HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 07 KASIM 2025, CUMA

Ulu Camiyi ziyarete hazır mısınız? -I-

26.09.2023 00:00
Öyleyse zikir meclisi kurulmuş, halaka tamamlanmış, devran başlayacak. Zikri yönetecek olan zat şu ayet-i kerime'yi okuyor… Doğu kapısından içeri girdiğinizde sağ omuz hizasından hemen karşınıza çıkan ayeti:

''Ela bizikrillahi tedmeinnül kulub'' ''Kalpler ancak Allah'ın zikri ile tatmin olur (huzura kavuşur''(Rad 28)

Sonra siz dervişlerin arasına katılıyor, Allah diyerek, Hu diyerek, Hay diyerek, salâvatlar okuyarak, tevbe-i istiğfar ederek zikrediyorsunuz. Ehl-i beytin isimlerinin yazıldığı çerçevede yazan. Meded Ya Ali'nin, Hz Fatıma, Hz Hasan ve Hz. Hüseyin'in (Şu an mevcut değil) kasideleri duyulur sanki zakir başından…

Zikir ayetinin yazılı olduğu bu direğin hemen karşısında, Allah (c.c)- Muhammed (s.a.v) yazılı iki kare çerçeve vardır. Hemen üstünde ''Errahmanirrahim''(Rahman ve Rahim) ''Fissemavati vel'erd'' (semada ve gökte) ve Müminûn suresinin ilk ayetleri…

Sadece bu duvardaki kompozisyonu okumak mümine Ulu Camiyi dolaştıkça kâinatın zikrini, eşyanın hakikatini, kalbe gelen tecellilerin bir dervişin gözüyle okumasını ve anlatımını yaşarsınız.

Bir hadis-i şerifte: '' Allah'ı zikreden ile zikretmeyenin misali ölü ile diri gibidir.''buyrulur.

 Zikirde hayat vardır.

Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de bizlere: ''Ey iman edenler Allah'ı çok zikredin''(Ahzab 41) ''Beni zikredin bende sizi zikredeyim'' buyurur.

 (Bakara152)

Bu caminin ilk imamı Süleyman Çelebi de şöyle diyor:

Allah adın zikredelim evvela

Vacib oldur cümle işte her kula



Allah adı olsa her işin önü

Her giz ebter olmaya anın sonu



Allah adın her kim ol evvel ana

Her işi asan eder Allah ana



Bir kez Allah dese aşk ile lisan

Dökülür cümle günah misl-i hazan,



İsmi pakin pak olur zikreyleyen

Her murada erişir Allah diyen



Aşk ile gel imdi Allah diyelim

Derd ile göz yaşı mil ah edelim

Zikir konusunu anlamak ve anlatmak için elimizde çok kıymetli bir eser vardır. Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın eserini tekrar tekrar baştan sonuna kadar okumak gerekiyor. Zikri, tarifini, ayet ve hadisleri, ehl-i beytten, saadet asrından yaşanmış örnekleri, tasavvufi derinliği ve tesiri bakımından önemlidir.

Ayete'l kürsî:

Birbirini takip eden direklerde kelime kelime bu ayet-i kerime yazılıdır. Aslında cami dediğimiz zaman gerek mihraplarda, gerek direk ve duvarlarda ''Ayete'l Kürsi'nin yazılı olduğu görülür.

Bu da bu ayetteki sırrı, mümini kuşatan tesiri, feyzi, koruması sebebiyledir.

Fed'ûhu muhlisine lehüddin /''O halde dinde ihlâslı ve samimi kişiler olarak O'na dua edin'' ( Mümin-65)

Kur'an-ı Kerim ve sünnetteki ölçü, yapılan bütün iş ve fiillerin niyetlerin ''Allah'ın rızasını'' gözeterek ortaya konmasıdır.

Bir ayet-i kerime'de: ''Halis din Allah'ındır'' buyrulur. Tertemiz din. İçine hiçbir şirk bulaşmamış, hurafeden uzak, tevhidi, iman esaslarını esas alan inanç.

Tertemiz bir dua ile yönelmek.  Ahlaken tertemiz olmak… Görevlerde tertemiz olmak…

Allah'ın halifesi olan insana yakışan bir duruş ve ortaya konan mükemmel şahsiyet, kâmil adamlık, er kişilik bu büyük ''ihlâs'' rütbesi ile kazanılır.

(Devam edecek)

 
FEYYAZ İNANÇ - KULVAR / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.