HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 04 KASIM 2025, SALI

HASAN CİHAT ÖRTER KİMDİR

05.12.2023 00:00
Merhaba değerli okurlarım ve kıymetli gönül dostlarım.

Bugün sizleri bir değerli Üstat ile tanıştırmak istiyorum. Benim 1994 yılında Kurduğum ve 23 yıl Genel Başkanlığını yaptığım Türkiye Şair Ozan ve Yazarlar Kültür Derneğinin Yönetim Kurulu üyelerinden olan eşsiz bir isimden bahsedeceğim. Pek tabiidir ki ;

Üstad Dr. Hasan Cihat Örter.

Bestekâr, Gitar Virtüözü, Aranjör, Yorumcu, Yazar

Uluslar arası Müzik Sanatçısı.

Hasan Cihat Örter'i Üsküdar da Musiki Derneğinde saygın biri oluğunu öğrendim. Bununla da kalmadım, Benim genel başkanlığını yaptığım Türkiye Şair Ozan ve Yazarlar Kültür Derneğimizin saygın üyelerinden rahmeti Semahat ÖZDENSES'e, rahmetli, Erol BÜYÜKBURÇ'a ve yine rahmetli Romalı PERİHAN' a sordum ve hepsinden aldığım olumlu yanıt bana güven verdi çünkü bu derneğe alacağımız üyenin eksi yanı olmamalıydı ve hatta C. Savcılığından da sabıka kaydına kadar istiyorduk. Neticede Hasan CİHA ÖRTER hakkında aldığımız iyi haberler, derneğe bir sanatçının kazandırılmış olduğu sevincini yaşadım. Bu araştırmanın sonunda da sazıyla derneğimize teşrif eden adı geçen sanatçı böylece derneğimizin saygım bir üyesi oluvermişti.

Aslında Üstat Hasan Cihat Örter ile ilgili azmak istediklerim pek çok ama sayfalar yetmez o nedenle kendini anlatan özgeçmişini birlikte okuyalım ve bilgi sahibi olalım.

KENDİ İFADESİYLE ÖZGEÇMİŞİ

HASAN CİHAT ÖRTER KİMDİR ?

Hasan Cşhat ÖRTER ; 24 Ekim 1958 yılında İstanbul'da müzisyenlerle dolu bir Ailede doğdu. Amcası, Rebetiko sanatçısı Buzuki Erol Örter'di. Ailesinden gelen müzik yeteneği ile Midilli Mübadili ve İst. Bld. Konservatruarı Piyano ve Müzik Hocası Babaannesi Nadire Hanım tarafından 2, 3 yaşlarında Piyano ve daha sonra Keman ile müziğe başladı. Daha sonra da Klasik Gitar ile tanıştı ve ilk derslerini 5 yaşından itibaren Prof. Antonio Doumezitch'den aldı (1963-68). Bu arada Jazz gitar ile ilgilenmeye başladı ve 12 yaşında Üsküdar, Bağlarbaşı Halk Evi'nde küçük orkestralarda profesyonel müzik çalışmalarına başladı. Üsküdar Musiki Cemiyeti'nde, Emin Ongan'ın 'Türk Müziği' derslerine katıldı, makam ve nazariyat dersleri aldı (1970-74). Yanı sıra Şeref Çakar, Alaattin Pakyüz, Amir Ateş, Ercüment Batanay'dan da Türk Müziği dersleri aldı. Bağlama üstadı Şemsi Yasdıman ile Türk Halk Müziği araştırmasına yönelik çalışmalar yaptı ve bağlama üzerine sentezler geliştirdi. (1973-76), Mürşidi Prof.Dr. Ahmet Yüksel Özemre ile Tasavvuf üzerine dersler aldı. Kadıköy Ticaret Lisesi'den mezun oldu. (1977) Lise dönemi boyunca Berklee College of Music den üç yıl boyunca Corrospondance Jazz Harmony, Music Composition, Arrangament dersleri aldı ve daha sonra Boston, Berklee College of Music'e özel burs kazanarak, Amerika'ya gitti. Burada Kompozisyon, Aranjörlük ve Jazz Armoni derslerini tamamladıktan sonra dört yıllık okulu iki yılda üstün "Master's Degree" derece ile bitirdi (1977–79), (Anotolian Folk Song's Composotions) William G. Leavitt, Barrie Nettles, Oliver Nelson ile çalıştı ve Jazz Composer Gordon Delamond'un tavsiyesi ile Belçika Kraliyet Liege (Conservatoire Royal of Liege) Konservatuvarı'nda,ile (1979 -80) Müzikle Terapi (Modern Music Theraphy ) Yüksek Lisans ve Doktora çalışması yaptı.

http//:www.hasancihatorter.ist

e-mail : hasancihatorter@hotmail.com

Değerli okurlarım ve sevgili Gönül Dostlarım, İçimizde yaşayan bir değerli Kültür ve Sana Adamı Üstat Dr. Hasan Cihat ÖRTERİ tanıtmanın gururunu yaşarken, bazı değerli şairlerimizin şiirlerini de sunarak saygı, sevgi ve muhabbetlerimi ifade ediyor, gelecek sayımızda bir başka ünlüyü tanıtmak üzere hoşça ve sağlıklı kalmanızı temenni diyorum hoşça kalın.

HASAN AZKIRAN



Hasan Cihat Örter aldığı ödülün karşılığında Ulusal

Şair Hasan Azkıranı öperek sevincini ifade ederken.



 Üstat Hasan Cihat Örter sayısını kendisinin de bilmediği

ödüllerin arasında görülüyor.







BENİ BENDEN ALAN GÖZLERE VURGUNUM

Öyle tatlı bakıyor ki masmavi gözlerin

Hele o pembe dudaklardan dökülen sözlerin

Ya da boynu bükük çocuksu tatlı hareketlerin

Beni benden alıp ta uzaklara götürüyor.

 

Bir melek edasıyla beynime şiirler yazdın

Baygın gözlerle bakarken kalbime aktın

Ellerimi tutup, hafif hafif okşadığın anın

Beni benden alıp ta uzaklara götürüyor.

 

Hayatımın en hareketli anlarındayım

Uykusuz geçen gecelerin koynundayım

Kurduğum hayallerin gerçek rüyası.

Beni benden alıp ta uzaklara götürüyor.               

                          Hasan AZKIRAN/GEMLİK

……………….X……………….

 

GELİRİM

Kaderimsin deyip gel diyorsun ya

Yüce dağı aşa aşa gelirim

Beni çölde Mecnun ediyorsun ya

Yollarında pişe pişe gelirim

 

Şu masum yüreğim susmaz ki sana

İçim kaynar artık bil senden yana

Özümden sözümden sen anlasana

Yalınayak düşe düşe gelirim

 

Adını andıkça titriyor içim

Aşkına meftunum yapmışım seçim

Bendeki sevdanı sorma o biçim

Yüreğimden taşa taşa gelirim

 

Tanrı yazmış dedin sözü bağladın

Köz bastın sineme yürek dağladın

Yol yaptın kalbime, âşkı sağladın

Düşünmeden koşa koşa gelirim

AYNUR GÖKALP/BURSA

20/11/2023 Saat 11.16

………………..X…………….

 

MERHABA ÖĞRETMENİM

 

Nasıl geçti yıllar anlamadım.

Sana bir selam salamadım.

Sıla benim için oldu gurbet.

Harabe olmuş okuduğum mektep.

 

Benim canım öğretmenim.

Iraktı bana senin memleketin.

Çoktur bende senin emeklerin.

Bana hakkınızı helal edin.



Dilinde sevgi elinde kalem.

Senden gelir benim seviyem.

Sendin bana her şeyi öğreten.

Senin ahlakındı beni eğiten.

 

Ne zaman bir zora düşsem.

Yardımcım oldu öğrettiğin kalem.

Kitaplara defterlere tutundum hep.

Aktı yüreğimden kara mürekkep.

 

Senin yüzünü asla eğirmedim.

İlaç gibi geldi bana öğrettiklerin.

Güller bıraktım eğittiğin yollarda.

Zambak koksun mezarında.

    GÜLBİYE ÖZTÜRK/BURSA

     24.10.2023 saat 14.00



………………………………….X…………………………….

BENİ BENDEN ALAN GÖZLERE VURGUNUM

Öyle tatlı bakıyor ki masmavi gözlerin

Hele o pembe dudaklardan dökülen sözlerin

Ya da boynu bükük çocuksu tatlı hareketlerin

Beni benden alıp ta uzaklara götürüyor.

Bir melek edasıyla beynime şiirler yazdın

Baygın gözlerle bakarken kalbime aktın

Ellerimi tutup, hafif hafif okşadığın anın

Beni benden alıp ta uzaklara götürüyor.

Hayatımın en hareketli anlarındayım

Uykusuz geçen gecelerin koynundayım

Kurduğum hayallerin gerçek rüyası.

Beni benden alıp ta uzaklara götürüyor.

Hasan AZKIRAN/GEMLİK

……………….X……………….

GELİRİM

Kaderimsin deyip gel diyorsun ya

Yüce dağı aşa aşa gelirim

Beni çölde Mecnun ediyorsun ya

Yollarında pişe pişe gelirim

Şu masum yüreğim susmaz ki sana

İçim kaynar artık bil senden yana

Özümden sözümden sen anlasana

Yalınayak düşe düşe gelirim

Adını andıkça titriyor içim

Aşkına meftunum yapmışım seçim

Bendeki sevdanı sorma o biçim

Yüreğimden taşa taşa gelirim

Tanrı yazmış dedin sözü bağladın

Köz bastın sineme yürek dağladın

Yol yaptın kalbime, âşkı sağladın

Düşünmeden koşa koşa gelirim

AYNUR GÖKALP/BURSA

20/11/2023 Saat 11.16

………………..X…………….

MERHABA ÖĞRETMENİM

Nasıl geçti yıllar anlamadım.

Sana bir selam salamadım.

Sıla benim için oldu gurbet.

Harabe olmuş okuduğum mektep.

Benim canım öğretmenim.

Iraktı bana senin memleketin.

Çoktur bende senin emeklerin.

Bana hakkınızı helal edin.

Dilinde sevgi elinde kalem.

Senden gelir benim seviyem.

Sendin bana her şeyi öğreten.

Senin ahlakındı beni eğiten.

Ne zaman bir zora düşsem.

Yardımcım oldu öğrettiğin kalem.

Kitaplara defterlere tutundum hep.

Aktı yüreğimden kara mürekkep.

Senin yüzünü asla eğirmedim.

İlaç gibi geldi bana öğrettiklerin.

Güller bıraktım eğittiğin yollarda.

Zambak koksun mezarında.

GÜLBİYE ÖZTÜRK/BURSA

24.10.2023 saat 14.00











 
HASAN AZKIRAN - GÖNÜL PENCERESİ / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.