HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 27 KASIM 2025, PERŞEMBE

Sadabat Paktı Krizler İçinde Doğunun Ortak Aklı

13.05.2025 00:00
Doğunun Onuru ve Bugünün Dersleri: Atatürk, Sadabat Paktı, Pakistan ve Yeni Bir Dış Politika Vizyonu…

Bugün, dünya yeniden şekilleniyor. Ukrayna Savaşı, Gazze'de bitmeyen katliamlar, İran-İsrail gerilimi, Kızıldeniz'de tırmanan deniz gücü yarışları, Kafkasya'da kırılgan barış ortamları, Orta Asya'da Çin'in derinleşen etkisi... Türkiye, jeopolitik konumu gereği bu fırtınalı tablonun tam ortasında yer alıyor. Her cephede farklı krizler yaşanıyor. Bu karmaşık denklemde, geçmişin pusulası elimizde olmazsa yönümüzü kaybetme riski büyüktür. Ve bu pusulanın en berrak ibresi hâlâ Mustafa Kemal Atatürk'ün dış politika anlayışında saklıdır.

Çünkü Atatürk, sadece cephelerde savaş kazanan bir komutan değildi; aynı zamanda diplomasi masasında da geleceği gören bir devlet adamıydı. Onun izlediği yol, savaş sonrası yorgun bir coğrafyada kalıcı barışı, bölgesel iş birliğini ve onurlu bağımsızlığı hedefliyordu. Bugünün dış politika çıkmazları içinde bize yol gösterecek iki tarihi mihenk taşı ise Sadabat Paktı ve henüz kurulmamış olan Pakistan ile kurduğu gönül bağıdır. Bu iki olay, Türkiye'nin doğuya bakışını, doğu ile kurması gereken stratejik dengeleri anlamak için birer anahtardır.

1937 yılında Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında imzalanan Sadabat Paktı, yüzeyde bir saldırmazlık anlaşması gibi dursa da, arka planında çok daha derin bir stratejik akıl barındırıyordu. Bu pakt, Batı'nın tahakkümüne karşı Doğu'nun kendi kaderini belirleyeceği bir gelecek hayalinin ilk ciddi adımıydı. Atatürk, bu coğrafyadaki ülkelerin birbirine rakip değil, ortak olabileceğini göstermeye çalıştı. O yıllarda Avrupa, 2. Dünya Savaşı'nın ayak seslerini duymaya başlamışken; Atatürk, Türkiye'nin doğusunu bir istikrar hattına dönüştürmeye çalışıyordu.

Bugün, İran ile gerilen ilişkiler, Irak ve Suriye'de devam eden istikrarsızlıklar, Afganistan'da süregelen otorite boşluğu, bu dört ülkenin bir zamanlar aynı masada barışı imzalayabildiği gerçeğini daha da değerli hale getiriyor. Sadabat Paktı, yalnızca bir tarih anısı değil, bölgesel iş birliğinin mümkün olduğuna dair güçlü bir hatırlatmadır. O dönemin zor şartlarında atılan bu adım, bugünün çok taraflı diplomasi diline hâlâ örnek olabilir.

Pakistan, Atatürk hayattayken bir devlet olarak var değildi. Ancak Hint Müslümanları, özellikle Kurtuluş Savaşı sırasında Türkiye'ye duydukları sevgi ve hayranlıkla öne çıkmışlardı. İngiliz sömürgesi altındaki bu halk, Anadolu'daki direnişi kendi kurtuluşlarının öncüsü olarak gördü. Para topladılar, mitingler düzenlediler, dualar ettiler. O halk, Türk milletinin emperyalizme karşı verdiği mücadeleyi kendi onurları gibi sahiplendi.

Atatürk de bu duyarlılığı karşılıksız bırakmadı. Modernleşme, bağımsızlık ve egemenlik gibi temel kavramlar üzerinden Türkiye ile Hint Müslümanları arasında bir gönül köprüsü kurdu. 1947'de Pakistan bağımsızlığını kazandığında, Türkiye bu yeni devleti ilk tanıyan ülkelerden biri oldu. O günden bu yana süren kardeşlik, sadece hükümetler arası değil; halklar arasında da güçlü bir bağa dönüştü.

Bugün Pakistan, siyasi çalkantılar ve ekonomik zorluklar içinde bir yön arıyor. Türkiye ile savunma sanayinden tarıma, teknolojiden eğitim iş birliklerine kadar çok yönlü bir stratejik ittifak yeniden tasarlanabilir. Atatürk'ün manevi mirası, bu ilişkiyi duygusal temellere indirgemeden; iki ülkenin kalkınma hedeflerine hizmet edecek bir ortaklık modeline dönüştürme yolunu işaret eder.

Atatürk Yaşasaydı Ne Yapardı?

Bugünün dış politika gerçekleri karmaşık, kırılgan ve hızlı değişiyor. Atatürk'ün ilke ve stratejileri ise hâlâ zamana meydan okuyan bir netlik sunuyor. "Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesi, pasif bir duruş değil; barışı stratejik bir zeka ile inşa etme çağrısıdır. Atatürk yaşasaydı, bugün Ukrayna'da savaşa, Gazze'de katliama, Orta Doğu'daki kutuplaşmaya karşı güçlü bir diplomatik hamle yapar; Türkiye'yi bölgesel arabulucu, barış sağlayıcı ve vizyon sahibi bir aktör konumuna getirirdi.

Sadabat Paktı'nın ruhunu canlandırır, Türkiye, İran, Pakistan ve Körfez ülkeleri arasında karşılıklı saygıya dayalı bir barış mimarisi kurmaya çalışırdı. Ortadoğu'da güç mücadelesi değil, ortak üretim, ortak altyapı, ortak güvenlik anlayışı önerirdi.

Bugün bölgesel dayanışmaya, akılcı ittifaklara ve karşılıklı güvene her zamankinden fazla ihtiyaç var. Sadabat Paktı ve Pakistan ile kurulan kardeşlik, geçmişin romantik hatıraları değil; bugünün zeminine uygulanabilir stratejik formüllerdir. Atatürk'ün diplomasi mirası, sadece devlet arşivlerinde değil; dış politika kararlarında, üniversitelerde, gençlerin vizyonunda, her diplomatın masasında yeniden hayat bulmalı.

Yeni bir Sadabat ruhu, Türkiye'nin bugün aradığı denge, itibar ve barışın anahtarı olabilir.

 
Yüksel AKBAYRAK / TERS KÖŞE / diğer yazıları
•Son Başbuğ’un Türklük Vurgusu ve 10 Kasım’ın Anlamı 10 00:00:00.11.2025
•Milli Ekonominin Temeli Tarımdır 05 00:00:00.11.2025
•CUMHURİYET, dik durmanın, adam olmanın adıdır! 29 00:00:00.10.2025
• “İtin Havlamasıyla Çınar Sallanmaz” 22 00:00:00.10.2025
•Orhangazi’de Siyaset: Menfaat mi, Memleket mi? 14 00:00:00.10.2025
•Velhasıl Bursa Sudan Değil, Susuzluktan İbarettir... 07 00:00:00.10.2025
•Hangi Gençlik? Hangi Ekonomi? Hangi Eğitim? 02 00:00:00.10.2025
•FUTBOL SAHADA DEĞİL, MONİTÖR BAŞINDA OYNANIYOR 25 00:00:00.09.2025
•Gaziler Günü’nün Gerçek Manası Üzerine 19 00:00:00.09.2025
•Halkın Gerçek Gündemi Nerede? 17 00:00:00.09.2025
•Bağımsızlık Bir Kimliktir 10 00:00:00.09.2025
•Boş Tencere Siyaseti Yıkar 03 00:00:00.09.2025
• Ağustos Türklüğün Zaferlerle Yoğrulmuş Ayı 29 00:00:00.08.2025
•ORHANGAZİ’DE SPORUN ÇÖKÜŞÜ: 20 00:00:00.08.2025
•Orhangazi: Kaybolan Potansiyelin Hikâyesi 12 00:00:00.08.2025
•Depremi unutan geleceğini gömer! 05 00:00:00.08.2025
•İklim Kanunu Sonrası Orman Yangınları ve Doğa Katliamları: Ülkemizin Vahim Tablosu ve Yasal Mücadeledeki Eksikler 29 00:00:00.07.2025
•Kağan Usta’dan Gençliğe Yatırım, Bekir Aydın’dan Ücretli Tesis! 24 00:00:00.07.2025
•Bir Ahırın Sessizliği 15 00:00:00.07.2025
•“Zulme Boyun Eğmeyenlerin Efendisi: Hz. Hüseyin” 05 00:00:00.07.2025
•Hücrede Doğan Siyasi Cazibe: Ümit Özdağ ve Yeni Neslin Sessiz Haykırışı 02 00:00:00.07.2025
•150 GÜNÜN ARDINDAN ORHANGAZİ 25 00:00:00.06.2025
•“Hedef Türkiye” Gerçeği: Bir Uyarının Gölgesinde 20 Yıl 18 00:00:00.06.2025
•Ekonomik Gerçekler ve Çözüm Arayışları 11 00:00:00.06.2025
•İznik’te Sessiz Ama Derin Bir Değişim 29 00:00:00.05.2025
•ADD Aile Şirketi Değildir, Egoların Gölgesi Hiç Değildir ADD: Açılımı Artık “Aile Dostları Derneği” mi? 21 00:00:00.05.2025
•19 Mayıs bir uyanış, bir itiraz, bir meydan okumadır 18 00:00:00.05.2025
•Sadabat Paktı Krizler İçinde Doğunun Ortak Aklı 13 00:00:00.05.2025
•"Sadece Bir Kişiye Değil, Bir Duruşa Saldırıdır Bu" 05 00:00:00.05.2025
•Hayalden Hakikate 22 00:00:00.04.2025
•TÜRKİYE İÇİN KRİTİK BİR DÖNEMEÇ İKLİM YASASI VE DEVLETİN STRATEJİK KARARLARI 16 00:00:00.04.2025
•Sosyal Devlet, Milli Devlet ve Atatürkçü Duruşun Mirasçısı 14 00:00:00.04.2025
•En yüce değer ADALET 09 00:00:00.04.2025
•İklim Kanunu’na Karşı Çıkmalıyız! 26 00:00:00.03.2025
•OĞUZ TÖRESİ VE ÇANAKKALE - ATATÜRK'SÜZ ZAFER OLMAZ! 18 00:00:00.03.2025
•Bir Milletin Ruhunu Yaşatan Tarihler 12 Mart ve 14 Mart 12 00:00:00.03.2025
•Oğuz Kağan'dan Atatürk'e Uzanan Kutsal Miras Türk Kadını 07 00:00:00.03.2025
•Güçlü Türkiye için: İklim yasasına hayır! 04 00:00:00.03.2025
•AYNI SENARYO, AYNI FİGÜRANLAR 24 00:00:00.01.2024
•CHP ORHANGAZİ’DE NEREYE KOŞUYOR? 12 00:00:00.01.2024
•HAKSIZLIKLARA ve BASKILARA RAĞMEN... 03 00:00:00.01.2024
•CHP’DE AKIL TUTULMASI MI YAŞANIYOR? 27 00:00:00.12.2023
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.