HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 04 KASIM 2025, SALI

KİM BU ÜNLÜ

08.11.2023 00:00
         Merhaba sevgili okurlarım.

         Her zaman olduğu gibi bu gün de sizlere bir ünlümüzü tanıtmak istiyorum.  Ben kendisini belki eksik tanıtabilirim onun için size kendini kendisi anlatsın bakalım kimdir bu ünlümüz ve kendisini nasıl tanıtıyor hep birlikte okuyalım ve tanıyalım.

         HAKKINDA KISA AÇIKLAMA

        Doğum: 18 Mart 1942, de Roma, İtalya da dünyaya gelen Romalı Perihanın gerçek adı Perihan Benli dir.

        Türk soprano, soylu, ressam, manken, köşe yazarı ve oyuncu İran asilzadesi Bijan, Esfandiari-Prince of Bakhtiari İtalya'da evlenmiştir. Zeki Müren tarafından takılan "Romalı" lakabıyla bilinmektedir

 

        BENİ YILMAZ GÜNEY GETİRDİ TÜRKİYE YE

        "Beni de kim getirdi Türkiye'ye biliyor musunuz. Yılmaz Güney. O dönem 17 yaşındaydım. Yılmaz Güney ise 30 yaş civarındaydı ve Fatoş Güney'le evliydi." (bu sözler Romalı Perihan'a ait.)

       "Yılmaz Güney için geldim. Roma'dan bütün her şeyimi bıraktım. Kontratımı bile feshettim İtalya'da düşünün. O dönem 17 yaşındaydım. Yılmaz Güney ise 30 yaş civarındaydı ve Fatoş Güney'le evliydi." Şöhretini yarıda bırakmasına Yılmaz Güney'in sebep olduğunu söyleyen Romalı Perihan, "Ben Yılmaz'ı hiç beğenmedim. Çok itiyordu kakıyordu insanları. Hiç beğenmedim kim ne derse desin. P...sunda bir silah. Etrafında adamlar gezerler. Ben daha hümanist bir kadınım. Ben onun yüzünden sinemaya devam edemedim. "Oynamayacaksın ben cezaevinden çıkana kadar demek, ne demek biliyor musunuz. En zirvedeki kadındım, Roma'yı bırakıp gelmiştim, bu sebepten şöhretimden oldum."


         O öyle yumuşak bir adam değildi. Korkmazsanız yaşatmazlar sizi, rahat ettirmezler sizi."

         Bir dönem İran prensiyle nişanlanan Romalı Perihan, "Bunu ilk defa söylüyorum, aslında ben prenses Perihan'ım. Onların nikahı, imam nikahıyla yapılan nikahtı. Bunu söyleyemediğimiz için nişan dedik biz." diye konuştu.

         Romalı Perihan günümüz sanatçıları için de polemik yaratacak sözler sarfetti. İsim vermeden Deniz Seki'ye çok sert bir şekilde yüklenen Romalı Perihan:"Ağızları ne kadar bozuk. Ne kadar pislikler içiyorlar. Basılıyorlar, asılıyorlar, hapislere giriyorlar ne oluyor?" diye konuştu.

         Romalı Perihan'ın şimdiki sözleri ise Muazzez Abacı'ya yönelik. Muazzez'in sesini beğenmediğini söyleyen Romalı Perihan, "Muazzez'e laf söylemek kimsenin haddi değil ama aooo diye bağırıyor ben sevmiyorum." şeklinde konuştu.

         Romalı Perihan'ın bu sözleri ise Ajda Pekkan ve Tarkan'ı kızdıracak cinsten..."Biz Avrupa'yı fethettik. Paris'te Olımpia'da sahne aldık. Yalan! Olımpia'da kimse Paris sosyetesine konser vermedi. Paris sosyetesinin alkışladığı kimse yok" dedi.


       5 Mayıs 2016, yılında İstanbul Bağcılar da bir hastahanede yoğun bakımda yatarken hayatını kaybetti.

       ROMALİ PERİHAN BENLİ HANGİ ÖDÜLÜ KİME VERDİ ?

Dünyada en çok kıskandığımda  kadındır.  tabii iyi manada. Yerinde olamadığım için atam benim saçlarımı okşamadığı için, evladım  ona  dediği için içimizden  kıskanmışızdır 



MUSTAFA KEMALI ARIYORUM…

 

Ülkü hanımı uzun  zamandır tanıyorum,  bir  çok  davetlerinde, Cumhuriyet  balolarında  ve 6 Nisan 2010 tarihinde  Levent Tenis  Kulübünde  verdiği  doğum   günündeki  muhteşem  partide de  vardım ve ŞAİR-YAZAR HASAN AZKIRAN'ın bu şiirini önce okudum sonrada  alkışlar arasında  şiiri  çerçeveletip doğum  günü  hediyesi olarak  gazeteci ve  müşterek  dostlarımızın  huzurunda takdim  ettim… Çok ama  çok  memnun oldu  gözleri  dolmuştu  ben tiyatral  bir   duyguyla   içtenliğimle  okuduğumda, İlhan  Gencer  beyefendi  mikrofonda  bravo  Perihan hepimizin  tüylerini  diken diken yaptın  diyerek  alkışlar  arasında  beni  anons  ediyordu bu şiiri herkesin dinlemesini  çok  istiyorum… Ben Türkiye şair  ozan ve  yazarlar kültür  derneğinin de fahri  genel  başkanıyım…  Şiirlerin  ta içindeyim  en  güzel  okuduğum  şiir sadece  MUSTAFA KEMALI ARIYORUM adlı  şiirdir… Düşünün  ÜLKÜ Hanım  bize  en  yakın  emaneti   atamızın  ve  ben onun dostu olabilmiş  bir  Cumhuriyet  kızıyım…

                                       Romalı Perihan BENLİ



Mustafa Kemal'i Arıyorum

Bana bir isim söyleyin!

Öyle bir isim olsun ki,

İçinde Mustafa Kemal yazsın!



Gözlerini göreyim harflere bakarak,

Ellerini öpeyim, haritanın çizgilerinde.

Denizlerde, Limanlarda, Tersanelerde,

Bir tek, Mustafa Kemal'i arıyorum.



Demiryollarının ağlayan raylarında,

Toros ekspresinin siren sesinde,

İçine düştüğüm girdap kuyularında,

Kurtarıcı, Mustafa Kemal'i arıyorum.



Bandırma vapurunun küpeştesinde,

Karadeniz'in her metrekaresinde,

Ufuktan doğan güneşin her zerresinde,

Samsun Limanında, Mustafa Kemal'i arıyorum.



Samsun'dan Amasya'ya uzanan yolda,

Bir piyade yürüyor, dağda bayırda,

İsmi de yok, ne bölük de ne de taburda.

Milletinin içinde, Mustafa Kemal'i arıyorum.



Bir İlke, bir İnkılap gördüm,

Önce hayretle baktım, sonra güldüm.

Oysa yanılmışım, çok üzüldüm.

Tarih sayfalarında, Mustafa Kemal'i arıyorum.



Bir Bayrak dalgalanıyor bütün yurtta,

Gülümseyen tatlı bir renk var şavkında,

Şehitlerimizin akan kanı var onda.

Kanımda, Mustafa Kemal'i arıyorum.



Sarı saçı, alev saçan gözleriyle,

Ulusa, Zafer bizim diyen sözleriyle,

'Ya Ölüm, Ya İstiklâl' diyen sesiyle,

Emreden, Mustafa Kemal'i arıyorum.



Bana bir göz gösterin, masmavi olsun.

Bakışlarından dünyayı seyredeyim.

Kirpiklerinde tüm dünyayı göreyim.

Yolda; Mustafa Kemal'i arıyorum.



O; Hazarda İmam, seferde Komutan.

O; tüm dünyaya örnek, yüce bir Sultan.

O; Cumhuriyet, o, millet, o, bir Vatan.

Orda; Mustafa Kemal'i arıyorum.


             HASAN AZKIRAN

………………X………………

    

SEVDİK ATATÜRK

 

Dünyayı gözünden gördük biz senin,

Yürüdük, izinden geldik Atatürk.

Türklük onurunu şaha kaldırdın,

Türk'ü sevişini, sevdik Atatürk.

 

Zaferle güldürdün, bahtı karayı,

Yüreğinle sardın, derin yarayı,

Yıktın, viran ettin, tahtı, sarayı,

Halktan oluşunu, sevdik Atatürk.

 

Yurdumun insanı, esir alınmış,

Analı babalı, öksüz kalınmış,

Vatan toprağında düşman salınmış,

Düşman kovuşunu, sevdik Atatürk.

 

Adını koyanlar çok güzel koymuş,

Mustafa, Kemal'e nasılda uymuş,

Demirdağ seslenmiş, Karpatlar duymuş,

Türk'ü duyuşunu, sevdik Atatürk.

 

Yeşerttin yurdumda, çorak tarlayı,

Huzurla doğuyor, güneşi ayı,

Gıptayla baktırdın, Türk'e dünyayı,

Türkçü duruşunu, sevdik Atatürk.

 

Atatürk dedik ya; milletçe sana,

Bir daha timsalin gelmez cihana,

Mertliğin, ırkından mirastır cana,

Öz Türk oluşunu, sevdik Atatürk.

            AVNİ YEĞİN/ESKİŞEHİR

……………….X……………..



GENÇ CUMHURİYET 

Bir değil, binlerce bedbahtlar, gaflet uykusundaydı.

Tarihin elindeki, toprağımın anahtarıydı.

O anahtar ki verilmez, verilmesi de hataydı.

Ta ezelden ebede korurum seni Cumhuriyet...

 

Tam yüz yaşında olmana rağmen, sen hala çok gençsin

Toprak altında yatan şühedaların önderisin.

Bu ırkın kahramanca mücadelesi senin için.

Ta ezelden ebede korurum seni Cumhuriyet.

 

Doğum tarihini, Tarih sayfalarından öğrendim.

Şükran borçluyum ceddime, seni onlardan öğrendim.

Not defterime baktım, tam yüz bu gün yüz yaşındasın.

Ta ezelden ebede korurum seni Cumhuriyet.

 

Seni kurmak için, milyonlarca canlar heba oldu.

Çanakkale ve de Anadolu düşmanla doluydu.

Aç-susuz-perişandı-sefil di güzel Anadolu .

Ta ezelden ebede korurum seni Cumhuriyet...

                   HASAN AZKIRAN/GEMLİK

………………………X………………..

 

                         ATATÜRK

Aleme bir daha gelmez senin gibi bir sultan.

Türk Milletine sen ettin  bu vatanı armağan.

Atam güçlü askerdin, hem gözü pek kumandan,

Tükenmez bir güneşsin sen, bize ışık tutan.

Üzülür bütün dünya her on Kasım inan.

Rahat uyu yerinde, rahat uyu ey Atam !

Kurduğun bu vatanı koruyacağız biz her an.

                   Gülşen SALDIRANER/GEMLİK

NOT: Bu şiir 2021 Altın Kalemler Son bahar plaket

           ödüllü şiir yarışmasında Türkiye 2 cisi seçildi.

…………………………….X……………………….

ANNE

 

Hiç kimse sevmiyor senin ki kadar,

Yar bile kaşını çatıyor anne.

Ölenle ölünmez diyorsun bana,

Yokluğun derde dert katıyor anne.

 

Bahtiyar olmakta zorlaştık artık.

Hüzünler gönülde yatıyor anne,

Meçhule gittiğin o günden beri,

Güneşim doğmadan batıyor anne.

 

Dinmiyor göz yaşım, gülmüyor yüzüm.

Yüreğim sevgiyle atıyor anne.

Özledim kokunu, özledim seni,

Hasretin içimde tütüyor anne.

 

Rüyalar tesellim oluyor ama,

Geceler huzurla doluyor ama,

Çiçekler açıyor, soluyor ama,

Hiçbir şey yerini tutmuyor anne.

                  Galip KURDOĞLU/ARHAVİ

Bu eser; Hasan Azkıranın Türkiye genelinde

açtığı 8 Haziran 2013 tarihli şiir yarışmasında

276 geçerli puan alarak Türkiye 1 ncisi oldu.



 
HASAN AZKIRAN - GÖNÜL PENCERESİ / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.