HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 03 KASIM 2025, PAZARTESİ

YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN.

03.01.2024 00:00
    Merhaba değerli okurlarım ve kıymetli gönül dostlarım.

    Sizleri bu güne kadar yaptığım araştırmalarım sonucunda; bazıları aramızdan ayrılmış ve bazıları da hayatta bulunan kıymetli gönül

dostlarımızı ve de Devlet adamlarımızı eserleriyle birlikte tanıştırmanın

onurunu yaşadım ve bundan sonra da devam edeceğimi umuyorum.

    Kıymetli dostlarım öncelikle yeni yılınızı kutluyor, geçmiş yılları mazide bırakıp, yeni yılımızda duygu ve düşüncelerimizi değerlendirmek çok daha Doğru olacağı düşüncesindeyim. Ancak  unutamayacağımız çok önemli Konularda var elbette ama onlara girersek belki yanlış yapmış olurum düşüncesiyle en doğrusu, 2024 yılı ve gelecekteki yıllarımızda; hasta olanlara, yürüme zorluğu yaşayanlara, ekonomik sıkıntısı olanlara,

Yüce Allah dan, 2024 yılının bolluk, bereket ve dertsiz bir yıl olması ve Ülkemizin her türlü felaketlerden korumasını ve insanlarımızın barış ve huzur içinde yaşamalarını niyaz ediyorum.

      Yaptığım araştırmalar neticesinde bazı anonim şairlerimizin yazdığı kıymetli eserleri ile sayfamı süslemeye çalışacağım umarım beğenirsiniz.

      Bu vesile ile tüm okurlarıma selam, saygı, sevgi ve muhabbetlerimi Sunuyor tekrar YENİ YILINIZI KUTLUYORUM.

HASAN AZKIRAN

 

BU YILDA SESSİZ GEÇTİ YENİ YILIM

Yalnızlığı yaşarken dört duvar arasında,

Kâbusların hoyratlığı kalbimi çok yordu.

Kapatmak istediğim gözlerim karanlık da,

Yalnızlığım, çaresizliği çağırıyordu.

 

Yıllarım hep böyle geçti, hiç alışamadım.

Bir yeni yıl daha gelir mi bana bilemem.

Yıllarca, yalnızlık acısında  tutsak kaldım.

Gelecek yıllar meçhul zilleri çalıyordu.

 

Bu gece tatlı bir ses bekledim uzaklardan,

Ne yazık ki, sanki onlar başka başka kandan.

Çok üzgünüm ne arayanım var ne de soran.

Yıllarım çileyle geçti, yok sesimi duyan.

 

Yalnızlığa hep boyun eğdim sessizliğimde,

Göz yaşlarımı kalbime akıttım bu günde.

Ey yüce Allah'ım neydi günahım, bana de.

Sessizlik ve böyle yaşamak var mı kaderde.  

                      HASAN AZKIRAN/GEMLİK

………………………X…………………..

Geldi Yeni Yıl

Geldi yeni yıl,

Mutluluk verdi her yıl,

İyileri barıştırsın bu yıl,

Geldi yeni yıl.


 

Geri sayıma geçmeden,

Atar kalpler her sefer,

Heyecan içimizi deler,

Herkes dikkatle bekler.


 

Geri sayıma geçtik mi,

Kapanmaz mı ışıklar,

Kapkaranlık ortamda,

Boğuluruz sayılarla.


 

Asıl zaman 0'dadır,

Her şeyin başlangıcıdır,

Bir dendi mi o 0,

Geldi yeni yıl


…………………..x………………..

Yılbaşı Gecesi

Yine bir yılbaşı gecesi bugün

Bir yılı daha devirdim sensiz

Tam yedi yıl olacak

Saatler on ikiyi gösterdiği zaman


……………………….X…………………….

YENİ YILLARA

Bugün geçmiş ne fark eder

Yarın olacak ne de olsa

Umutlar kırılmış neye değer

Bugünlerde gelecek nasıl olsa


 

Kırılmış kalpler yok olmuş

Ben buradan göçeli yıllar olmuş

Görecek miyim bu günleri

Düşünemiyorum her şey el olmuş

           İsmail Özdemir


………………..x……………..

Yeni Yıl

bir yaş daha büyüdük

girdik yeni yıllara

on iki ay yürüdük

vardık yeni yıllara


koca bir yıl devrildi

takvim başa çevrildi

hoş geldi, sefa getirdi

erdik yeni yıla yarınlara


Yeni Gelen Yıl

………………………x…………………

Yılbaşı

Eski takvimden bir yaprak kaldı,

Demek geçen yıl iyice usandı,

Umutlar bu yeni yıla dayandı,

Geldi yılbaşı, yılbaşı, yılbaşı.


 

Dünyamız bir yaş daha ihtiyarladı,

Nice insanlarla doldu boşaldı,

Sevinciyle kederiyle bir yıl geride kaldı,

Geldi yılbaşı, yılbaşı, yılbaşı.


 

Hangi canlı dünyada ebedi kaldı,

Yaşımız bir yıl daha çoğaldı,

Söylemek istemesem de ömür daraldı,

Geldi yılbaşı, yılbaşı, yılbaşı.


Mustafa Yazka

…………………x………………….

Yıl Başı

Geldi yılın başlangıcı,

Kutlarız biz bu akşamı.

Ailelerle baş başa,

Oynarız tombala.


Huzurlu olsun diye edilir dualar,

Birbirlerine hediye verir dostlar.

Okullarda çekiliş yapılır,

Öğretmenler de katılır.


Yılbaşı Geldi

Yılbaşı geldi,

haydi coşun çocuklar.

bütün mahalle,

coşsun çocuklar.

Bu yıl başını,

iyi geçirin çocuklar.

karla oynayın,

coşun çocuklar.

okullar, evler,

sokaklar, caddeler.

kar yağdı her yere,

haydi coşalım çocuklar.


Yeni Yıl

Öyle çok şey değil

Yeni yıldan beklediğim

Katta, yatta, arabada

Para pulda da gözüm yok.

Şans oyunları: Piyango

Toto loto çıkmasın, istemem

At yarışı zaten oynamam

Bir avuç duadadır ümidim


Çok şey değil yeni yıl

Çok değil senden beklediğim

Bir yudum sevgi

Bir tutam sıcaklık getir yârdan.


Yeni yıl, yeni bin yıl

Nasılsa sende geçip gideceksin

Ömrümden bir parçada sen koparacaksın

Ne isteyeyim ki

Giden yılı aratma yeter.


Fahri MADEN

………………………..x………………….

Yılbaşı

Ömür yaprağımdan bir sene sildi

Bakarak yüzüme yeni yılbaşı

Geçen yıldan birkaç hatıra kaldı

Hoş gelmez gözüme yeni yılbaşı


 

Hayatta bizleri neler bekliyor

İnsan yaşlandıkça beden tekliyor

Dert üstüne gamı derdi ekliyor

Düşer mi özüme yeni yılbaşı


 

Dışarı çok soğuk dağlarda karlı

Yaşarım hayatta edepli arlı

Bir yanım yaralı bir yanım zarlı

Yarar mı çözüme yeni yılbaşı


 

Alemin tümünü yıllar eylemiş

Kimi iyi kimi kötü söylemiş

Felek bizi eğri büğrü eylemiş

Rast gelmez düzüme yeni yılbaşı


 

Çağları bilir mi ne yazmış Huda

Ömür bağlanmıştır belli mi yada

Bir sen mutlaka derim elveda

İnan bu sözüme yeni yılbaşı


Mehmet Akçay



 
HASAN AZKIRAN - GÖNÜL PENCERESİ / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.