Yolda, üstü başı pis, burnu akmış bir çocuk görürseniz; sakın onu sevmeden geçmeyin. Başını okşayın, burnunu — mendiliniz yoksa da elinizle — silin. Çünkü bu dünyada suyun temizleyemeyeceği hiçbir pislik yoktur. Coğrafya dersine dair pek çok şeyi unuttum: meridyenmiş, paralelmiş, izohipsmiş… Ama bu nasihat hâlâ aklımda.
Bazen durup düşünürüz; hayat serüvenimizde bir söz, bir bakış ya da yaşanmış bir an bizi derin düşüncelere götürür. Her yetişkinin hayatında olmuştur — ya da olacaktır — böyle anlar. Kimi bir şiirde bulur kendini, kimi bir cümlede durur, kimi ise bir bakışta çözülür. Hayatında bu tür anlar hiç olmayan biri, aslında yaşamamıştır diyebiliriz. O kişi; çevresini duvarlarla örmüş, kendini sorgulamayan, kalıplarının dışına çıkamayan, yalnızca bedeniyle var olan bir esirdir. Kendi içine hapsolmuş bir esir...
İnsan, çoğu zaman tanıdığına, bildiğine ve anladığına daha yakın durur.
Ne de olsa insan bildiğinin dostu, bilmediğinin düşmanıdır.
Bu eğilim; farklılıklara karşı duruşumuzda, toplumsal ilişkilerde ve empati becerimizin gelişiminde belirleyici rol oynar.
Bilmek yalnızca akademik ya da teorik bilgiyle sınırlı değildir. Hayatı, insanı ve duyguları anlamakla ilgilidir. Gündelik yaşamda küçük gibi görünen birçok davranış — bir tebessüm, içten bir "geçmiş olsun" dileği, vedalaşırken edilen "hoşça kal" sözü — toplumsal bağları güçlendirir. Bu basit ama anlamlı eylemler, insanlar arasında görünmeyen köprüler kurar. Empati, bu sürecin merkezindedir. Ve çoğu zaman bilgiyle başlar. Bilinmeyen ise çoğunlukla önyargı doğurur. Bu yüzden öğrenmek, tanımak ve anlamak; barışçıl ve saygılı bir toplumun temelidir.
Yaşam başlı başına bir serüvendir. İnsan bu serüvene yontulmamış bir heykel gibi başlar. Her sorgulayış, her uyanış, her "biliş", hem ruha hem bedene işlenen birer çentiktir; tamamlanma yolculuğunun izleri…
Bu yolculuğu en sade ve en derin haliyle Mevlânâ şöyle özetler:
"Hamdım, piştim, yandım."
İnsanın değişim ve dönüşüm sürecini üç kelimeyle anlatır. Bilmekle başlayan süreç; anlamakla derinleşir, yanmakla olgunlaşır. Daha "insan gibi insan" olmamızın ve dünyanın daha yaşanabilir bir yer haline gelmesinin temeli işte bu farkındalıktadır.
"Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım;
Sevelim, sevilelim; dünya kimseye kalmaz."
diyen Yunus Emre'nin çağrısı, sadece tanışmak değil, birbirimizi anlamak için güçlü bir davettir. Dünyadaki tüm iyi insanlar, aynı bahçenin farklı renk ve kokudaki en nadide çiçekleri gibidir.
Öyleyse bilmekle başlayalım…
Anlamakla devam edelim…
Ve insan kalalım.
Madem Aşık Yunus'u andık, o hâlde bu hafta bir kitap önerisinde bulunayım. İskender Pala'dan OD. İçinde kaybolacağınız bir Yunus yolculuğu…
Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.