HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 07 KASIM 2025, CUMA

Basiret

08.05.2023 00:00
Basiret, kelime anlamı ile, hakikate ermek, tanımak, i̇bret almak, marifet ışığı, kalp ve akıl gözü, keskin anlayış, derinlik, öze esasa vakıf olma anlamına gelir.

Gökyüzüne, yıldıza, güneşe,  yeryüzüne, ağaca, çiçeğe ibretle bakan, (gören, anlayan, idrak eden) Allah'ın kudretinin eserini açıkça görür...

Prof. Dr. Haydar Baş Bey, kainatı bir kitaba benzetir. Allah'ın kudretini, "kainat kitabından" okumalı der.

İbret gözü ile baktıkça bu kitabı ömrümüzde okuyarak bitiremeyiz.

Allah'ın yaratmasındaki güzellik sonsuz...

Allah'ı görmek, O'nun kainattaki, insandaki yansımasını görmek demektir.

Bunu kul görür.

İmam Ali (a.s) buyurur ki:

"Görmediğim Allah'a ibadet etmem"

Allah'ı, kudreti, hikmeti, yaratması, kısaca esması, sıfatları ile görürüm diyor.

Kalbe iman yerleşti mi, aklı, feraseti, basireti, tertemiz kalbi ile Allah'ın eserini açıkça görür. Gördükçe, bağı, sevgisi, teslimiyeti katlanır aşka erer.

Bunun için ayine-i kalp (kalp aynası) saf, berrak, lekesiz tertemiz olması gerekir.

Prof. Dr. Haydar Baş Hocamız eşyanın hakikatini anlatırken şöyle der:

"Zaman, bütün hakikatlerin kendisinde tecelli ettiği bir varlıktır. Cenab-ı Hakk'ın bütün isimleri onda tecelli eder. Yani, zaman, Allah'ın isimlerinin görünümüdür"

"Eşya ve âlem Allah'ı tanımak için bir araçtır. Eşya ve âlemler. Allah'ın bilinmek, tanınmak isteğinden dolayı yaratılmıştır."

(Prof. Dr. Haydar Baş. Dua ve Zikir. s 185. İcmal yy)

Tecelli olunca kul ne hisseder?

Tecelli olunca, kalp nurlanır feyiz dolar , düşünce  berraklaşır.

Müminler, ihlası, teslimiyeti, takvası nisbetince bunu (tecelli), ahlakında, inancında, abdest, namaz, oruç, hac...Kısacası ibadetlerinde, iyiliklerinde, işinde, helal haram ölçüsünde yaşar... Hisseder..

Kimi zaman sâlih rüyalar ile Allah müjdesini, yakınlığını hissettirir...

Mevlâna Celaleddin Rumi der ki:

"Kim can gözüyle görürse gözü, her şeyi apaçık görür."(Mesnevi cilt 6 Beyit no. 4405. Semazen.net)

Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim de, Ehl-i Beyt için "tertemiz" buyurdu. (Ahzab 33)

Hz. Fatıma, on iki imam'ın (a.s) hutbeleri, ilmi temelleri, Allah'ın ihsan ettiği basiret menbaı, hakikat güneşidir.

Sen Allah'a yakınlaştıkça, rahmetini, lütuf ve ihsanlarını daha iyi görürsün. Gördükçe daha iyi tanırsın. Marifet deniyor buna.

Muhterem Hocamız Prof. Dr. Haydar Baş Bey, tarihi Türk tasavvufunu, Ehl-i Beyt deryasına bağladı.

İlk kaynağı böyle idi.

Ayet-i kerimeler düşünüp anlamaya davet ediyor:

قُلِ انْظُرُوا مَاذَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِؕ

"O hâlde, ey Peygamber! Senden mûcize isteyenlere de ki: "Göklerde ve yerde ne muhteşem mûcizeler var, bakın da ibret alın!" (Yunus 101)

فَاعْتَبِرُوا يَٓا اُو۬لِي الْاَبْصَارِ

" Ey basiret (akıl) sahipleri, İbret alın!"

(Haşr süresi 2)

Kur'an-ı Kerim'de ki misaller, kıssalar, benzetmeler, tefekkürün,  anlayış ve kavrayışın uyanması içindir.

Neml süresinde karınca, Nahl süresinde arıdan, Ankebut süresinde örümcekten... Bahsediliyor.

Bunlardaki gizemi, Allah'ın verdiği kabiliyeti, beceriyi gör demektir.

Yine ayet-i kerimelerde, deve, atlar, ziraat, bitkiler, gök, yer, yıldızlar, insanın yaratılışı vardır.

İnsan şuuruna hitap eder...

Hz. Mevlana der ki:

"Gönül gözünü kıldan ve hastalıktan arit, sonra köşkünü görmeyi gözet. Kimin canı, heveslerden arınmışsa derhal tertemiz Tanrı tapusunu, Tanrı dergâhını görür. Muhammed, bu ateşten, bu dumandan temizlendiğinden nereye yüz çevirse orada Allah cemalini gördü. Seni kötülüğe sevk eden vesveselere yoldaş oldukça "Semme vechullah"ı (Allah'ın vechi) (Bakara 115) nasıl bilebilirsin? Kimin kalbinde kapı açılırsa gönül göğünde yüzlerce güneş görür.

Yıldızların içinde ay nasıl görünürse başkaları arasında Tanrı da öyle görünür." (Mesnevi c 1 Beyit no

1395 Semazen.net)

Yakin, (kesin bilgi) tasavvuf tabiri ile üç mertebedir.

İlme'l yakın

Ayne'l yakin

Hakka'l yakin.

İlme'l yakın.

İlim, bilgi, araştırma, öğrenme, duyma yoluyla kazanılan, ulaşılan bilgi.

Ayne'l yakin.

Göz ile bizzat görerek kanaat getirilen, emin ve mutmain olunan bilgi...

Hakka'l yakin. Akıl, bilim, bilgi, ilham, kalp ile bütünleşen, seziş, ilim zirvesi.

Basiret, feraset, keramet vicdanın gıdası olmuştur.

Emir ve yasakları, tebliğ ederken, anlatırken Kur'an-ı Kerim'in bu ölçüsüne, seviyeye, merhaleye, dikkat edilmelidir.

Ehl-i Beyt ilminin, on iki imam'ın engin pınarı hakka'l yakındir. İrfan, izan, ihsan, ihlas, ilham... Gönül dalında bülbüller gibi kıyamete kadar şakır dururlar.



 
FEYYAZ İNANÇ - KULVAR / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.