HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 10 KASIM 2025, PAZARTESİ

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü ANLAMAK

10.11.2025 00:00


‎Hiç zor değildir M. Kemal ATATÜRK'Ü anlamak. Ancak bir parça bilinç ve donanım gerekir onu anlamak. Sadece atatürk'ü değil, herhangi birini ya da bir olguyu anlamak için de bilinç ve donanım gerekir. Örneğin Atatürk'ün müthiş entelektüel gelişimini görmek ve anlamak için, yararlandığı kaynak ve kişiler hakkında da bir parça fikir edinmiş olmak gerekir.

‎En basit olarak anıtkabir'de atatürk'ün şahsi eşyalarının, okuduğu kitapların olduğu müzeyi gezerseniz kendisi hakkında biraz fikir sahibi olabilirsiniz. Arapça, fransızca okuduğu kitaplarda üzerine aldığı aynı dildeki notlar, şahsi kitap arşivinin genişliği, hiç durmadan kendisini geliştirmeye çalışıp, öğrendiği faydalı şeyleri millete aktarmaya çalışması, kimseye muhtaç olmayacak bir toplum yaratmayı nasıl hedeflediğini görürseniz biraz olsun anlayabilirsiniz.

‎Atatürk gökten zembille inmedi. Zekasını ve kişilik özelliklerini doğru kullandı sadece. Zekası kesin olarak normalin üstünde biri. Kolay ve hızlı öğreniyor, öğrendiklerini hayata geçirebilmek için adeta fırsat kolluyor, fırsat bulamadığında mücadele edip yaratıyor. Bilgiye hiç doymayan ve özellikle bilimsel bilgiyi yaymak için yanıp tutaşan biri. Yoksulluğun üstesinden dinle gelmeye çalışan zavallı halkı, yıllar boyu edindiği doğru bilgiyi doğru biçimde kullanarak kalkındırmak istiyor. Sadece matematik değil, sosyoloji ve hatta psikoloji de biliyor, bilgilerini doğru değerlendiriyor. Örneğin şapka devrimi yaptığı dönemde, ilgili devrim yasasında kadınlar için hiçbir şey söylememesi, hiçbir yaptırım uygulamaması çok etkileyici. Bunu yapmak yerine, yanında dolaşan kadınların ve karısının bir tür model olmasına özen gösteriyor. yanındaki kadınlar hep açık, bakımlı ve mümkün olduğunca şık. Dans eden, okuyan, modern giysiler içinde dolaşan kadınlar... Hiç bir güç bu kadar çok sayıda kadına kara çarşaflarını çıkarttıramazdı. o kadınlar akın akın attı kara  çarşaflarını, kendilerini farketmeye başladılar. Kızlarını okula gönderdiler.

‎Din tüccarları ile mücadelesi ayrı, milli mücadele sonrası cumhuriyeti kuracağı anlaşıldığında arkadaşlarıyla yapmak zorunda kaldığı mücadele ayrı. Tümünden de müthiş bir başarıyla çıkmış. kararlı, cesur ve istikrarlı.

‎Bu topraklara bilimi, ilk olarak antropolojiyle getiren adam o. Bilimin önemini daha 1931 yılı ilkokul ve lise kitaplarında anlatan adam...

‎"Eğer bir gün benim söylediklerim bilimle ters düşerse bilimi seçin" diyen bir bilim aşığı. Hatta cumhuriyet tarihine baktığımızda bilmediği her konu için o konunun uzmanını mutlaka isteyen ve "bu işi derhal bilimcilere sorunuz" diyen bir başbakan-cumhurbaşkanı olmamış. ilk ve sondur bu konuda Atatürk.

‎Atatürk'ü anlamıyoruz, tanımıyoruz ve bilmiyoruz çünkü onu bize hep gardrop atatürkçüleri anlattı. Müfredatı hazırlayanlar onlar ve/veya devşirilmiş ABD'cilerdi. Fullbright anlaşmalarıyla eğitimi devrettik ve cici cici devşirme aydınlar ürettik. Din siyasetin yapanlar ABD'nin 6. filosunun önünde boşuna namaza durmadı. Yani bugün bu olanlar birdenbire olmadı, Atatürk hakkında yıllardır yapılan kara propaganda birdenbire başlamadı. Bu halk, bu çocuklar atatürk'ü nasıl tanısın ki... Bir veya iki nesil öncemiz müşfik ve zengin amerika'nın sütlerini içti okulda. Amerika bizim hep müttefikimiz, en sağlam dostumuz, zor günümüzde yardımımıza koşan iyi niyetli hamimizdi okul kitaplarında. Bu arada, o fullbright anlaşmalarına göre, 4'ü Türk 4'ü abd'li olmak üzere kurulan komisyonda son söz hakkı, komisyonun resmi başkanı olan ABD'ye aitti. Bu komisyon tüm karar ve eylemlerinde ABD dışişleri bakanına karşı sorumlu olacak ve hesap verecektir. Böylelikle ilkokul müfredatı da dahil olmak üzere tüm eğitim müfredatımız ABD'nin tasarrufunda olmuş ve devrimlerle beraber verilmek istenen ne varsa geri alınmıştır. Örneğin 1962 yılında ABD'li uzmanlaraca geliştirilip 1969 yılında yeniden gözden geçirilen ilkokul eğitim müfredatında, eski programdan lâiklik, devrimcilik, bağımsızlık, devletçilik, fransız devrimi, reform hareketleri, ulusal ekonomi, halkın aydınlatılması, devletin vatandaşlara karşı görevleri" gibi konular çıkarılmış, yeni programa "unesco, nato günü, demokrasi, dinsel bayramlar" gibi konular eklenmiştir. Daha önce başlayan Türk tarih tezinden Türk islam sentezine giden süreç alabildiğinde hızlanmıştır.

‎‎Atatürk'ü neden tanımadığımızı, amaçlarını ve onları amaç haline getirmesini sağlayan iç dinamiklerini, nasıl başarılı olduğunu vb.hiçbir şeyi neden bilmediğimizi de anlatıyor aslında. Onlarca yıldır uygulanan politikalar devrimleri önce zayıflatmak, sonra da bugün açıkça görüldüğü gibi yok etmek amacı güdüyordu. Siyasal islam'ı sinsice besleyip büyütenler elbette M. Kemal 'e direkt saldıramazdı. Yaptıkları şey onun açtığı yolu taşlarla kapatıp geriye dönmemizi sağlamaktı, mevcut durumda nispeten başarmış görünüyorlar. Bugün diledikleri gibi saldırabiliyorlar, hatta açıkça küfrediyorlar. M. Kemal'e saldırdıkça geriye gidiyor ve geldiğimiz hâli göremiyoruz. Görebilenlerimiz zaten her şeyin farkında olan ve tam olarak farkında değilse de tersliği sağduyusuyla hissedip karşı koyanlar.

‎Her şeye rağmen o kadar sağlam, o kadar güçlüymüş ki kendisi ve devrimleri, bunca sene boyu dört bir koldan saldırmalarına, devşirilmiş aydınlara ve etki ajanlarına karşın yıkılmamış. Yıkılmayacak da. Bizler varız,milyonlarız ve zaman geriye akmaz...

 
Yılmaz AYDEYER / MİHRALI BEY / diğer yazıları
•MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü ANLAMAK 10 00:00:00.11.2025
•Futbolun Mezar Taşında Orhangazi Yazıyor! 05 00:00:00.11.2025
•Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?” 29 00:00:00.10.2025
•Orhangazi’nin Sınavı. ‎Eğitim mi, Ezber mi? 22 00:00:00.10.2025
•DÜŞÜNÜR KOLEJİ GERÇEĞİ. . . 14 00:00:00.10.2025
•KİM BU OKUL MÜDÜRÜ? 08 00:00:00.10.2025
•Uyuşturucu ile çürütülen nesil. . 02 00:00:00.10.2025
•Çocuklar Tarikatlara Teslim Edilmez, Edilmemeli! 25 00:00:00.09.2025
•Orhangazi’de “Kırtasiye Parası” Oyunu 17 00:00:00.09.2025
•‎O günün öğrencileri açtı, üşüyordu 10 00:00:00.09.2025
•Orhangazi 2025-2026 Eğitim-Öğretimine Hazır mı(?) 03 00:00:00.09.2025
•DEFTER YERİNE SİLAH TUTAN ELLER.. . 29 00:00:00.08.2025
•OKULLARDA EK DERS YOLSUZLUKLARI 20 00:00:00.08.2025
•İmam Hatipler Neden Boş? 12 00:00:00.08.2025
•Muharrem Değirmen ve ÇPL 05 00:00:00.08.2025
•3.Göz Gazetesinin Orhangazi Eğitimine katkısı 29 00:00:00.07.2025
• “Fen Lisesi açtık” demekle olmuyor ‎ 24 00:00:00.07.2025
•ORHANGAZİ’DE LGS FİYASKOSU ve Orhangazi’de Eğitim Kıyımı 15 00:00:00.07.2025
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.