HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 04 KASIM 2025, SALI

BU ÜNLÜMÜZÜ TANIYOR MUSUNUZ ?

01.05.2023 00:00
Merhaba değerli Okurlarım.

Bu hafta sizlere bir ünlümüzden bahsetme onurunu yaşıyorum. Kendileri ile 1995 de tanıştım şöyle ki; Kurucusu ve Genel Başkanlığını yaptığım TÜRKİYE ŞAİR OZAN VE YAZARLAR KÜLTÜR DERNEĞİ tarafından düzenlediğimiz Türk Edebiyatı Kültür ve Sanat etkinliğimize katılan ünlülerden biriydi SEMAHAT ÖZDENSES. Derneğin çalışmalarını büyük bir dikkatle izledikten sonra, derneğe üye olmak istediğini belirtmesi beni ziyadesiyle mutlu etmişti. Daha sonralarında da birbirimizden hiç kopmadan dostluğumuz sürdü ve zaman zaman da Üsküdarda ki evine beni davet ederdi ve birlikte Şiir ve Edebiyat üzerinde saatler süren tartışmalarımız olurdu. 

Ailece tanıştığımız bu yüce insan benim 35 dakikada yazdığım MUSTAFA KEMALİ ARIYORUM isimli şiirimi de Marş  yapmıştı ancak "Türkiye de İstiklal Marşından başka marş olamaz" diyerek izin vermediğim için bana kısa bir müddet darılmıştı.

Şimdi bu büyük ustamızı kısa biyografisinden tanımaya çalışırken bazı Gönül Dostlarımızın da eserleriyle siz saygı değer okurlarım ve gönül dostlarıma en derin saygı ve muhabbetlerimi sunuyor, gelecek sayımızda beraber olmak umuduyla hoşça ve sağlıklı kalınız.

HASAN AZKIRAN



 



SEMAHAT ÖZDENSES KİMDİR ? 

Kültür ve Sanat Hizmet Ödülü sahibi Semahat Özdenses, en çok bilinen ve sanatçılar tarafından en çok rağbet gören eseri "Akşam oldu hüzünlendim ben yine" adlı bestesinin de içerisinde olduğu tüm eserlerinin telif ve yayım haklarını TSK Mehmetçik Vakfına bağışladı.

1913 yılında Üsküdar'da dünyaya gelen Semahat Özdenses, Pakize Hanım ile Çanakkale şehitlerinden Yüzbaşı İshak Efendi'nin kızıdır.  Lemi Atlı, Refik Fersan, Fahire Fersan gibi usta sanatçılardan ders alan Özdenses, Üsküdar Kız Sanat Okulundaki öğretimini müzik  aşkından dolayı yarıda bıraktı. 1939 yılında Yüzbaşı Faruk Ergökmen ile evlenen Özdenses, uzun yıllar Ankara Radyosunda ses sanatçısı  olarak görev yaptı.

İlk plağı İsmail Hakkı Bey'in hüzzam makamındaki "Beklerim Her Gün" isimli şarkısı ile 1941 yılında yayınlanan sanatçı, 1938 yılında davet  edildiği Ankara Radyosuna katıldığı canlı yayınlarla emekli oluncaya kadar devam etti.

1940 yılında bestekârlığa başlayan Özdenses, Uşşak makamında "Akşam oldu hüzünlendim ben yine" ve "Her mevsim içimden gelir  geçersin"; Hüzzam makamındaki "Dün gece mehtaba daldım" adlı şarkılarıyla adını altın harflerle Türk musikisi bestekârları listesine  yazdırdı. Toplam 35 adet bestesi TRT repertuarında bulunan Özdenses, 1971 yılında İstanbul'a gelerek İstanbul Radyosunda görev yaptı.

Kadıköy Belediye Başkanlığı tarafından Kadıköy Kültür Merkezine ismi verilen, Üsküdar İlçesi Boybey Sokakta ikamet ettiği sokağın adı da  yine kendi ismiyle adlandırılan Özdenses'e, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından 2008 kaldığı huzurevinde "Kültür ve Sanat Hizmet Ödülü" takdim edildi.

Vefatını öncesinde düzenlediği vasiyetname ile "Türk Sanat Müziğine ait tüm eserlerinin telif ve yayım hakkını" TSK Mehmetçik Vakfına bağışlayan Semahat Özdenses'i rahmet ve şükranla anıyoruz.

BAZI BESTELERİ:

Ah Nideyim - Akşam Oldu Hüzünlendim-Bir İhtimal Daha Var - Çıkar Yücelerden

Dün Gece Mehtaba Dalıp - Gül Ağacı-Hasret Dolu Âhım - Havada Bulut Yok

Hem Cemalin - Her Mevsim İçimden-Hicaz Peşrev - Hüseyni Peşrev

       ………………X……………..



 



AYNALAR BANA DARGIN

Bu gün ayna yine dargın bana.

Her gün bir başka bakıyor ayna.

Gözlerim kaymış yağmurdan yana.

Felek hiç  güldürmüyor neyleyim.



Bilmem ki karalar mı bağlasam.

Neye yarar bu gün de ağlasam.

Nisan yağmurlarına sarılsam

Güneş bana  doğmuyor neyleyim.



Sabahın seherinde yalnızım.

Mızrapsız ötmüyor benim sazım.

Ayna çatlak sazım ise kırık,

Teknesi kırık sazı neyleyim.



Geçen zamanda aynaya baktım.

Gözlerim çökmüş bu işe şaştım

Yalan yok, ölüme ateş yaktım.

Bana dargın aynayı neyleyim.



Anladım ki ömür çok kısaymış.

Kalbim göğsümde sıkışıp kalmış.

Anladım ki son nefesim çıkmış.

Altından tabut olsa neyleyim. 

Hasan AZKIRAN/GEMLİK





                    



HAYATTA EN HAKİKİ MÜRŞİT İLİMDİR



Hayatın anlamı, hep öğrenmek ve öğretebilmek

Akıl senindir, yarat eserlerini, yüceltsin insanlık

Yıkılmayasın sakın, cehaletin engelli yollarında

Adımların doğru olsun, yürü hak bildiğin yolda

Takılsan da hayatın dikenli tellerine sakın yılma

Tutkularına esir düşersen, içindeki gerçeği dinle

Arzuların hep olsun, lakin düşmanlığın olmasın.



Emanet kalan, bu yurdun her bağında gül olsun

Nice destanları yazan, şehidimin ruhu şad olsun.

Hak yolunda, Atamın gösterdiği yolundan gittik

Adaletli olmayı da, özgürlüğü tatmayı da bildik

Kötülüğün olduğu yerde nifak tohumu ekmedik 

İyilik çiçeklerini yetiştirdik tüm bahçelerimizde

Kalbimizde her zaman yanar, aydınlık meşalesi

İlelebet yaşayacak kalbimizde, Ata'mın sevgisi.



Mustafa Kemal Atatürk'ün o sözleri bize rehber

Ülkümüz barışı korumak, daha da ileri gitmektir

Rüzgarlarda yarışıp, engin denizlerde dolaşmak

Şerefimiz ay yıldızlı bayrağımızı dalgalandırmak

İstiklalimizi yurdumuzun, ulu dağlarına kazıdık

Tarihimizi Çanakkale de, Dumlupınar da yazdık.



İrfanım hür, vicdanım hür yaşıyorum yurdumda

Laik doğdum, laik öleceğim ben güzel vadimde

İstemem etrafımda dolaşan, o karanlık gölgeleri

Mutluluğumuzu bozamaz, hainin o yalan sözleri

Devrimleriyle aydınlatıyor Atam, her çağda bizi

İçimizdeki ışık yandıkça, herkes uyanık kalacak

Resmine bakarak, büyük Ata'ma selam duracak.

Sebahattin KARAKUŞ/İZMİR





BEN ASİL CUMHURİYET KIZIYIM



Yedi düvelin saldırdığı Çanak kaleden geliyorum.

Anadolu daki, Türk aydınlarına selam veriyorum.

Zaman ve saat  nedir, gün ışığını da hiç bilmiyorum,

Dizlerime dek  gömüldüğüm kan deryasından geliyorum.

Bana emanet edildi, ben asil Cumhuriyet kızıyım 



Dört yanı sarılmış  vatanın, Çanakkale geçilemezdi,

Gördüğüm şu ki, Mehmetçik düşmanı süngüyle kesip geçti.

Binlerce şehit verdiğimiz conk bayırı, bir tarih yazdı,

İşte oradaki kan deryasından yüzerek geliyorum.

Bana emanet edildi, ben asil Cumhuriyet kızıyım 



Yere düşürmedik bayrağımızı, sancağımız dik durdu,

"Allah Allah" sesleriyle durmadan koşan kahraman ordu,

Mustafa Kemalin emridir bu, asker  sanki kudurmuştu,

Milyonlarca canavarı ezdiğimiz yerden geliyorum.

Bana emanet edildi, ben asil Cumhuriyet kızıyım 

Meral OTAN/ANKARA

 
HASAN AZKIRAN - GÖNÜL PENCERESİ / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.