HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 07 KASIM 2025, CUMA

Bir hatırlatma ve sadakanın fazileti

18.04.2023 00:00
Zekat emrinin bu denli önemini yazarken etrafımıza bakmadan edemiyoruz. Müslümanlar imanları sebebiyle Ehl-i Beyt gönüllü olarak infaka koşmalıdırlar.

Devlet idarecileri de Müslümanları zekat verecek derecede yükseltmelidir. Bu da millet ve devlet olarak kalkınma ve kuvvet bulma demektir.

Bu yönü ile Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in 'Milli Ekonomi Modeli', 'Sosyal Devlet Milli Devlet' isimli eserleri üniversitelerimizde ders kitabı olarak okutulmalıdır. 

Zekat verenler çoğaldıkça, mal canlanacaktır. Üretim artacaktır.

Allah Resulü'nün beyanı ile, 'Veren el olmaya gayret gösterilmelidir.

Bir ayet-i kerime var. 'Onlar zekat vermek için çalışırlar.' (Müminun, 3).

Zekat vermek için malın olması, paran olması gerekir. Zekat verecek kadar güçlü olun demektir. Allah Resulü fakirliği yermiş ve şöyle buyurmuştur:

"Allah'ım! Ben küfürden ve fakirlikten Sana sığınırım."

Bir adam şöyle arz etti: "Bu ikisi denk midir?"

Peygamber şöyle buyurdu: "Evet!"

İmam Ali (a.s), oğlu Muhammed b. Hanefiyye'ye şöyle buyurmuştur: "Oğlum! Fakirliğe düşmenden korkarım. Ondan Allah'a sığın; çünkü fakirlik, dini noksanlaştırır, aklı şaşkınlığa düşürür, düşmanlığa sebep olur." (Nehc'ul-Belağa, 319. Hikmet)

Sadaka vermenin fazileti:

Taberani'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v.) buyuruyor ki:

"Kul malım malım der. Kulun malı ancak üçtür:

1- Yiyip yok ettiği,

2- Giyinip eskittiği,

3- Sadaka verip (ahiret için) sakladığı.

Bunlardan başkası ya dünyada iken elden çıkıp gider, veyahut öldüğünde insanlara terk eder."

Sizden hiç biriniz yoktur ki, Allah onunla, aralarında tercüman olmaksızın konuşmasın. Kul sağ tarafına bakar, ahret için takdim ettiği amelinden başkasını göremez. Önüne bakar. Önünde ancak yüzüne çarpan cehennem ateşini görür. Siz cehennem ateşinden bir hurma parçası kadar olsa da (sadaka vermekle) korunun."

"Sizden biriniz bir parça hurma ile olsa da yüzünü Cehennem ateşinden korusun."

"Suyun ateşi söndürdüğü gibi, sadakada hataları yakar.

Ey Ka'b, haram ile gelişen et ve kan cennete girmez, ona cehennem daha layıktır.

Ey Ka'b, insanlar iki zümre olarak gelirler. Biri kendini çözmek için gelir ve kendini kurtarır. Kimi de kendini helak edecek şekilde gelir.

Ey Ka'b, namaz Allah'a yaklaştırır. Oruç bir kalkandır. Sadaka ise suyun ateşi söndürdüğü gibi hataları yakar yok eder."

"Sadaka Allah'ın öfkesini dindirir, son nefeste imansız gitmekten korur." (Kalplerin Keşfi, İmam-ı Gazali).

Resûlullah (s.a.v) buyurdu: "Bir dirhem sadaka yüz dirhem sadakayı geçti."

Biri sordu: "Ey Allah'ın Resulü, bu nasıl olur?"

Resûlullah (s.a.v) buyurdu: "Adamın çok malı olur, onun bir kenarından yüz bin lira alır, tasadduk eder. Bir adam da vardır ki, elinde iki lirası vardır. Onun birini sadaka olarak verir."

"Senden bir şey isteyeni reddetme. Tırnak kadar bir şeyle olsa bile."

"Kendi gölgesinden başka hiçbir gölge bulunmadığı gün Allah, yedi kişiyi kendi gölgesinde gölgelendirir. Onlardan biri de sadaka verip onu gizleyen, hatta sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyen kişidir."

(Buradaki sadakadan murat nafile sadakalardır. Zekâtların açıktan verilmesi daha makbuldür.)





 
FEYYAZ İNANÇ - KULVAR / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.