HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 10 KASIM 2025, PAZARTESİ

GÜNEŞİ BALÇIKLA SIVAYAMAZSINIZ

10.11.2025 00:00
Ben, bizzat kendi Kurtuluş Savaşı'na katılmış olan "Koca Dedem"den Atatürk'ü dinleme övüncüne sahip bir torunum.

Çocukken defalarca duydum o sözü:

"Bizi Atatürk kurtardı, yavrum."

Zannederim, onu görerek büyüyen bütün torunlar bu cümleyi hatırlar.

Benim için o söz, sadece bir tarih dersi değil; bir yaşam rehberiydi.

Çünkü ben, Atatürk'e hayran bir dedenin torunu olarak, yıllar sonra doktorumuz kızımın dünyaya geliş tarihi için "Önümüzdeki hafta bir gün belirleyelim." dediğinde refleksle, "10 Kasım olmasın hocam, siz hangi günü uygun görürseniz o olsun." diyebilecek kadar derin bir duygu hisseden bir kadınım.

Bu duygu bir yas değil; bir vefadır, bir minnettir.

Esaretin, açlığın ve sefaletin içinden çıkıp özgürlüğe kavuşan bir ulusun torunlarıyız biz.

Peki, bize bırakılan bu mirasın karşılığında omuzlarımıza yüklenen sorumluluk yalnızca siyah tişört giyip, büstlere karanfil bırakmak mıydı?

Elbette değildi.

Atatürk'ün bizden beklediği en büyük şey; aklın, bilimin, özgürlüğün ve ilerlemenin ışığında yürüyen bireyler olmamızdı.

O, o ışığı bir güneş gibi yaktı ve en yükseğe astı.

Bizden istediği ise, o meşaleyi alıp daha da yükseğe taşımamızdı.

Bunu kendi sözlerinden en güzel şekilde anlıyoruz:

"Hayatta en hakiki mürşit ilimdir."

 "Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en hakiki yol gösterici ilimdir."

Bu cümleler sadece birer vecize değil, bir milletin geleceğini aydınlatan birer pusuladır.

Çünkü Atatürk yalnızca bir komutan değil, bir düşünce devrimcisiydi.

Vefa, bizim toplumumuzun en kıymetli erdemlerinden biridir.

Biz, ufacık bir iyiliği bile unutmayan, bir teşekkür borcunu ömür boyu taşıyan bir milletiz.

Ama ne yazık ki, bize VATANI, BAĞIMSIZLIĞI, BAYRAĞI ve EZANI emanet eden bu büyük değeri, yıllarca anmaktan, dualarına katmaktan çekinenler oldu.

Sanıyorlar ki unutturabilirler…

Ama güneşi balçıkla sıvayamazsınız.

Bugün milyonlarca yürek, aynı anda Atası'na dua ediyor, minnetini fısıldıyor:

"Ruhun şad olsun Atam."

Ve sen Atam…

Sen zaten yıllar önce o büyük sözüyle, bugünleri görür gibi söylemiştin:

"Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır."

Evet, senin o "naçiz vücudun" toprak oldu belki…

Ama senin fikrin, ilmin, öngörün ve Cumhuriyet'in, hâlâ bu milletin damarlarında dolaşıyor.

Vefatının 87. yılında bile bir ulusu aynı hisle bir araya getiren Başkomutan…

Senin, silah arkadaşlarının ve ardınızda kefenini omzuna asıp korkusuzca savaşan atalarımızın yeri, cennetin en güzel köşesi olsun.

Biz torunların olarak söz veriyoruz:

O yaktığın ışığı söndürmeden, daha da yükseklere taşıyacağız.

Çünkü senin kurduğun Cumhuriyet, hâlâ kalbimizde dimdik ayakta.

 
Neşe BAKIŞ / Kadrajımdaki Hayat / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.