HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 05 KASIM 2025, ÇARŞAMBA

‎Üreticinin Alın Teri mi, Tablodaki Rakam mı?

05.11.2025 00:00
‎Orhangazi'de sabahın ayazında traktörün motoru çalışıyor. Güneş doğmadan tarlaya inen üretici, bir yandan traktörünün marşına basıyor, bir yandan içinden aynı soruyu tekrarlıyor:

‎"Bu yıl zeytin kaç para edecek?"

‎Yıl boyu bakım, sulama, budama, ilaçlama, toplama… Her biri ayrı bir masraf, ayrı bir umut. Çünkü bu topraklarda zeytin sadece bir ağaç değildir; dededen kalan bir miras, çocuklara bırakılacak bir onurdur.

‎Ama Marmarabirlik'in açıkladığı 2025–2026 kampanya fiyatları, o onurun karşılığını ne kadar yansıtıyor?

‎Kâğıt Üzerindeki Fiyat, Tarladaki Gerçeği Maalesef Tutmuyor

‎Marmarabirlik'in belirlediği fiyat aralığına göre, 18 dane zeytin kilogram başına 160 TL, 41 dane zeytin ise 55 TL. Yağlık zeytin 53 TL. Kâğıt üzerinde geniş bir aralık, ama tarlada o aralık üreticinin boğazında sıkı bir düğüm.

‎Çünkü artık hiçbir masraf eski masraf değil.

‎Mazot: Litre fiyatı 55 TL'ye dayandı.

‎İşçilik: Günlük yevmiyeler 1.500 TL ile 3.500 TL arasında değişiyor.

‎Gübre ve ilaç: Son iki yılda yüzde 150'ye yakın artış gösterdi.

‎Elektrik: Sulama yapan üreticinin faturası adeta ikinci bir vergiye dönüştü.

‎Bu tabloya bakınca, 55 TL taban fiyat üreticinin masrafını bile kurtarmıyor. Her bir kilo zeytin, çoğu üretici için zarar hanesine yazılıyor.

‎Üretici, Emek Veriyor; Ama Kazanan Başkası

‎Market raflarında zeytinyağının litresi 500 TL'yi geçiyor. Aynı ürünün hammaddesi olan zeytin ise 53 TL'ye alınıyor. Aradaki fark, üreticinin alın terinden çalınan paydır.

‎Kısacası üretici alın terini satıyor, ama kazanan zincirin başka halkaları oluyor.

‎Oysa kooperatif sistemi, üreticinin sırtını devlete ya da piyasaya yaslamadan dayanışma içinde ayakta kalmasını sağlamak için var. Bugün üretici Marmarabirlik'e baktığında bir ortak değil, bir alıcı görüyor.

‎Marmarabirlik seçimleri;

‎Yakın zamanda seçimler mevcut. Şimdiden çiftçi yeni fiyatlarla beraber gelen gideni arattı diyor. Hidamet Asa çok eleştirildi ama şimdi ahlar vahlar havada uçuşuyor. Gelelim seçime, şimdiden bir kaç aday mevcut. Ama hâlâ yeni bir soluk getirecek aday ortada yok. Yanlış anlaşılmasın !  Bahsettiğim aday uluslararası ilişkiler kurup çiftçiyi 3-5 adım öteye taşıyacak hem mektepli hemde tarlada izi olan birisi. Muhtarlık görevini bile yarı emlak üzerinden yapmak isteyenlerin bu kurumun başına gelmesi durumunda çok başarılı olacaklarını düşünmüyorum.

‎Kooperatifin Görevi Sadece Fiyat Açıklamak Değil

‎Marmarabirlik, sadece fiyat açıklayan bir kurum olmamalı. Asıl görevi üreticiyi piyasa dalgalarına karşı korumak, pazarın dilini üretici lehine çevirmek.

‎Dünyada örnekleri var: İtalya'da, İspanya'da kooperatifler üreticiden aldığı ürünü markalaştırıyor, ihraç ediyor, değerini katlıyor. Bizde ise kooperatifin açıkladığı fiyat çoğu zaman tüccarın fiyatına yön veriyor. İtalya kooperatifleri bu sene kaliteli zeytin alım fiyatını 9 euro (435 TL) olarak belirledi. İspanya'da ise fiyat yaklaşık 7 euro (340 TL) olarak belirlendi. Bizde ise bu fiyat 200 TL'yi geçmiyor maalesef. Hadi fiyatlar düşük ihracat yaparız demeliyken kooperatifler, buda mümkün olmuyor maalesef. İç pazarda vadeli verenden tutunda, ürünü için dolandırılabiliyor bile garip çiftçi.

‎Bir üretici için bu, hayati bir fark yaratıyor:

‎55 TL taban fiyat, o üreticinin çocuklarının okul masrafını, tarlasının bakımını, gelecek yılki üretimini belirliyor.

‎Zeytin Ağacı Direnir, Ama Üretici Ne Kadar Direnir?

‎Orhangazi'nin tepelerinde hâlâ dimdik duran asırlık ağaçlar, direncin simgesi. Ama artık üreticinin direnci o kadar güçlü değil.

‎Çünkü tarlada kazanç azaldıkça, genç kuşak toprağa sırtını dönüyor.

‎"Babam 40 yıl bu zeytinlikte çalıştı, ben şehirde asgari ücretle daha çok kazanıyorum" diyenlerin sayısı artıyor.

‎Bu sadece bir ekonomik sorun değil, bir kültürün sessiz çöküşüdür.

‎Bahaneler Değil, Çözüm Lazım

‎Her açıklamanın ardından yöneticiler "piyasa koşulları" diyor. Peki bu koşulları kim belirliyor?

‎Eğer piyasa üreticinin emeğini değersizleştiriyorsa, orada artık kooperatif değil, aracı sistem konuşuyordur.

‎Marmarabirlik üreticinin yanında olduğunu göstermek istiyorsa, şu adımlar atılmalı:

‎1. Maliyet bazlı fiyatlandırma sistemi geliştirilmeli.

‎2. Enerji ve girdi desteği için Tarım Bakanlığı'yla ortak fon kurulmalı.

‎3. Katma değerli ürün ve ihracat markalaşmasıyla zeytinin değeri artırılmalı.

‎4. Genç üreticiye teşvik verilmeli; aksi halde bu meslek yaşlanıyor.

‎Bu adımlar sadece üreticiyi değil, tüm Marmara Bölgesi'nin tarımsal geleceğini korur.

‎Zeytin dalı, tarih boyunca barışın sembolü oldu. Ama bu topraklarda artık üreticiyle sistem arasında bir barış kalmadı.

‎Bu yıl açıklanan fiyatlar bir kez daha gösterdi ki, üretici emeğinin karşılığını alamıyor.

‎Kooperatifin görevi sadece fiyat açıklamak değil, üreticinin umudunu da ayakta tutmaktır.

‎Eğer bu ses duyulmazsa, bir gün Orhangazi'nin yamaçlarında sessiz kalan zeytinlikler bize şunu hatırlatacak:

‎"Bir ağacın gölgesi kaybolduğunda, sadece ürün değil, bir kültür de yok olur." Uyarayım Zeytin Dalı Barıştırır Ama Bu Sefer Kırılmasın. . .

 
Emin ÇİFTÇİ / ANALİZ / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.