HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 29 EKİM 2025, ÇARŞAMBA

AH TRUMP..VAH TRUMP..AMA KATİL AMERİKA…

10.09.2025 00:00
"Kötü Adam Trump" hakkında epeyce yazıldı. Trump oldukça Hitler'e ihtiyaç duyulmayacaktı.Heleki demem bile az rastlanır bir kelime değil mi? En vahimi dünyanın dört bir yanında onu rol modeli alan eski-yeni Trumpçıklar kostaklanacaktı. Ayrıca Trump İngiliz argosunda osurmak demekti. Zart-zurt'u anlaşılabilirdi yani. Yellendikçe yalan söyleyen bir organizmaydı. ABD niyetlerini diplomatik veya dolaylı dille değil camışın göle bıraktığı gibi pattadanak söylüyordu, hepsi buydu.  Nitekim seçimlere giderken Trump da konuyu hemen dış güçlere bağlamış, Rusya ve Çin'in seçimlere müdahale ettiğinden söz etmiş, kilise önüne gitmiş ve eline İncil almıştı.VAYY size neyi hatırlattı !..

ABD ve dünyanın kalanını neyin beklediğini öngörmek ise güç ancak geçmişe bakmak belirsizlikleri azaltmaya yardım edebilir. Seçimlerden sonra Trump'ın "tartışmalı" mesajlarının kapsamı ulusal sınırları aştı. Panama Kanalı ile Danimarka'ya bağlı Grönland'ın "ulusal güvenlik" meselesi olduğunu iddia etti, başka egemen iki devlete ait bu iki toprağın kontrolünü ele geçirmek için "askeri güç" kullanabileceğini söyledi. Trump, kuzey komşusu Kanada'yı da "Gönüllü olarak ABD'nin 51'inci eyaleti olmayı seçmezlerse ekonomik olarak zora sokmakla" tehdit etti.

NATO'yu eleştiren Trump ülkesinin Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) gibi organizasyonlara katılımını sonlandırmış ve Paris İklim Anlaşması'ndan çekilmişti. Biden yönetiminde ABD bu adımları tersine çevirse de şimdi Trump önceki adımlarını tekrarlamayı planlıyor.Yani bir dediğinin bir başkası olmayı ABD ' ye armağan ediyordu.

Trump'ın bu tek taraflı yaklaşımı Beyaz Saray'da bulunduğu ilk dönemde Avrupalı liderleri rahatsız etmişti, ancak Amerikalı muhafazakâr destekçileri memnun.

14 Haziran 1946'da New York'un Queens ilçesinde doğdu. Büyükbabasının 19'uncu yüzyılın sonlarında Almanya'dan  ABD'ye göç ettiği biliniyor.

 Trump Tower gibi önemli yapılar inşa etti. Birçoğu sonradan iflas etmiş oteller, kumarhaneler işletti. Katı bir göç politikası izledi ve sık sık ırkçı yorumlar yaptı. 2016'daki seçim çalışmaları sırasında Meksikalı göçmenler için "tecavüzcü" ve "suçlular" dedi, Meksika sınırına duvar örmeyi ve faturasını Meksika devletine ödetmeyi vadetti. 

Özel yaşamı hareketliydi.. 3 evlilik 5 çoçuk yapma bir hayal olmasada , ahlaki değerlerinin ABD aile yapısına aykırılığını kabul ediyordu…

İlk TRUMP bilinmezlikti amam ikinci Trump bilinme zolmasada , kendi aşırılıklarının cetvel ölçümlerine bile tersti..ilkinde bizdeki Osmanlı sevicilerine benzer bir heybet le sanırım aynı nidalarını kulak aşinalığını yaşattı.

Ve... İşte bu Trump bizde pek yadırganmamıştı, yoksa çok mu aşinaydık? Trump ise son bir kez düşeş atabilirim sandı ama Tek değil Hepyek Adam olarak tarihe geçti. Başkanlığının bittiğinin resmen ilan edileceği gün yüz binlerce taraftarıyla Amerikan Kongre binasının önünde miting yaptı. TRT'deki Diriliş dizisini seyrederken başlarına tencere takıp ellerine tahta kılıç alanların benzerleri, "God God" nidalarıyla kongre binasına saldırdılar, sonrasını biliyorsunuz.

Trump elbette faşişti. Peki HİTLER  onun neresindeydi? SOYKIRIM  ilahı olmanın guru prensi Trump için İSRAİL için terş köşe yaratmadı bile.. : Neden Herkes Trump'ın Faşist Politikasına Şaşırıyor ki?  Trump'ı destekleyenlerin üçte ikisinin bu nitelikleri zaten taşıyor.. Kendisini olup bitenlerin dışında göstererek, destekçilerinin darbe girişimini de desteklemiştir. Zaten "seçimlerde hile yapıldı" demeden önce de, ne diyorsa tersini yapmış, ne yapıyorsa tersini söylemiştir.

Kısacası, orada olup bitenlerin Hitler'in birahane baskınını akla getirmesi boşuna değildir.

Gazze de açlıktan ölen Filistinli çocuklar  ve anneler adına sadece ağıt yakmanın , bir küresel boyun eğme olması, tutkulardan uzakta bir boğaz yutkunmasının acizliğini bilmektir..Trump biliyor ve hedefliyor, İsrail onun yaşadığı ülkede bir Siyonist blogın  ve zenginler kulübünün baş mimarları olduğunu biliyor.. Şerri SUUD vayy hacım diyoruz ya, seküler bir TRUMP dayatması yaşarken , bizde oğlum sen devam et ki bu pazılın en değerlisi sen sin demenin parçalanışını görüyoruz..!

Kayyumlar kötüdür…

Lakin, Dünyanın en faşisti bu dünya ya KAYYUM atandı.. dengeler başı boş artık..sapan ile  topaç sevdiklerimiz yok.. intifada için en güzel hatıra.. yeter dediğimiz çaresizlik tek slogan..

KATİL AMERİKA..

 
Kürşat CÜCÜK / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.