Son yıllarda Türkiye, doğa ve çevre alanında tarihi bir sınavdan geçiyor. Artan orman yangınları, kuraklık ve doğa tahribatları, iklim krizinin ülkemizdeki etkilerini gözler önüne seriyor. 2021 yılında yürürlüğe giren İklim Değişikliğiyle Mücadele Kanunu, ülkemizin iklim krizine karşı stratejik adımlarını belirlemek amacıyla hazırlanmıştı. Ancak geçen sürede yaşanan yangınlar ve doğa katliamları, kanunun sadece kağıt üzerinde kalmadığını, uygulamada da sahici ve kararlı önlemlerin alınması gerektiğini açıkça ortaya koyuyor.
İklim Kanunu, temelinde karbon salınımını azaltmak, yenilenebilir enerjiye geçişi hızlandırmak ve doğal yaşam alanlarını korumak gibi büyük hedefler taşıyor. Kanun, özellikle orman yangınları gibi iklim kaynaklı afetlerin önlenmesi ve etkilerinin azaltılması için çeşitli mekanizmalar içeriyor. Ancak ne yazık ki, yaşanan büyük yangınlar ve sonrası doğanın uğradığı ağır zararlar, bu yasal düzenlemelerin uygulanmasında ciddi aksaklıklar olduğunu gösteriyor.
Türkiye'deki orman yangınlarının artışında iklim değişikliğinin etkisi tartışılmaz. Sıcaklıkların rekor seviyelere yükselmesi, kuraklık süresinin uzaması ve rüzgarlı havaların yangın riskini katlaması, yangınların yayılmasını kolaylaştırıyor. Bu olumsuz hava koşulları, orman ekosistemlerimizi daha kırılgan hale getirirken, yangınları kontrol altına almayı da zorlaştırıyor. Ancak iklim kaynaklı bu zorlukların yanında, insan faktörünün yangın riskini artırmadaki etkisi de göz ardı edilmemeli. Tarımda anız yakılması, ihmaller, bilinçsiz arazi kullanımı ve bazen de kötü niyetli sabotaj eylemleri, doğal kaynaklarımızın yok olmasında önemli rol oynuyor.
Yasalar ve yönetmelikler, orman yangınlarıyla mücadelede çeşitli önleyici tedbirlerin alınmasını ve yangın sonrası rehabilitasyonun sağlanmasını öngörüyor. Ancak uygulamadaki eksiklikler, kurumlar arası koordinasyon zaafları ve kaynak yetersizliği, sahada karşılaşılan yangınların büyümesine ve doğal yaşamın geri dönülmez şekilde zarar görmesine neden oluyor. Bütçeden ayrılan kaynakların yetersizliği, yangın söndürme ekiplerinin donanım eksiklikleri ve teknolojik altyapının çağın gereksinimlerinin gerisinde kalması, mücadeleyi zorlaştıran en temel unsurlar arasında yer alıyor. Ayrıca, yangın çıkaran ya da önlemede ihmali olanlara karşı yeterince caydırıcı ve etkin yaptırımlar uygulanmaması, doğa katliamlarının önüne geçilmesini engelliyor.
Yangınların ardından yaşanan doğa tahribatı, sadece ağaçların yanmasıyla sınırlı kalmıyor. Toprak erozyonu, su kaynaklarının kirlenmesi, biyoçeşitlilik kaybı ve ekosistemin bozulması, orman yangınlarının yarattığı çok boyutlu felaketin parçalarıdır. Doğa üzerindeki bu ağır yıkım, uzun yıllar sürebilecek sosyal ve ekonomik olumsuzlukları da beraberinde getiriyor. İklim Kanunu'nun da hedeflediği üzere, yangın sonrası alanların hızla rehabilite edilmesi ve yeniden ağaçlandırma çalışmalarının bilimsel esaslara göre yürütülmesi gerekiyor. Ancak bu konuda da ciddi aksamalar ve planlama eksiklikleri mevcut.
İklim Kanunu'nun öngördüğü hedeflere ulaşmak ve doğa katliamlarını önlemek için öncelikle devletin ilgili kurumları arasında etkin bir koordinasyon sağlanmalı, afet yönetim kapasitesi artırılmalı ve kaynaklar artırılarak modern teknolojiler devreye sokulmalıdır. Ayrıca, yerel halkın yangınlara karşı bilinçlendirilmesi ve katılımının sağlanması, yangınların erken tespiti ve söndürülmesinde kritik önem taşır. Eğitim, bilinçlendirme ve toplumun her kesiminden destek olmadan, yangınlarla mücadele eksik kalacaktır.
Son yıllarda gördüğümüz gibi, orman yangınları sadece ekolojik bir sorun değil; aynı zamanda toplumsal, ekonomik ve kültürel bir krizdir. Bu yangınlarla mücadele etmek, sadece kanunları çıkarmakla değil, onları sahada tutarlı ve kararlı biçimde uygulamakla mümkündür. İklim Kanunu'nun getirdiği vizyon, ancak ve ancak yerel pratiklerle bütünleşirse Türkiye'nin doğal varlıklarını koruyabiliriz.
Ülkemizin doğasını savunmak bir tercih değil, varoluşsal bir zorunluluktur. Ormanlarımız yoksa, temiz suyumuz ve temiz havamız da olmayacak; dolayısıyla sağlıklı bir gelecek kurmamız mümkün olmayacaktır. Bu nedenle, İklim Kanunu'nun gereklerinin yerine getirilmesini, yasal boşlukların kapatılmasını ve doğa katliamlarına karşı tüm kamu kurumlarının, sivil toplumun ve halkın birlikte seferber olmasını artık bir zorunluluk olarak kabul etmeliyiz.
Acı bi haberde bu hafta canımızı yaktı. Değerli kardeşim Muharrem Değirmen'in vefat eden annesi Kadriye Teyze, hayat dolu, ağzı dualı, Ehlibeyt sevgisiyle yoğrulmuş, aynı zamanda Atatürk ve Cumhuriyet sevdalısı bir annemizdi. Onun bu eşsiz karakteri ve duruşu, çevresindekilere daima ışık oldu, örnek teşkil etti. Kadriye Teyze, sevgiyle, şefkatle ve inançla hayatını sürdürürken, hepimizin kalbinde unutulmaz izler bıraktı.
Onun aramızdan ayrılışı, yalnızca ailesi için değil, onu tanıyan, seven herkes için derin bir kayıp oldu. Muharrem kardeşimin ve tüm aile fertlerinin bu ağır imtihan karşısında gösterdikleri sabır ve metanet, Kadriye Teyze'nin yaşamından aldıkları güçle daha da anlam kazandı.
Rabbim, merhume Kadriye Teyze'yi cennetinin en güzel köşesine yerleştirsin, ruhunu şad eylesin. Yakınlarına ve sevenlerine sabır, sağlık ve güç versin. Onun anısı, bizlerin yolunu aydınlatmaya devam edecek, dualarımızda hep yaşayacaktır.