HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 07 KASIM 2025, CUMA

Mahzun bir kalbi sevindirmek

05.12.2023 00:00
Kur'an-ı Kerimde bu ümmetin vasfı ''HAYIRLI ÜMMET''

''Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.''

(Al-i İmran -110)

''Onlar, Allah'a ve âhiret gününe inanırlar; iyiliği emreder, kötülükten menederler; hayırlı işlere koşuşurlar; İşte bunlar iyi (salih) insanlardandır.'' (Al-i İmran süresi 114)

Hiçbir iylik karşılıksız bırakılmayacak

''Onların yaptıkları hiçbir hayır karşılıksız bırakılmayacaktır. Allah, takva sahiplerini çok iyi biliyor'' (Al-i İmran 115)

İyliğin nebevi ölçüsü:

Resulullah (sav) "Her Müslümanın sadaka vermesi gerekir" buyurdu. Allah Resulüne: "Ya bulamayan olursa?" diye soruldu. "Eliyle, çalışır, hem şahsı için harcar hem de tasadduk eder" cevabını verdi. "Ya çalışacak gücü yoksa?" diye soruldu "Bu durumda, bir ihtiyaç sahibine yardım eder" dedi. "Buna da gücü yetmezse?" dendi. "Marufu veya hayrı emreder" dedi. "Bunu da yapmazsa?" diye tekrar sorulunca: "Kendini başkasına kötülük yapmaktan alı kor. Zira bu da bir sadakadır" buyurdu.

Hz. Ali'den (R.A) rivayet edilmiştir ki:

''Allah'ın işitmesi bütün sesleri kapsamıştır. Kim ki, bir kalbe sevinç verirse Allah o sevinçten bir lütuf yaratır. O kimseye bir musibet geldiği zaman, bu lütuf akan su gibi o kimsenin kalbine akar, su deve tersini silip attığı gibi o kimsenin kalbindeki kederini silip atar.''

''İhtiyaç giderememek, onu ehl-i olmayandan istemekten daha kolaydır''

''İhtiyacın için sık sık Müslüman kardeşine başvurma. Çünkü buzağı anasının memesini emerken ifrata kaçarsa, anası onu süser.''

Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) hadis-i şeriflerinde bildirdiğine göre, insanların geçtiği yoldan zararlı bir cismi kaldırmak bile imanın şubelerindendir.

Müslümanların medeniyetinin temel noktasında bu tevhidi terbiye vardır.

Tarihin şahitlik ettiği vakıf medeniyetinde iyliğin izlerini görürüz.

Hastalar için şifahaneler, yolcular için hanlar, çeşmeler vardır. Kuşlar için, insanlar için hasta haneler vardır. Muhtaçlar için kese taşları vardır.

Ana babaya, komşulara, akrabaya, dostlara iylik vardır.

Yeşile, çevreye, taşa, kuşa… iylik vardır.

Müslüman, Allah'ın ve Onun Sevgili Habibinin (s.a.a) ahlakı ile ahlaklanan iylik elbisesini giyen demektir.

İylikseverlik, kadirşinaslık

beşaşet sahibi güleryüzler saçandır.

Çocukluğumda İstanbul Hanımefendisi Hacı anne vardı. Aman Allah'ım… Evinin kapısını güler yüzle açar, güler yüzle karşılar ve güler yüzü, nazik sesi, içli hatır soruşu ile gönlümüze genişlik verirdi. Çok merak ederdim acaba sinirlenince nasıl oluyor diye. Nihayet bir gün dede ile arasındaki sitemkâr konuşmalarına şahit oldum. Birbirlerine taş atmıyorlar gülün yapraklarını atıyorlar.

En sinirli zamanının taşkınlığına bakın. Hayran olurdum bu nasıl aile bağlılığı, düzeni, anlayışı.

Bu ne büyük ahlak ve insan ilişkisiydi. Allah Rahmet eylesin.

Kapı komşumuz Fehmi amca vardı. Benim elimden tutar bahçesine götürür tulumbadan su çekip, yüzümü yıkardı.  Bazen elma, bazen de fındık verip gönderirdi. Hep rahmetle anarım.

Dünya bu iyiler ve iyilikler ile ayakta durur.

İyiliği bir saraya benzetirsek…

Güler yüz, saf bir gönül, ihtiyacı olduğu halde karşısındakini nefsine tercih, tok gözlü, tamahkarlık yok, tevekkül, cömertlik, görünür bu sarayda.

Sevgi ile ayakta durur. Bu saraya giren huzur bulur.  Kendini güvende hisseder.

Nezaket, şefkat, hatır, değerli olma, sabır, saygı, gönül alma, gönül bilme vardır.

Hani Yunus demişti:

''Hepisinden iyice bir gönüle girmektir.''

 
FEYYAZ İNANÇ - KULVAR / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.