HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 27 KASIM 2025, PERŞEMBE

ÇOCUK HAKLARI KÂĞITTA VAR, SAHADA EKSİK

27.11.2025 00:00
Türkiye'de çocuk olmak, çoğu zaman devlet raporlarının soğuk satırlarında geçen bir istatistik olmaktan çok daha fazlası. Bu topraklarda büyümek; kimi için masum bir oyun çağını, kimisi için ise hayatın daha ilk adımında omuzlara yüklenen ağır sorumlulukları ifade ediyor. Çocuk hakları üzerine yıllardır konuşuyoruz, raporlar yayınlıyoruz, özel günlerde sosyal medya paylaşımlarıyla vicdan tazeliyoruz fakat sahada yaşananlar, bu ülkedeki çocukların hâlâ korunmaya muhtaç olduğunu, hâlâ görülmediğini, hâlâ duyulmadığını gösteriyor.

Bugün Türkiye'de binlerce çocuk, tam da gözümüzün önünde hayatı omuzlarında taşıyor. Kimi tarlada çalışıyor, kimi sokaklarda mendil satıyor, kimi maden ocaklarında babasıyla birlikte ölümü göze alıyor, kimi okula aç gidiyor. Kimisi de evladını koruyamayan sistem yüzünden istismar kurbanı oluyor. Bu tablo, yalnızca sosyal bir yara değil; devletin, toplumun, ailelerin ve kurumların ortak sorumluluğuyla büyüyen bir ülke ayıbı.

Bazı çocuklar Türkiye'de çocukluğu hiç yaşamadan büyüyor. Örneğin mevsimlik tarım işçisi çocuklar… Şanlıurfa'dan Adana'ya, Mardin'den Bursa'ya kadar her sezon aileleriyle yollara düşen bu çocuklar, gün doğmadan tarlaya gidiyor, 35 derecenin üstünde güneşin altında çalışıyor ve çoğu zaman ne eğitim hakkından ne de güvenli bir yaşam hakkından yararlanabiliyor. Tarlada zehirli ilaçlardan etkilenenler var; römorklarda, traktör kasalarında yollarda hayatını kaybedenler var.

Mesaisini okul yerine tarlada yapan binlerce çocuk, Türkiye'nin çocuk hakları karnesindeki en acı gerçeklerden biri.

Bir başka somut örnek, büyük şehirlerin göbeğinde mendil satan, su satan, çöplerden plastik toplayan çocuklar… Bu çocukların çoğu göç mağduru, savaş mağduru, yoksulluk mağduru. Onların yüzündeki çizgiler, yaşlarından onlarca yıl büyük. Çocukluğun en parlak dönemi, onların avuçlarında sadece bir ekmek parasına dönüşmüş durumda.

Türkiye, Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'ye taraf bir ülke. Kâğıt üzerinde çocukların korunması, eğitimi, beslenmesi, sağlığı, güvenliği her şey net tanımlı. Fakat sahaya geldiğimizde bu hakların çoğunun karşılığı yok.

Mesela İstanbul'da yurtlarda kalan çocuklarla ilgili ortaya çıkan istismar vakaları… Ülkenin en büyük metropolünde bile çocuklar güvenli bir barınma hakkına sahip değil. Erzurum'daki bir cemaat yurdunda dövülerek öldürülen çocuğu hatırlıyor musunuz? Ya da Ankara'da bir özel yurtta yıllarca süren istismar zincirini? Bu olayların her biri, "çocuk koruma sistemi"nin sadece kağıt üzerinde olduğunu gösteriyor.

Ayrıca eğitim çağındaki çocukların yüzde 30'a yakın bölümü hâlâ okulu terk riski altında. Özellikle kız çocukları için bu risk çok daha yüksek. Erken yaşta evliliklerin hâlâ sürdüğü bölgelerde, birçok çocuk eğitim hakkından koparılıyor ve hayata eksik başlıyor.

Türkiye'de çocuklar yaşarken korunmadığı gibi, ölürken de hak ettiği şekilde soruşturulmuyor. Mersin'de tarım işçisi aileyi taşıyan traktör kasasının devrilmesiyle hayatını kaybeden 13 yaşındaki Ayşe. Zonguldak'ta babasıyla çalıştığı maden ocağında göçük altında kalan 15 yaşındaki çocuk işçi. Van'da beslediği atın çifte atması sonucu çobanlık yaparken ölen 12 yaşındaki çocuk. Bu örneklerin her biri gazetelerde birkaç satır yer buluyor, sonra unutuluyor.

Ama aslında bu çocuk ölümleri, Türkiye'deki ihmalin, denetimsizliğin, çocuk hakları mekanizmalarının çöküşünün en acı göstergesi.

Türkiye'de çocuk hakları konusunda sıkça konuşulsa da, çocuklar hâlâ riskin tam merkezinde. Yoksulluk, kanun boşlukları, kurum ihmal ve suistimalleri, eğitime erişimde eşitsizlik, çocuk işçiliği, istismar… Bu başlıkların her biri tek başına bir rapor konusu olabilir.

Ancak burada asıl mesele şu: Çocuk hakları bir rapor konusu, bir kampanya konusu, bir sosyal medya etiketi değil; bir milletin geleceğidir. Çocuklarını koruyamayan, onların güvenliğini sağlayamayan, büyüme hakkını desteklemeyen hiçbir ülke ilerleyemez.

Asıl görev devletindir. Sonra toplumundur. Ve en önemlisi vicdan sahibiyiz diyen herkesindir. Çünkü bir ülkede çocukların kaderi, o ülkenin vicdan ortalamasını gösterir.

Bugün Türkiye'de çocuk olmak zor. Ama bu zor gerçeği değiştirmek mümkün. Yeter ki çocuklara gerçekten çocuk gibi davranılsın, hakları korunsun, ihmal edenler cezasını bulsun ve bu ülke çocukların geleceğe güvenle baktığı bir yurda dönüşsün.

Çünkü geleceğin Türkiye'sini kuracak olan, bugün korunamayan o küçücük ellerdir.

 
Yüksel AKBAYRAK / TERS KÖŞE / diğer yazıları
•ÇOCUK HAKLARI KÂĞITTA VAR, SAHADA EKSİK 27 00:00:00.11.2025
•Son Başbuğ’un Türklük Vurgusu ve 10 Kasım’ın Anlamı 10 00:00:00.11.2025
•Milli Ekonominin Temeli Tarımdır 05 00:00:00.11.2025
•CUMHURİYET, dik durmanın, adam olmanın adıdır! 29 00:00:00.10.2025
• “İtin Havlamasıyla Çınar Sallanmaz” 22 00:00:00.10.2025
•Orhangazi’de Siyaset: Menfaat mi, Memleket mi? 14 00:00:00.10.2025
•Velhasıl Bursa Sudan Değil, Susuzluktan İbarettir... 07 00:00:00.10.2025
•Hangi Gençlik? Hangi Ekonomi? Hangi Eğitim? 02 00:00:00.10.2025
•FUTBOL SAHADA DEĞİL, MONİTÖR BAŞINDA OYNANIYOR 25 00:00:00.09.2025
•Gaziler Günü’nün Gerçek Manası Üzerine 19 00:00:00.09.2025
•Halkın Gerçek Gündemi Nerede? 17 00:00:00.09.2025
•Bağımsızlık Bir Kimliktir 10 00:00:00.09.2025
•Boş Tencere Siyaseti Yıkar 03 00:00:00.09.2025
• Ağustos Türklüğün Zaferlerle Yoğrulmuş Ayı 29 00:00:00.08.2025
•ORHANGAZİ’DE SPORUN ÇÖKÜŞÜ: 20 00:00:00.08.2025
•Orhangazi: Kaybolan Potansiyelin Hikâyesi 12 00:00:00.08.2025
•Depremi unutan geleceğini gömer! 05 00:00:00.08.2025
•İklim Kanunu Sonrası Orman Yangınları ve Doğa Katliamları: Ülkemizin Vahim Tablosu ve Yasal Mücadeledeki Eksikler 29 00:00:00.07.2025
•Kağan Usta’dan Gençliğe Yatırım, Bekir Aydın’dan Ücretli Tesis! 24 00:00:00.07.2025
•Bir Ahırın Sessizliği 15 00:00:00.07.2025
•“Zulme Boyun Eğmeyenlerin Efendisi: Hz. Hüseyin” 05 00:00:00.07.2025
•Hücrede Doğan Siyasi Cazibe: Ümit Özdağ ve Yeni Neslin Sessiz Haykırışı 02 00:00:00.07.2025
•150 GÜNÜN ARDINDAN ORHANGAZİ 25 00:00:00.06.2025
•“Hedef Türkiye” Gerçeği: Bir Uyarının Gölgesinde 20 Yıl 18 00:00:00.06.2025
•Ekonomik Gerçekler ve Çözüm Arayışları 11 00:00:00.06.2025
•İznik’te Sessiz Ama Derin Bir Değişim 29 00:00:00.05.2025
•ADD Aile Şirketi Değildir, Egoların Gölgesi Hiç Değildir ADD: Açılımı Artık “Aile Dostları Derneği” mi? 21 00:00:00.05.2025
•19 Mayıs bir uyanış, bir itiraz, bir meydan okumadır 18 00:00:00.05.2025
•Sadabat Paktı Krizler İçinde Doğunun Ortak Aklı 13 00:00:00.05.2025
•"Sadece Bir Kişiye Değil, Bir Duruşa Saldırıdır Bu" 05 00:00:00.05.2025
•Hayalden Hakikate 22 00:00:00.04.2025
•TÜRKİYE İÇİN KRİTİK BİR DÖNEMEÇ İKLİM YASASI VE DEVLETİN STRATEJİK KARARLARI 16 00:00:00.04.2025
•Sosyal Devlet, Milli Devlet ve Atatürkçü Duruşun Mirasçısı 14 00:00:00.04.2025
•En yüce değer ADALET 09 00:00:00.04.2025
•İklim Kanunu’na Karşı Çıkmalıyız! 26 00:00:00.03.2025
•OĞUZ TÖRESİ VE ÇANAKKALE - ATATÜRK'SÜZ ZAFER OLMAZ! 18 00:00:00.03.2025
•Bir Milletin Ruhunu Yaşatan Tarihler 12 Mart ve 14 Mart 12 00:00:00.03.2025
•Oğuz Kağan'dan Atatürk'e Uzanan Kutsal Miras Türk Kadını 07 00:00:00.03.2025
•Güçlü Türkiye için: İklim yasasına hayır! 04 00:00:00.03.2025
•AYNI SENARYO, AYNI FİGÜRANLAR 24 00:00:00.01.2024
•CHP ORHANGAZİ’DE NEREYE KOŞUYOR? 12 00:00:00.01.2024
•HAKSIZLIKLARA ve BASKILARA RAĞMEN... 03 00:00:00.01.2024
•CHP’DE AKIL TUTULMASI MI YAŞANIYOR? 27 00:00:00.12.2023
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.