Gölü Kapitalizmin hışmına uğrayıp, mantar gibi fabrikaların çoğalması ile birlikte yavaş, yavaş hazinesini kaybetmeye başladı. Her geçen yıl gölün suyu hızla azalmaya başlayıp içlere doğru çekilmeye başladı. İlgililer faturayı tarımsal sulamaya kestiler. Bu verimli ovada sulanmadan nasıl üretim yapılacak? Bilinçsiz sulama yapılmaktadır. Bunu kabul ediyoruz. Tedbirler bilinçli sulama üzerine alınırsa kanımca daha sağlıklı olur. Sanayiye verilen teşviklerin çok küçük bir miktarı da üreticiye damlama sulama olarak verilebilir. Tarımsal sulamayı azaltmanın veya kısmanın üreticiye ve İZNİK ORHANGAZİ OVASINA zararları çok büyük olacaktır.

    Yıllarca bu konuda üreticiler, basın ve STK'LAR çeşitli açıklamalar yapmasına rağmen tedbirler alınmamıştır. Yıllar sonra alınmaya çalışılan tedbirlerle toprak, sebze, meyve ve zeytinler cezalandırılmıştır. Tanrı'nın toprak daha verimli olsun diye hediye ettiği gölün suyunun en mutlu olacağı yer verimli toraklarımızdır.

    İlgililerden alınan bilgilere göre sulama kanallarının pompalarının bu yaz hiç çalıştırılmayacağı veya çok kısıtlı çalıştırılacak yönündedir. Eğer böyle bir uygulama gerçekleşirse üretim çok düşeceği gibi çok zor şartlar altında büyük fedakârlıklarla üretim yapan çiftçilerimizi cezalandırmış oluruz. Bu karardan ilgililerin tez zamanda vaaz geçerek daha gerçekçi yöntemler bulmasını tavsiye ederiz.

 
HASAN AZKIRAN - GÖNÜL PENCERESİ / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.