HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 29 EKİM 2025, ÇARŞAMBA

YASEMİN MİNGUZZİ, BİR AHMET’İ KAYBETTİ; BİN AHMET İÇİN MÜCADELEYE DEVAM EDİYOR

29.10.2025 00:00
Bir Annenin Bitmeyen Acısı

Bir anne düşünün: evladı canice katledilmiş. Bitmiş mi? Bitmemiş.

Yavrusunun mezarı talan edilmiş; ailesi ve avukatı tehdit edilmiş; mahkeme salonunda ve cezaevi görüşlerinde sanıkların aileyi tahrik ettiği iddiaları basına yansımış.

Süreci takip edenler, ailenin avukatlığını Ersan Barkın — Sedat Peker'in avukatı — üstlenmesiyle, sürecin daha güvenli ilerleyeceğini düşündüklerini belirtiyor.

Ne acı! Kara gözlü, güzel yavrunun takip edilmesi, katledilişi ve sanıkların olayı kahkahalarla birbirlerine anlattığı iddiaları — basına yansıyan bazı görüntülerle birlikte — kamuoyunun gündeminde yer aldı.

Bu görüntülere bakmak bile çoğumuz için dayanılmazken, anne defalarca izlemek zorunda kalıyor; adalet arayışındayken.

Her anne-babanın arzuladığı gibi bir evlat: Ahmet Mattia Minguzzi. Paten kayan, müzik yapan, ülke ve dünya gündemiyle ilgilenen, okuyan, gözleri güneş gibi parlayan bir can evlat.

Nasıl kıydılar sana?..

Bir Hastane Koridorunda Duyduğum Çığlık

Yıllar önce Bursa'da bir hastanede refakatçi olarak kalmıştım. Orada henüz 30'unda bile olmayan genç bir anne ile tanıştım. Hikâyesini öğrenmeden önce bile büyük bir acının en evvel gözlerine, sonra da tüm vücuduna sirayet ettiğini anlamıştım.

Bu genç anne, bir hastalıktan ikiz bebeklerinden birini kaybetmişti. Kayınvalidesi ağlayarak yaşadıkları acıyı anlatmaya çalışıyordu.

O kara günde gelini, mahalleyi ayağa kaldıracak kadar acı çığlıklarla kendini yerden yere atmış. Polis memuru olan babasının ayaklarına kapanmış ve:

"Babacığım, ne olur bu dayanılmaz acıyla yaşamama izin verme, vur beni," diye yalvarmış.

Bilmem ki daha nasıl anlatılabilir bir ızdırap…

Ve düşünün ki bu anneler evlatlarını doğal sebeplerle kaybetmişti.

Bir de bir annenin evladını bir başka insanın eliyle, canice kaybettiğini düşünün…

Bu acının tarifi yok.

Toplumsal Vicdanın Sınavı

Sanıkların davranışları toplumda insanlık dışı ve vicdan yaralayıcı olarak algılanıyor.

Bu vatanın anneleri ve vicdanlı adalet savunucuları, belki biraz gecikmeli olsa da bunun hesabının sorulacağına inanmak istiyor.

Israrla; toplumda suçludan yana empati kurmaya eğilimli yaklaşımların artmasını eleştiriyorum.

Bu vakayı düşündükçe aklıma Yaşar Kemal'in İnce Memed romanı geliyor.

O zamanın eşkıyası ve zalim ağaları kimler ise, günümüzün eşkıyası da benzer şiddet ve talan pratiğini sürdürüyor gibi görünüyor.

Kitapta Deli Durdu çetesinden söz edilir; o eşkıya köylünün parasını, değerli eşyasını gasp etmekle kalmaz; kadın-erkek demeden herkesin onurunu zedelerdi.

Tıpkı bu olayın yarattığı tahribat gibi.

Birlikte Ses Olmanın Zamanı

O zaman nasıl ki İnce Memed'i vardı ise, şimdi de bu vatanın cesur anaları var: korkusuz, gözüpek.

"Bir benden ne olur ki?" dememeliyiz; "Bize gerek var mı, zaten sahip çıkanlar var," dememeliyiz.

Kamuoyunun tepkisi son derece etkili. Bu ve benzeri, ayrıştırıcı olmayan meselelerde — sağcısından solcusuna, muhafazakârından sekülerine — herkes ortak paydada buluşabilir.

Tepkiler yalnızca sosyal medya ile sınırlı kalmamalı; sivil toplum örgütlerinin öncülüğüyle ve gerekli izinler alınarak destek gösterileri düzenlenmeli, görsel ve yazılı basında yer alınmalıdır.

Her Evlat İçin, Her Anne İçin

Velhasıl, bu acılı annenin mücadelesi sadece kendi evladı için değildir; bütün evlatlar ve bütün anneler içindir.

Bazı haberlerde, faillerin ileride serbest kalma olasılığı bulunduğu ifade ediliyor.

Ceren Özdemir vakasını hatırlayın; genç bir kadın hayatını kaybetmişti ve failin geçmişte sabıka kayıtları olduğu bilgisi kamuoyuna yansımıştı.

Benzer olaylar toplumda büyük kaygı yaratıyor.

"Çocuktan katil yaratan düzen" ifadesine tamamen uzak değilim; toplum olarak çözüm, hem suçlunun hak ettiği şekilde yargılanmasını sağlamak hem de çocuk ve gençleri suçtan uzak tutacak uzun vadeli sosyal politikaları ivedilikle başlatmaktır.

Cumhuriyet, Özgürlük ve Güven

Bu annelerin mücadelesi, aslında Cumhuriyet'in bize öğrettiği adalet ve özgürlük kavramlarının bir yansımasıdır.

Bağımsızlık, cumhuriyet ve özgürlük neden önemlidir?

Vatanımızda güven ve huzur içinde yaşayabilmek için.

Atalarımız cesurca bunun mücadelesini verdi; bu cennet vatanı bize emanet etti.

Eğer bugün dağında, taşında, toprağında korku ve tehlike hissediyorsak, elimizi taşın altına koyma vakti gelmiştir.


 
Neşe BAKIŞ / Kadrajımdaki Hayat / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.