HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 27 KASIM 2025, PERŞEMBE

KÜRT SİYASETİNİN, BİLİNMEZ ALGORİTMASI…

27.11.2025 00:00
Bahçeli ile başlayan , yeni adı konmamış bir açılım siyaseti ,gündemin en stratejik partiler arası bir santranç tahtasına çevrildi. Günlerdir hatta haftalardır pek çok kimse Bahçeli'nin şifrelerini çözmekle meşgul… Erdoğan'la Bahçeli'nin gerilimleri artıyor mu, ittifak çatırdıyor mu, İmralı'nın yolları açılıyor mu diye diye…Muhalefet hareketleri de bir yandan operasyonların basıncı diğer yandan açılım etrafında açılan gerilimlerin etkisi altında birbirine karşıt konumlara sürüklenmekten kurtulamıyor.

Derinleşen siyaset Kürt siyasi hareketini 3 . bir blok olmayı ve anahtar kimliğini kullanabilir bir ivmeyide , Cumhur ittifakının , yeni anayasa tartışmaları gündeminde iştahını artıran bir mesele haline getiriyor.

Özellikle Terörsüz Türkiye üzerine kurulu meclis komisyonu , kendi iradesini kullanmaktan çok , bir şahış üzerinden bir irade kullanılmasını hem cumhur ittifakı , hemde kürt  siyasi hareketinin tartışılmaz kıldığı bir süreci dayattırıyor.

Bahçeli'nin çıkışı ardından, kapalı oturumla sürdürülen komisyon görüşmeleri İmralı'ya gidiş için yeşil ışık yaktı. Bahçeli'nin İmralı'ya giderim sözlerini bir hafta medya AKP-MHP kavgası diye yorumlayan isimler şimdi aynı hızla kim gitmeli, kim gitmemeli tartışması yapıyor.

Peki kürt siyasetinin tarihsel dokularını politik bir açıdan bakılsığında,40 yıllık bir hareket, ideolojik tutarlılığını tam anlamıyla yitirmiş ve nesnel olan değerler tamamıyla, Emperyalizmin himayesinde onlarla ,eş güdüm bir tutunmayı zorunlu kılmıştır. Karayılan la yapılan röpertaj de ,' Biz Sosyalizmin yeni entegrasyonunu kabul etmiyoruz, ve tüm güçlerimizle ABD ile barış içinde geçinmek ve tek kurşun sıkmayı aklımıza bile getirmiyoruz'' sözleri Ortadoğu da yeni coğrafya ve sistem kurulmasının kendileri içinde bir yer edinme pozisyonunu kuvvetlendiren açıklama olması önemlidir..

Kürt siyasallaması etnik milliyetçilik şeklinde tezahür etmiştir. Bu siyasallaşma bir taraftan sol-seküler ideolojiden diğer yandan dini muhalif hareketlerden beslenmiştir. Dolayısıyla "Kürtlerin siyasetinden Kürtçü siyasete" evrilinen bir süreçte, referans alınan dönem ve olayların bugünkü Kürt siyasetine etkileri tahlil edilmeye çalışılmıştır. Bu anlamda zorunlu olarak geniş bir zaman aralığı ele alınmıştır.

Kendi olamayan hiçbir insan veya hareket başarılı olamaz. Bu kendi olmak illa Kürt olmak değildir. Kendi olmak, kendiyle barışık olmak demek. Kürt siyaseti bu tür bir netlikten ve siyasi ihlastan maalesef uzaktır. Bugün Kürt siyasetindeki pek çok renk , eğreti ve kadük renkler olarak Kürt kimliğinin üzerine serpiştirilmiştir. Erdem gibi görünen bu renkler toplumsal karşılığı olmayan ideolojik gösterişin, entelektüel çiğliğin ve siyasi bir hamlığın yansımalarıdır. Kürtler adına hareket iddiasındaki silahlı örgüt başarısız olduğu gibi Kürt demokrasisinin hakettiği politik hasılatı toplamasına da engel olan bir konumdadır.

Kürt siyasetini tartışmak hem zor hem kolay.Zor olan mevcut iktidarı mektuplarla destekleyen bir Öcalan, diğer tarafta '' Seni, Başkan yaptırmayacağız '' diyen bir Demirtaş..Reel sosyalizm bakışı bir yanda duruşun algoritmasını çözmek isteyenle, Umut hakkı üzerinden , siyasi karşıtlığı olan bir partinin genel başkanına övgüler düzen bir APO!!

Türkiye'de 1908 burjuva devrimi ile birlikte imparatorluk ideolojisinden ulus-devlet anlayışına geçerken Türk ve Kürt ulusları, dağılma noktasında olan imparatorluktan bir ulus-devlet yaratma çabasında olmuşlardır.Bu noktada halen 1924 Anayasası ve sevr dönüş çabalarının kürt siyasetinin hangi rotada olduğunun açık göstergesi  olup, sosyalist sol bile bunun olanaklı olmadığını açık dille savunmuşlardır.

İmralıya Öcalanın yanına  gidilmemesi üzerine konulan santranç , CHP tarafından görülmesi ve bu tuzağa düşülmemesi önemlidir.Bu siyasi hattın özellikle MHP tarafından arınma ve ortak edinme düzeneği, AKP ' nin sessizliği üzerine kurgulan ve ilerde hunharca üzerine sarılacak bir eritilme kurgusundan başkası değildir.

Ya kürt siyasetinin bu bilinmezliğinin bu dönemde ki yapmak istedikleri, sizce masum mu? Kuzey ırak ta şekillenen bir Kürt federasyonu , diğer tarafta kuzey  suriyede ABD tarafından silahlandırılmış bir PYD kürt hareketi , görünmemezliğin DEM deki tezahürü olabilir mi? 40 yıldır ne için terör saçan , onlarca sivil , asker öldüren bu yapı, bulunduğu alan içinde 1050 sol sosyalist devrimcinin de ölümünden sorumlu olduğunu biliyor musunuz?

1984 eylemleriyle başlayan ki, 12 eylül sonrası Türkiye SOL'un üzerinden geçen buldozer , onu örgütsüz ve kitlesel yorgunluğa düşürürken, Kürt siyasi mücadelesi! Bu dönemde evrilselleşmesi ve hareket yeteğenin sağlanması sizce tesadüf müdür? Ve asıl eleştiri Öcalandan gelmiş dağınık Türk solunu korkalıkla itham ederek , kendi haklılığını bunun üzerinden tecelli etmiştir.

Yakın dönemde Kürt siyasetinin kuyrukçuluğunu yapan bir sol hareket, hiçbir analiz ve eleştiri kullanmadan gözlerini kapatarak körebe  oynamışlardır.CHP ' nin ısrarla sorun meclis ve o halkın iradesi demekle , tek kişi ve iradeye icazet bırakmak istememiştir.

Kürt sorununu bugünkü sıkışmadan kurtaracak olan tek şey, bu ülkenin yoksul ve emekçi insanlarını ortaklaştıracak bir mücadelenin örgütlenmesidir. Karşılıklı milliyetçi konumlanışlar bunun önüne geçiyor çünkü, kan' la beslenen bu siyasi hareketlerin ki , aşırı sağcı partiler bu oy oranını bununla kurmuş, Aynısı kürt siyasetinin vazgeçilmez bir prodiksiyonu olmazsa olmazı olmuştur.

1930 kürt isyanlarının analitik algoritması da budur. Kürt ayaklanmasının ardında gericilik ve emperyalizm işbirlikçiliği kadar köylülüğün mazlumluğunu da bulmuştu.

Ulusal sorunun , bizler açısından en değerlisi, Kürt siyasetinin biçimlendiği  konum Emperyalizmi , Faşizmi ve her türlü gerici ittifaklara  karşın tutunduğu durumdur.Kısaca Emperyalizmin kucağındaki bir kürt siyaseti hem kendi halkına  , hemde ortak kaderi paylaşan Türk işçi sınıfı ve Kürt emekçilerine dair en büyük hainliktir.

Çözüm" adı verilen sürecin ABD, İngiltere ve İsrail'in bölge planlarına uyumlu olması dikkat çekicidir .ABD suriye sorumlusu Barrack, ''Cumhuriyetten imparatorluğa geçişin Türkiye için en iyi model olmasını istemesi'' Sevr ve Anayasa üzerinden bir gizli ittifak olduğunu bize fotoğrafını vermiyor mu?

Abdülhamit özlemle anılıyor, Vahdettin övülüyor.Saidi Nursi ve Şeyh Said halk kahramanı ilan ediliyor.Ümmetçi çözümler en yetkili ağızdan dillendiriliyor. Din temelli kardeşlikten söz ediliyor.

Susmuyacağız…

Bu süreç, İsrail'in bölge planlarına uyumlu olduğunu, sermaye sınıfının ihtiyaçları doğrultusunda şekillendiğini tespitle, kararlılığımız,  Türkiye'yi bağımsız ve egemen, herkesin kardeşçe ve eşitlik içinde yaşadığı bir ülke haline getirmek, refaha ve barışa ulaşmak, laikliği tesis etmek şiarımızdır.

Türk ve Kürt emekçileri bu oyunu bozacaktır…

 
Kürşat CÜCÜK / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.