HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 05 KASIM 2025, ÇARŞAMBA

BAŞ DA TAKKE, ELİNDE BAHİS…!

05.11.2025 00:00
Diyanet İşleri Başkanlığı tam anlamıyla, durup dururken bir açıklama yapıyor "Şans faktörüne dayalı olan şans topu, piyango, loto, iddaa, müşterek bahis, ganyan gibi tertip ve oyunlar kumardır ve haramdır''.

Ama aslına baktığınız da , Türkiye'de şans oyunlarından bol ne var?.. Şöyle bir liste her gün insanların hayatlarının bir parçası ve  AKP 23 yıldır iktidarda ;

Milli Piyango Teşkilatı da hükümetin denetiminde ve iktidarın en çok kadrolaştığı alanlardan  biri, At yarışları haftanın belirli günlerinde oynanırken ,bütün hafta yapılmaya başlandı ve hatta gece yarışları bile düzenleniyor.

Pazartesi: On Numara, Sayısal Loto,

Çarşamba: Şans Topu ve Sayısal Loto,

Perşembe: Süper Loto,

Cumartesi: Sayısal Loto.

Pazar  :Spor toto,Süper loto

İddia her gün oynanırken,Kazı kazan hayatın her saatin de umut dağıtmaya devam ediyor. Bunun dışında, Milli Piyango düzenli olarak her ayın 9, 19 ve 29'unda çekiliyor. Ne zaman daha yaygın hale geliyor?

AKP nasıl bir iktidar?

Dini görüşe ağırlık tanıyan, İslami kurallara en çok önem veren ve bunu hemen her alanda yaygınlaştırmak isteyen bir parti.

Diyanet İşleri Başkanlığı kime bağlı?..

AKP iktidarına.

O kurumun başına atamaları kim yapıyor?..

AKP iktidarı.

Peki, nasıl oluyor da, Diyanet AKP'nin yaygın hale getirdiği şans oyunlarını "haram, günah, domuzluk"  olarak tanımlıyor?..

Bu durumda, Diyanet'e göre,  AKP iktidarı insanların her gün "günah" işlemesine, "haram" yemesine, "domuzluğuna" yol açmış oluyor!..

AKP iktidarı dönemin de şans oyunları artığı kadar umudun tazelendiği bir gelir ortaklığı durumuna geldi, oynatırım ve kazandırıım, bir asgeri ücretli i,çin umuda bağlı bir umutsuzluk mücadele etmektense kolay para kazanmnın çaresini bulmak adına şanş oyunları sendikasına üye oluyorlar dı!!

Kısaca AKP hükümetleri, döneminde  kumar 2,5 kat arttı.Evet kumarı haram olarak gören bir Müslüman aile diğer yandan bunu kat kat artıran mucid bir hükümet,ve en acısı bunu dile getirmekten imtina ile kaçan ve yazmayan muhafazakar yazarlar…

Devam edelim, Edilinen bilgiye görede Spor Toto teşkilatışans oyunlarında kş pasta payını yüzde 9 dan, yüzde 44  de çıkardı.

Türkiye de bir mahalle baskısı olarak manşetlere taşıyacağımız baş örtüsü , içkili lokantalar daki baskılar varken, başlarında sarık ve takkeleriyle, İstanbul sokaklarında seküler kimliklere dair namaz çağrısı yapanlar, sadece mahalle baskısını Kumar için şans oyunları için yapmıyorlar dı. O sarıklı ve cübbeli kişiler durup dururken, kendilerine neden öyle bir görev biçiyor?.. "Günahtır" filan diyerek...Çünkü bilinen en uyumlu olmanın karşılığı masumca ilettikleri çağrıların karşılığı olabiliyordu, Kumar için ortaklığı   kazanç olarak görenlere karşın sessizdi.

Hiç düşündünüz mü?

Televizyonlarda bol para ödüllü yarışmalar yapılmaya başlandı. Var mısın Yok musun, Kim 1 Milyon İster, Ahmet Çakar ile Şansa Bak, Tamer Karadağlı ile Hayatımın Şansı, Şans Yolu adlı bol para ödüllü yarışmalar… Ve raytingleri de oldukça yüksek programlar.

 Seçimlerden sonra gelir açığını kapatmak için harlar yüzde 50 artmış,sanş oyunlarında ki vergi oranları 2 katına çıkartılmış, müşterek bahis oranlarında yüzde 5 den yüzde 10, şans oyunlarındaki oran yüzde 10 dan yüzde 20 ye çıkarılmıştı.

Bu pastanın mutlaka sahipleri olacaktı, İsrail'in sonraki hedefi bizi" bahanesiyle halkın üzerine yeni vergi salan iktidar yılın başında Savunma Fonu'nun şans oyunlarından gelen kaynağını yarı yarıya düşürerek Demirören'e kazandırmıştı.(öyle bir geçer zaman ki)

İşin teknik kısmında vatandaş üzerinde ilgi çekme odağı haline  getirme stratejileride uygulanıyordu. Sayısal Loto'da önceden en az 3 bilene ikramiye verdiği, artık 2 bilene de ikramiye verileceği müjde diye verildi. Oysa bu bir kandırmacaydı. Çünkü daha önce tutturulması gereken 6 sayı 1-49 rakam arasındayken, bu rakamlar 1-90'a çıkarıldı.

Hasılatı artırmak için bilet ve kupon fiyatlarını artırıp tutturulması gereken sayıları da yaklaşık iki katına çıkardı. Olan yine vatandaşa oldu. Talih kuşunun tüyleri yolunuyor diyorduk, artık o da gitti, Sisal Şans'la birlikte akbabalar geldi. Varlık Fonu, Milli Piyango'yu Demirören'e ait Şans Dijital A.Ş. ile İtalyan ortağı Sisal Group Demirören Grubu'na 10 yıllığına 28 milyar liraya satmıştı.

Ekonomik krizlerin, gelir dağılımındaki dengesizliklerin ve bireylerin "kolay yoldan kazanma" arayışlarının, bu oyunların cazibesini artırdığı gözlenmektedir.Ve iktidarlar için hamaset söylemlerin sadece birer oy avcılığına dönüşmeside avunulacak bir rüya dan başkası değildir.

Çevrimiçi kumar platformlarının kolay erişilebilirliği, özellikle gençler ve risk grubundaki bireyler arasında bağımlılık oranlarını yükseltmekte, dolayısıyla kumar ve şans oyunlarının toplumsal etkilerini daha da derinleştirmektedir. 

Yani benim ülkemin güzel insanları, hamaset; en acımasız ve omiriliği en  kutsal sömüren  bir araç.Ülke geçim sıkıntısı yaşarken milyonların umudu olmaya koşan bir yapı, Dindarlığı bu kadar savunan bir iktidar tarafından, lümpen ve kısa yoldan para kazanmanın bir hakikat olduğunu beyinlere sokan ,bir nesil peşinde…

Türkiye toplumu kendi kaderini eline alma cüret ve cesaretini göstermezse, başına talih kuşu konmayacak,Baş da takke ile halkı dizayn etmeye çalışanlar ellerinde kalemle bahis oynadıkları bir yerdeyiz..Örgütlülüğü , Toplumsal duyarlılığı ve mücadeleyi bıraktığımız sürece,

Türkiye HALKINA piyangodan amorti bile çıkmayacak…  

 
Kürşat CÜCÜK / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.