HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 15 KASIM 2025, CUMARTESİ

Orhangazi’de Siyaset: Menfaat mi, Memleket mi?

14.10.2025 00:00
Orhangazi'de yıllardır siyaset sahnesine bakan herkesin aklında aynı soru yankılanıyor:

Bu ilçede siyaset gerçekten hizmet için mi yapılıyor, yoksa kişisel hesaplar ve parti menfaatleri mi ön planda tutuluyor? Bu sorunun cevabı, sadece Orhangazi'de değil, Türkiye'nin birçok yerinde siyasetin ahlaki zeminini de tartışmaya açıyor.

Gerçek bir siyasetçinin görevi, ideolojik körlükten uzak biçimde yaşadığı kente hizmet etmektir. Ancak bugün Orhangazi'de gözlenen tablo, siyasetçilerin büyük bir bölümünün bu ilkeyi unuttuğunu gösteriyor. Sanki her seçim dönemi, halka umut dağıtmak için sahnelenen bir tiyatro; seçim sonrası ise koltukların korunması için verilen bir kavga halini almış durumda.

Orhangazi'nin yolları, altyapısı, terminali, hastanesi, gençlik yatırımları, zeytinciliği ve gölü ortadayken, hangi parti gerçekten "Orhangazi'nin menfaatini" koruyor? Sorunun cevabını sahada, sokakta, kahvede halk çoktan vermiş: "Kimse taş üstüne taş koymuyor, herkes kendi menfaatinin hesabında."

Bu ilçede belediye meclisinden tutun da ilçe başkanlıklarına kadar herkesin dilinde "hizmet" sözü var ama uygulamada bu hizmetin muhatabı halk değil, parti kadroları. Kim hangi koltuğa oturursa otursun, bir süre sonra aynı kısır döngüye kapılıyor: Eş, dost, akraba istihdamı, gösteriş projeleri, partizan ihale düzenleri ve birbirini itibarsızlaştıran açıklamalar. Oysa hizmet dediğin; yol yapmakla, kaldırım boyamakla, çöp toplamakla sınırlı değildir. Hizmet, halkın huzurunu, adaletini ve refahını sağlamaktır.

Bugün Orhangazi'de siyaset halktan kopmuş durumda. Her partinin kendi küçük dünyası var. Birlikte düşünmek yerine birbirini yıkmak üzerine kurulu bir düzen yürütülüyor. Yerel meclis toplantıları bile zaman zaman parti çekişmelerinin arenasına dönüşüyor. Kimse "Orhangazi ne kazanır?" diye sormuyor; herkes "Ben bu işten ne kazanırım?" hesabında.

Halbuki Orhangazi gibi tarım, sanayi ve turizm potansiyeli olan bir ilçenin, parti ayrımı gözetmeden ortak akılla yönetilmesi gerekir. Marmarabirlik'ten İznik Gölü'ne, terminal projesinden gençlik spor yatırımlarına kadar her konuda partiler arasında değil, ilçenin geleceği için fikir birliği şarttır. Ama bu birliktelik yıllardır kurulamadı. Çünkü partiler, halkın menfaatini değil, kendi geleceklerini koruma telaşında.

Siyasetin kirlenmesi sadece partilerin değil, toplumun da suçu. Halk da artık kimi seçeceğine, neye oy verdiğine dikkat etmeli. Oy, bir minnettarlık göstergesi değil; hesap sorma aracıdır. Ancak Orhangazi'de yıllardır aynı yüzlerin aynı vaatlerle sahneye çıkması, siyasetin bir değişim aracı olmaktan çok, statükonun korunma mekanizmasına dönüştüğünü gösteriyor.

Siyaset, eğer halkın umudunu diri tutmak yerine onu oyalıyorsa, artık hizmet üretmiyor demektir. Orhangazi bugün işte tam da bu eşiğin üzerinde. Ne tam kopmuş, ne de yeniden doğmuş bir siyaset anlayışı var. Kısır döngü sürüyor, halk ise sessiz. Ama sessizliğin arkasında büyüyen bir öfke var: "Artık hizmet istiyoruz, laf değil."

Gerçek siyaset, parti rozetini kapı dışında bırakıp Orhangazi'nin çıkarını kendi çıkarının önüne koyan bir anlayışla mümkündür. Çünkü bu topraklar, sadece bir seçim haritasındaki küçük bir ilçe değil; alın terinin, üretimin, emeğin, dostluğun ve dayanışmanın sembolüdür. Bu kentin çocukları, gençleri, çiftçisi, işçisi, esnafı ve emeklisi; yani bu kentin gerçek sahipleri, artık günü kurtaran değil geleceği planlayan bir siyaset istiyor.

Bugün Orhangazi'nin gençleri iş bulmak için büyükşehirlere göç ediyorsa, çiftçisi alın terinin karşılığını alamıyorsa, esnafı siftahsız kepenk kapatıyorsa, bunun sorumluluğu yalnızca bir partiye değil; bugüne kadar koltuğa oturup halkın sesini duymayan tüm siyaset anlayışınadır. Çünkü siyaset, halkın rızasını kazanmak için değil, onun derdini çözmek için yapılır.

Artık Orhangazi'nin geleceğini seçimden seçime hatırlayan değil, her gün bu toprakların derdiyle dertlenen, üreticinin yanında duran, esnafla aynı sofraya oturan, işçinin emeğini kutsal bilen siyasetçilere ihtiyaç var. Gerçek siyasetçi, eleştiriden korkmayan, farklı sesleri susturmaya değil dinlemeye çalışan insandır. Gerçek siyaset, iktidar olmakla değil, vicdanlı kalmakla ölçülür.

Orhangazi'nin kaderi, siyasetçinin niyetinde gizlidir. Niyet memleketse, her parti aynı sofradadır; fikir ayrılığı olsa da hedef birdir: halkın refahı. Ama niyet menfaatse, masa büyüse de sofrada paylaşılacak bir ekmek kalmaz. O zaman halk her defasında aynı açlığı yaşar: Adalet açlığı, eşitlik açlığı, liyakat açlığı.

Bu nedenle artık Orhangazi'de siyaset, bir çıkar yarışının değil, bir vicdan mücadelesinin adı olmalıdır. Bu kentin toprağı bereketlidir, insanı üretkendir, geçmişi onurludur. Yeter ki siyasetçi, koltuğu değil halkı düşünsün; alkışı değil duası peşinde koşsun. Çünkü bir ilçenin kaderini değiştirenler makam sahipleri değil, niyet sahipleridir. Ve Orhangazi'nin bugünkü ihtiyacı tam da budur: Niyetini memlekete adamış, gönlüyle hizmet eden siyasetçiler.

Yüksel AKBAYRAK

 
Yüksel AKBAYRAK / TERS KÖŞE / diğer yazıları
•Son Başbuğ’un Türklük Vurgusu ve 10 Kasım’ın Anlamı 10 00:00:00.11.2025
•Milli Ekonominin Temeli Tarımdır 05 00:00:00.11.2025
•CUMHURİYET, dik durmanın, adam olmanın adıdır! 29 00:00:00.10.2025
• “İtin Havlamasıyla Çınar Sallanmaz” 22 00:00:00.10.2025
•Orhangazi’de Siyaset: Menfaat mi, Memleket mi? 14 00:00:00.10.2025
•Velhasıl Bursa Sudan Değil, Susuzluktan İbarettir... 07 00:00:00.10.2025
•Hangi Gençlik? Hangi Ekonomi? Hangi Eğitim? 02 00:00:00.10.2025
•FUTBOL SAHADA DEĞİL, MONİTÖR BAŞINDA OYNANIYOR 25 00:00:00.09.2025
•Gaziler Günü’nün Gerçek Manası Üzerine 19 00:00:00.09.2025
•Halkın Gerçek Gündemi Nerede? 17 00:00:00.09.2025
•Bağımsızlık Bir Kimliktir 10 00:00:00.09.2025
•Boş Tencere Siyaseti Yıkar 03 00:00:00.09.2025
• Ağustos Türklüğün Zaferlerle Yoğrulmuş Ayı 29 00:00:00.08.2025
•ORHANGAZİ’DE SPORUN ÇÖKÜŞÜ: 20 00:00:00.08.2025
•Orhangazi: Kaybolan Potansiyelin Hikâyesi 12 00:00:00.08.2025
•Depremi unutan geleceğini gömer! 05 00:00:00.08.2025
•İklim Kanunu Sonrası Orman Yangınları ve Doğa Katliamları: Ülkemizin Vahim Tablosu ve Yasal Mücadeledeki Eksikler 29 00:00:00.07.2025
•Kağan Usta’dan Gençliğe Yatırım, Bekir Aydın’dan Ücretli Tesis! 24 00:00:00.07.2025
•Bir Ahırın Sessizliği 15 00:00:00.07.2025
•“Zulme Boyun Eğmeyenlerin Efendisi: Hz. Hüseyin” 05 00:00:00.07.2025
•Hücrede Doğan Siyasi Cazibe: Ümit Özdağ ve Yeni Neslin Sessiz Haykırışı 02 00:00:00.07.2025
•150 GÜNÜN ARDINDAN ORHANGAZİ 25 00:00:00.06.2025
•“Hedef Türkiye” Gerçeği: Bir Uyarının Gölgesinde 20 Yıl 18 00:00:00.06.2025
•Ekonomik Gerçekler ve Çözüm Arayışları 11 00:00:00.06.2025
•İznik’te Sessiz Ama Derin Bir Değişim 29 00:00:00.05.2025
•ADD Aile Şirketi Değildir, Egoların Gölgesi Hiç Değildir ADD: Açılımı Artık “Aile Dostları Derneği” mi? 21 00:00:00.05.2025
•19 Mayıs bir uyanış, bir itiraz, bir meydan okumadır 18 00:00:00.05.2025
•Sadabat Paktı Krizler İçinde Doğunun Ortak Aklı 13 00:00:00.05.2025
•"Sadece Bir Kişiye Değil, Bir Duruşa Saldırıdır Bu" 05 00:00:00.05.2025
•Hayalden Hakikate 22 00:00:00.04.2025
•TÜRKİYE İÇİN KRİTİK BİR DÖNEMEÇ İKLİM YASASI VE DEVLETİN STRATEJİK KARARLARI 16 00:00:00.04.2025
•Sosyal Devlet, Milli Devlet ve Atatürkçü Duruşun Mirasçısı 14 00:00:00.04.2025
•En yüce değer ADALET 09 00:00:00.04.2025
•İklim Kanunu’na Karşı Çıkmalıyız! 26 00:00:00.03.2025
•OĞUZ TÖRESİ VE ÇANAKKALE - ATATÜRK'SÜZ ZAFER OLMAZ! 18 00:00:00.03.2025
•Bir Milletin Ruhunu Yaşatan Tarihler 12 Mart ve 14 Mart 12 00:00:00.03.2025
•Oğuz Kağan'dan Atatürk'e Uzanan Kutsal Miras Türk Kadını 07 00:00:00.03.2025
•Güçlü Türkiye için: İklim yasasına hayır! 04 00:00:00.03.2025
•AYNI SENARYO, AYNI FİGÜRANLAR 24 00:00:00.01.2024
•CHP ORHANGAZİ’DE NEREYE KOŞUYOR? 12 00:00:00.01.2024
•HAKSIZLIKLARA ve BASKILARA RAĞMEN... 03 00:00:00.01.2024
•CHP’DE AKIL TUTULMASI MI YAŞANIYOR? 27 00:00:00.12.2023
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.