HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 07 KASIM 2025, CUMA

İyilik Müslüman’ın şiarıdır

12.12.2023 00:00
Bu şiar güneş gibi karanlıkları deler, aydınlık getirir.

Bu şiar Fırat gibi geçtiği topraklara can verir.

Atalarımız ''iylik yap denize at. Balık bilmez ise Hâlik bilir'' demişlerdir. Iylik, değer vermek, gönül almak, ihtiyacı en iyi şekilde karşılamak için yapılır. Asla başa kakılmaz. Bu durum ilahi bir ikaz ile yasaklanmıştır.

''Güzel söz ve bağışlama, arkasından incitme gelen sadakadan daha iyidir.'' (Bakara suresi 263)

(Açıklama.

Hayır yaparken kalp kırılmaması, fakirin küçümsenmemesi, eziyet edilmemesi ve yapılan iyiliğin başa kakılmaması, gösterişten kaçınılması emredilmiştir. Aksi halde yapılan hayırdan fayda ve sevap yerine karşılık olarak günah ve azap gelir… Heyet Meal)

Kaybolan Deve

Adamın biri kaybolan devesini her tarafta aradığı halde o kızgınlıkta bulduğu takdirde bir pula satacağına söz verir. Nihayet devesini bulunca da bu sözünden caymayı düşünür.  Çoluk çocuğun rızkını temin ettiği biricik devesini bir pula satılığa çıkarınca herkesin hemen alacağını bildiği için, verdiği sözü yerine getireceğini merak ederken biri gelip akıl verir.

Bu da verilen akla uyarak devesinin boynuna bir kedi asar ve bir de yazı yazarak pazara çıkarıp satılık eder. Yazıda şu ibare vardır.

Deve bir pula, fakat kedi bir pula ikisi birlikte satılıktır, ayrı pazarlık edilemez.

Deve için gelen müşteriler düşünürler taşınırlar ve en sonunsa şöyle derler.

Çok güzel ve iyi devedir. Fakat boynundaki gerdanlığı olmazsa.

Molla Cami bundan sonrasını şöyle izah eder. Böyle kimseler ettikleri iyiliğin boynuna öyle bir minnet gerdanlığı asarlar ki devenin değerinden yüz defa ağır gelir.

Bu konuda Ömer Seyfettin'in ''Diyet'' isimli hikâyesi hatırlanırsa başa kakılan iyiliğin ne demek olduğu çok iyi anlaşılır.

Bostandan Hikâye:

''Gönül insanlarından biri sıtmaya yakalanmıştı. İlacı şekerdir bunun dediler. Bir dostu filan kişide var ondan biraz iste, dedi. Gönül dostu:

- Ölüm acısı, onun ekşi suratının verdiği sıkıntıdan iyidir'' diye cevapladı.

Aklı başında olan kendini beğenmişlikle dolu kimsenin elinden şeker yemez. Çünkü onun eli şeker, yüzü sirke yapar.''(Sadi Şirazi)

Zekat, ibadete teşvik ve dinin heybeti için açıktan verilir.

Sadakalar, hayır hasenat, yürekleri okşayan rahmet serinliği gibidir.  Gizli vermesi daha uygun olur. Önemli olan, yapılan iyiliği sadece, Allah için yapmaktır.

Bir zengin geliyor, bakkal efendiden borçlu ve mağdur durumda olanları soruyor. Şu kadar insanın borcunu veriyorum, yalnız kim olduğumu şöyleme diyerek çekip gidiyor.

''Ameller niyete göredir'' (Hadis-i Şerif)

Bir arkadaşım anlattı.

Cami inşaatı devam ederken biri geliyor. Bu caminin minaresini kesme taştan yaptırmak istiyorum sizce uygun mu diyor. Evet, cevabı verilince adam bütün masrafını bırakıp giderken diyor ki:

Lütfen kim olduğumu söylemeyin...

İyilik müminin önemli vasfıdır.

Ayet-i kerimede geçen dua:

Okunuşu:

''Teveffenî müslimen ve el hiknî bis sâlihîn'' (Yusuf suresi 101)

Anlamı:

''Canımı Müslüman olarak al ve beni salihlere (iyilere) kat."

 
FEYYAZ İNANÇ - KULVAR / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.