HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 07 KASIM 2025, CUMA

Değerler ne oldu ?

16.08.2023 00:00
Gençler deizme kaydı.

İnanç, ibadet, ahlak erozyona uğradı.

Örtünmek, şeklinden, anlamından çıktı. Aklı muşevveşler (uygunsuz, düzensiz, dağınıklık ) çoğaldı.

İbadet edenlerin oranları düştü.

Faiz yiyenler, krediye bulaşanlar arttı.

Köylü bir amca anlatmıştı.

Hoca araba almış.

Sormuş, nasıl aldın?

Kredi ile.

Bana dedi ki, daha kurban parasından vereceğini vermedi...

Hem faizi alıyor. Hem borcunu ödemiyor. Hem kul hakkını hiçe sayıyor.

En büyük yıkım muhafazakar dedikleri ailelerde ve şehirlerde yaşandı.

Zina yasal hale getirilince edep dibe vurdu.

Bir öğretmen abimiz anlatmıştı.

Namazdan çıktık. Komşu esnaf nasıl günah işlediğini anlatmaya başladı...

Ayet-i Kerime de buyrulur:

"Muhakkak ki namaz, çirkin işlerden ve kötülükten alıkoyar."

(Ankebut süresi 45)

İbadet kötülüklerden, günahlardan alıkoyacak.

Fakat ibadeti bu şuur ile yerine getirmediği, hakkını vererek huşu içerisinde eda etmediği için günahtan, günahını açıkça söylemekten kurtulamıyor.

İbadet ettiğini söylediği halde, ailesine, çocuğuna, anne babasına, komşusuna, hayvanlara haksızlık yapabiliyor...

Prof. Dr. Haydar Baş Bey, ibadetin önemini söyle anlatır:

 İbadetle insan önce "hukukullaha/Allah'ın hukukuna, hududullaha/Allah'ın çizdiği ölçülere" dikkat eder. Ondan sonra kulların hukukuna, herkesin hukukuna riayet eder. Bilir ki, herkesin hukuku, Allah'ın hukuku ile ilgilidir... Karıncayı bile incitmez. Bu sözgelimi olarak söylenmiş bir şey değildir.

İbadet insanı diriltir, inşa eder. Kalbi ölmüş insanın bedeni ölse ne, ölmese ne? Ama diri kalp, Allah sevgisi ve sevdası ile doludur. Allah'a sevgi O'nun mahluku ile de bağlantılıdır, direkt ilgilidir. İstesen de kopartamazsın. Yani Allah'ı seven bir insan, istese de mahlukuna ihanet edemez. Hayvanından, bitkisine, çiçeğine kadar. Yunus'umuz ne güzel demiş: "Yaratılmışı severim, Yaradandan ötürü." Doğru söylüyor.

"İbadet insanı nefsin esaretinden kurtarır..."

"Başkası sizi esir etse, hiç olmazsa mazlumsunuz. Bunda mazlum değilsiniz. Bunda ise zalimsiniz. Nefis ipini gevşetmeyeceksin. Oysa sen, ipini sıkacak yerde, yuları onun eline verdin. Onu Allah'a secde ettireceksin. Allah'a kul olacak o. Bu noktaya geldiğiniz zaman Allah'a sevdanız başlar. Hürriyetinize kavuşursunuz. Nefsin esaretinden kurtuldunuz mu, hür olursunuz. Hür oldunuz mu, Allah'la beraber olursunuz. İbadetle olur bütün bunlar. İbadetsiz olmaz.

Aksi olunca, kesinlikle nefsine kul oluyor insan. Yaptığı ibadetle kendini kandırır. Yaptıklarını "Ben, ben, ben..." demek için yapar. Işin merkezinde "ben" olunca da, günün birinde hepsini terk ediyor. "Benlik" çıkıyor ortaya ve başlıyor itiraz etmeye; "O'na gerek yok, ben varım ya."

İbadetle gerçek hürriyetin tadını alan insan, ölümü yeniyor. "Ölüm sana vuslattır Hakk'a kavuşmak için."

(Prof. Dr. Haydar Baş. Yaşayan Kur'an Sünnet İcmal yy S 31-32)

Kısaca ibadetin, akıl, ruh, irade ve kalbini kuşatamadığı bir yaşantı ortaya çıktı.

Bunun sebebi, dindar gözükenler yanlış örnek oldular.

Televizyonlar aileyi ve edebi yıkan programları ile zirvede.

İbadet ettiklerini söyleyen yöneticiler buna izin veriyor.

Çocuklar, kadınlar, yaşlılar güçsüzler saldırılara maruz kaldı.

Boşanma oranları zirve yaptı. Aileler darmadağınık.

Uyuşturucu çantadan gemilere ulaştı.

Kendinden olan kim olursa olsun, hangi yanlışı yaparsa yapsın makbul.

Hırsızlık her kapıyı çalar oldu.

Topluma güya manevi destek vermesi gereken cemaatler, iktidar malı hırsına kapıldılar. Bir koltuğa zikir ve fikirlerini sattılar.

Adalet bitti, adam kayırma göklere çıktı. Gelir dağılımı perişan.

Bunları şeriat, tesettür, hak, hukuk...

diyenlerin devrinde yaşıyoruz.

T.C ibaresi tabelalardan, okullardan gönüllülerden silinmeye çalışıldı.

Mukaddes dinimizden, milli ve manevi değerlerden nefret ettirdiler.

Evet.

Değerleri değersizleştirdiler.

 
FEYYAZ İNANÇ - KULVAR / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.