HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 07 KASIM 2025, CUMA

Bursa Ulu Camiinde II

12.10.2023 00:00
Kuzey kapısında, büyük, çerçeve içerisinde, Mustafa İzzet efendinin yazdığı ayet-i kerime:

Okunuşu:

"Vallahu ğalibün ala emrih"

Anlamı:

''Allah, işinde galiptir''(Yusuf suresi 21)

Hakka yönelen kul, Rabbi'nin kudret ve azameti karşısında acziyetini bilir. Hükümranlığına, boyun eğer.

Sen nice planlar yaparsın ama O'nun (c.c) dediği olur. Hüküm O'nundur. Ve işlerinde galiptir. Eşi ve benzeri yoktur. Dilediği zaman dilediğini, dilediği şekilde yaratan ve yok edendir.

Ulu Cami'nin ulu minberinde ulu bir yazı:

''Men kale lailahe illellah Muhammedün Resulüllah dehalel cenneh'' (Hadis-i Şerif)

Anlamı:

''Her kim Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed Onun Resulüdür derse cennete girer.''

Diyalogcular çırpındılar. Tevhidin ikinci kısmının akaidi ile oynadılar. İftiranın en büyüğünü sergilediler. Ne hikmettir ki bu hadis-i şerifin yazılışındaki mükemmellik ilahi bir tokat gibidir. Hz Muhammed'in aşkından divane olan Süleyman Çelebi'nin imamlığını yaptığı minberde nakş olunan tevhidin aslı budur.

Ulu Cami'nin Ulu minberindeki Ulu yazı,  Livaü'l Hamd sancağındaki asliyeti ile Kelime-i Tayyibe ''En güzel Kelime'' (İbrahim suresi 24) diye Allah'ın övdüğü Kelime-i Tevhid cümlesi ile akaidin dersini, vaazını veriyor.

Dedim ya Ulu Cami zamana sesleniyor.

Minberinde, dini ve sanat yönü yanında ilmi bir yönü de var.

Dillere destan minberin batı yüzünde üç defa ''El Mülki lillah''(Mülk Allah'ındır''yazılıdır.

Doğu tarafında:

 ''El mü'minu filmescidi kessemeki fil ma''

(Mü'mim mescidde sudaki balık gibidir)

Yine basamakların üstünde ''Vel'münafiku fil'mescidi ket'tayri fil kafesi''

(Münafık mescidde kafesteki kuş gibidir)

Hadis-i şerif mescid adabını, müminin mesciddeki durumunu anlatıyor. Münafığın içi rahatsızdır. Hemen mescidden çıkmak ister. Ama mümin camiyi sever. Camiden hemen ayrılmak istemez. Zikirden zevk alır. İbadet ile iç içedir.

Minber...

Kündekari denen bir ağaç oymacılığı ustalığı ile ortaya konan minberdeki gezegen ve güneş sistemini gösteren işaretler hayret vericidir. Galile 1600 yıllarında galaksi sistemini savunduğu için kilise tarafından idama mahkûm edilmişti. Bu konuda ayrı bir çalışma da vardır. ( Bursa Ulu Camii Minberi. Feyzi Ülgü )

Mihrabında tevhid nakışı:

Mihrabın üstünde Allah (c.c) ve Muhammed (s.a.v).

Muhammed ismi-i şerifi içerisinde Ha harfinin altında 'Sübhanellezi esra biabdihi leylen minelmescidil harami ilel'mescidil aksa'' (İsra 1) ''dal'' harfi içerisinde: ''Sümme dena fetedella, fekane gabe kavseyni ev edna''(Necm 8-9) yazılıdır. Bu ayet-i kerimeler miracı anlatan ayetlerdir. Resulüllah'ın yakınlığını ve yüceliğini anlatır.

Mihrabın her iki yanında Şahadet cümlesi vardır:

Sağında: Eşhedü en lailahe illellah'' (Ben şahadet erdim ki Allah'tan başka ilah yoktur) Solunda:'' Ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Rasülüh" (Yine ben şahadet ederim ki, Hz. Muhammed Mustafa Allah'ın kulu ve Resulüdür.)

Mihrabın üst iki köşesinde tevhid vardır:''

Sağ köşede  ''Allahu Rabbuna'', Rabbimiz Allah.

Sol Köşede: Muhammedun Nebiyyuna', Peygamberimiz Muhammed dir.

Bu cümleler aynı zamanda kabirde sorulacak ilk soruları da hatırlatıyor.

Mihrabın içinde tevhid var.

Mihrabın ortasında kufi yazı ile ihlâs suresi (Bir ismi de tevhid suresidir) yazılıdır. İhlâs suresi şirk ile imanı tefrik eder. İman ile küfrü ayırt eder. Teslisi reddeder. Tevhidi açığa çıkarır.

Dünyada ve ahrette kurtulacak olanlar müminlerdir.

İhlâs suresinin altında Rabbena duası vardır:

Rabbena atina fiddünya haseneten vefil ahreti haseneten ve kına azabennar''

"Ey Rabbimiz! Bize dünyada iyilik ve güzellik, ahirette de iyilik, güzellik ver. Bizi ateş azabından koru." (Bakara 201)

Mihrabın iç yazısındaki dua'da tevhid var:

Elhamdülillahillezi hedâna li'l İslâm.

Vecea'lna min ümmeti Muhammedin

Anlamı:

(Bize İslam ile hidayet veren, Ve bizi Muhammed'in (s.a.a) ümmetinden kılan Allah'a hamd olsun)

Ayet-i Kerime.

Okunuşu:

"Kul kullun ya'melu 'alâ şâkiletihi ferabbukum a'lemu bimen huve ehdâ sebîlâ"

Anlamı:

''De ki herkes, kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar. Bu durumda kimin doğru bir yol tuttuğunu Rabbimiz en iyi bilendir'' (İsra suresi 84)

 
FEYYAZ İNANÇ - KULVAR / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.