HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 27 KASIM 2025, PERŞEMBE

Hücrede Doğan Siyasi Cazibe: Ümit Özdağ ve Yeni Neslin Sessiz Haykırışı

02.07.2025 00:00
Türkiye siyasetinde ilginç bir dönemden geçiyoruz. Muhalefetin sustuğu, iktidarın ise her sözü suya yazılmış gibi silikleştiği bir vasatta, cezaevinden çıkan bir siyasetçinin gençler arasında bu denli ilgi görmesi rastlantı değildir. Ümit Özdağ'ın 148 gün sonra hücresinden çıkıp halkın arasına karıştığı o an, yalnızca bir tahliye değil; aynı zamanda mevcut siyasi düzene yönelik bir itirazın görsel temsiliydi.

Özdağ cezaevinden çıktı; ama orada doğan sessiz öfke, sokakta gürültülü bir ilgiye dönüştü.

Ceza değil, gösterilen dirayet konuşuldu


Ümit Özdağ'a verilen 2 yıl 4 ay 3 günlük hapis cezası, hukukçuların deyimiyle "ifade özgürlüğünün sınırlarını zorlayan" bir karardı. Ancak mesele sadece hukuki değil. Bu karar, siyasete müdahalenin şekil değiştirmiş halini temsil ediyor. Özdağ, Kayseri'deki olaylarla ilişkilendirilmeye çalışıldı ama mahkeme kararı bile bunu açıkça teyit etmiyor. Ne var ki bu, onun beş ay boyunca bir hücrede tutulmasını engellemedi.

Ama tahliye sonrası yaşananlara baktığımızda görüyoruz ki; halk hafızası, mahkeme tutanaklarından daha güçlü yazılmış. Hücreden çıkan lider, halkın gözünde bir 'mağdur değil', 'muhalefetin eksik bıraktığı cesaretin' simgesine dönüşüyor.

Gençlerin gözünde yeni bir "direniş biçimi"


Günümüz gençliği; ne klasik ideolojik kamplara bağlı, ne de bayrak mitingleriyle heyecanlanan bir nesil. Onlar artık, "samimiyet", "adil duruş" ve "bedel ödemeye hazır olmak" gibi değerlerle tanımlıyor siyasal tercihlerini. Ve ne yazık ki, bu değerlere en çok sahip çıkan isimleri ana akım siyasette değil; sistem dışına itilmiş, ötekileştirilmiş figürlerde buluyorlar.

Ümit Özdağ, belki kendi kuşağının tanıdığı klasik bir siyasi figür olabilir ama hücrede geçirdiği 148 gün, onu Z kuşağının hafızasında "sisteme kafa tutabilen biri" olarak kodladı.

Bunu yalnızca sosyal medyadaki destek mesajları, hashtag'ler ya da miting kalabalıklarıyla okumak eksik olur. Asıl gösterge, susarak destekleyen, ama oy verme gününde yönünü değiştirme potansiyeli taşıyan sessiz milyonların varlığıdır.

8-9 Ağustos çağrısı: Gençlik ve siyaset arasındaki yeni köprü


Tahliye sonrası yapılan "8-9 Ağustos Çanakkale yürüyüşü" çağrısı, siyasi bir eylemden öte sembolik bir çığlık gibi yankılandı. Gençlere yapılan bu çağrı, sıradan bir miting daveti değil; geçmişin kahramanlıklarıyla bugünün cesaret arayışı arasında kurulan tarihsel bir köprüydü. Özdağ, adeta "Siz de bu çağrıya cesaret gösterin" dedi.

Bu noktada şunu sormak gerekiyor: Geleneksel partiler neden gençlerin heyecanını yakalayamıyor? Neden sokak röportajlarında partilerden değil, sistem karşıtı bağımsız seslerden bahsediliyor?

Cevabı net: Gençler, artık politika değil; direniş arıyor. Ümit Özdağ da onların gözünde tam bu boşluğu dolduran bir figüre dönüşüyor.

Bir siyasinin değil, bir hissiyatın tahliyesi


Ümit Özdağ'ın tahliyesi, yalnızca bireysel bir özgürlüğün kazanılması değil. O gün cezaevinin kapısından çıkan, aslında toplumun bastırılan adalet duygusuydu. Mahkeme salonlarında karşılık bulamayan adalet arayışı, halkın ilgisinde ete kemiğe büründü. Bu yönüyle Özdağ'ın serbest kalması, mevcut düzene karşı kamu vicdanının "sessiz protestosu" haline geldi.

Bu tahliye ile birlikte, "siyaset halktan koptu" diyenler bir kez daha haklı çıktı. Çünkü halk, siyaseti artık Meclis koridorlarında değil, hücre duvarlarında örülmüş kararlarda arıyor.

Son söz: Tahliye edilen bir kişi değil, bastırılmış umutlar


Ümit Özdağ'ın cezaevi günlerinden çıkışı, siyasetteki yozlaşmaya karşı halkın "bir ihtimal daha var" diye sarıldığı umutlardan biridir. Gençlerin ilgisi tesadüf değil; aksine yıllardır görmezden gelinen, hatta küçümsenen bir jenerasyonun, siyaseti yeniden tarif etme çabasıdır bu.

Ve belki de uzun süredir ilk kez, bir siyasi figür gençlere bir ideoloji değil; bir karakter öneriyor: Direnen, bedel ödeyen ve asla geri adım atmayan bir karakter.

Bu sebeple, Özdağ tahliye oldu diye hikâye bitmedi.

Asıl hikâye, şimdi başlıyor.

Yüksel AKBAYRAK

 
Yüksel AKBAYRAK / TERS KÖŞE / diğer yazıları
•Son Başbuğ’un Türklük Vurgusu ve 10 Kasım’ın Anlamı 10 00:00:00.11.2025
•Milli Ekonominin Temeli Tarımdır 05 00:00:00.11.2025
•CUMHURİYET, dik durmanın, adam olmanın adıdır! 29 00:00:00.10.2025
• “İtin Havlamasıyla Çınar Sallanmaz” 22 00:00:00.10.2025
•Orhangazi’de Siyaset: Menfaat mi, Memleket mi? 14 00:00:00.10.2025
•Velhasıl Bursa Sudan Değil, Susuzluktan İbarettir... 07 00:00:00.10.2025
•Hangi Gençlik? Hangi Ekonomi? Hangi Eğitim? 02 00:00:00.10.2025
•FUTBOL SAHADA DEĞİL, MONİTÖR BAŞINDA OYNANIYOR 25 00:00:00.09.2025
•Gaziler Günü’nün Gerçek Manası Üzerine 19 00:00:00.09.2025
•Halkın Gerçek Gündemi Nerede? 17 00:00:00.09.2025
•Bağımsızlık Bir Kimliktir 10 00:00:00.09.2025
•Boş Tencere Siyaseti Yıkar 03 00:00:00.09.2025
• Ağustos Türklüğün Zaferlerle Yoğrulmuş Ayı 29 00:00:00.08.2025
•ORHANGAZİ’DE SPORUN ÇÖKÜŞÜ: 20 00:00:00.08.2025
•Orhangazi: Kaybolan Potansiyelin Hikâyesi 12 00:00:00.08.2025
•Depremi unutan geleceğini gömer! 05 00:00:00.08.2025
•İklim Kanunu Sonrası Orman Yangınları ve Doğa Katliamları: Ülkemizin Vahim Tablosu ve Yasal Mücadeledeki Eksikler 29 00:00:00.07.2025
•Kağan Usta’dan Gençliğe Yatırım, Bekir Aydın’dan Ücretli Tesis! 24 00:00:00.07.2025
•Bir Ahırın Sessizliği 15 00:00:00.07.2025
•“Zulme Boyun Eğmeyenlerin Efendisi: Hz. Hüseyin” 05 00:00:00.07.2025
•Hücrede Doğan Siyasi Cazibe: Ümit Özdağ ve Yeni Neslin Sessiz Haykırışı 02 00:00:00.07.2025
•150 GÜNÜN ARDINDAN ORHANGAZİ 25 00:00:00.06.2025
•“Hedef Türkiye” Gerçeği: Bir Uyarının Gölgesinde 20 Yıl 18 00:00:00.06.2025
•Ekonomik Gerçekler ve Çözüm Arayışları 11 00:00:00.06.2025
•İznik’te Sessiz Ama Derin Bir Değişim 29 00:00:00.05.2025
•ADD Aile Şirketi Değildir, Egoların Gölgesi Hiç Değildir ADD: Açılımı Artık “Aile Dostları Derneği” mi? 21 00:00:00.05.2025
•19 Mayıs bir uyanış, bir itiraz, bir meydan okumadır 18 00:00:00.05.2025
•Sadabat Paktı Krizler İçinde Doğunun Ortak Aklı 13 00:00:00.05.2025
•"Sadece Bir Kişiye Değil, Bir Duruşa Saldırıdır Bu" 05 00:00:00.05.2025
•Hayalden Hakikate 22 00:00:00.04.2025
•TÜRKİYE İÇİN KRİTİK BİR DÖNEMEÇ İKLİM YASASI VE DEVLETİN STRATEJİK KARARLARI 16 00:00:00.04.2025
•Sosyal Devlet, Milli Devlet ve Atatürkçü Duruşun Mirasçısı 14 00:00:00.04.2025
•En yüce değer ADALET 09 00:00:00.04.2025
•İklim Kanunu’na Karşı Çıkmalıyız! 26 00:00:00.03.2025
•OĞUZ TÖRESİ VE ÇANAKKALE - ATATÜRK'SÜZ ZAFER OLMAZ! 18 00:00:00.03.2025
•Bir Milletin Ruhunu Yaşatan Tarihler 12 Mart ve 14 Mart 12 00:00:00.03.2025
•Oğuz Kağan'dan Atatürk'e Uzanan Kutsal Miras Türk Kadını 07 00:00:00.03.2025
•Güçlü Türkiye için: İklim yasasına hayır! 04 00:00:00.03.2025
•AYNI SENARYO, AYNI FİGÜRANLAR 24 00:00:00.01.2024
•CHP ORHANGAZİ’DE NEREYE KOŞUYOR? 12 00:00:00.01.2024
•HAKSIZLIKLARA ve BASKILARA RAĞMEN... 03 00:00:00.01.2024
•CHP’DE AKIL TUTULMASI MI YAŞANIYOR? 27 00:00:00.12.2023
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.