HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 28 KASIM 2025, CUMA

Çocuklar ölüyorsa hiçbir başarı anlamlı değildir

27.11.2025 00:00
2025 yılı, Türkiye'nin çocuklarını koruyamadığı bir yıl olarak hafızalara kazınıyor. Çocuk ölümleri, çocuk cinayetleri, çalışma hayatına mahkûm edilen MESEM öğrencileri ve aile içi umursamazlığın gölgesinde büyümeye zorlanan binlerce masum… Bu tablo yalnızca istatistiklerden ibaret değil; her biri bir çocuğun son nefesi, bir annenin ağıdı, bir toplumun geleceğinden eksilen parlak bir yıldızdır.

Türkiye'de bugün çocuklar ölüyorsa bunun nedeni kader değil, ihmal zincirinin halkalarıdır. Devletin, toplumun, kurumların ve ailelerin eksik bıraktığı her nokta, bir çocuğun hayatına mal olmaktadır.

2025 yılında yaşamını yitiren çocukların büyük kısmı, aslında basit bir tedbirle kurtulabilecek durumlarda hayatlarını kaybetti. "Kaza" diye geçiştirilen bu ölümler, kader olarak değil, kurumsal ihmalin doğrudan sonucu olarak karşımıza çıkıyor.

Mersin'de 3 kardeş, elektrik tesisatının yıllardır yenilenmediği bir gecekondu evde çıkan yangında dumandan zehirlenerek öldü. Evde ne bir duman sensörü vardı ne de aileyi uyandıracak en küçük güvenlik sistemi… O evde üç çocuk öldü ama o ölüm, aslında yıllardır bitirilmeyen denetimlerin toplamıydı.

Konya'da 5 yaşındaki bir çocuk sulama kanalına düşüp boğuldu. Kanal kenarında ne bariyer vardı ne çit. Yaz boyunca onlarca çocuğun girdiği bir bölge adeta kazaya davetiye çıkarıyordu. O çocuk ölünce herkes konuştu ama bariyer hâlâ yoktu.

İstanbul'da 11 yaşındaki bir çocuk balkondan düştü. Balkon demiri paslanmış, standart dışı, yıllar önce takılmış bir korkuluk… Site yönetimi şikâyetleri "bütçe yok" diyerek geçiştirdi. Bir çocuğun cansız bedeni yere düştüğünde ise bütçe bir anda bulundu.

Ordu'da okul servisinden inen küçük bir öğrenci, geri manevra yapan aracın altında kaldı. Servis güzergâhı ve iniş noktası defalarca şikâyet edilmişti ama kimse yol düzenlemesi yapmamıştı.

Bu örnekler, çocukların evde, sokakta, okulda, hatta devletin gözünün önünde bile güvende olmadığını gösteriyor.

2025 çocuk cinayetleri bakımından da karanlık bir yıl oldu. Ev, çocuğun en güvenli mekânı olması gerekirken, birçok vakada ölümün adresi hâline geldi.

Hatay'da 12 yaşındaki İrem, babasının evde açtığı ateşle hayatını kaybetti. Annesi de ağır yaralandı. Aylardır devam eden şiddet, komşuların şikâyeti, aile içi kavganın artmasına rağmen hiçbir koruma tedbiri uygulanmamıştı. O evde işleneceği belli olan cinayet, "aile meselesi" denilerek görmezden gelindi.

Edirne'de bir baba, psikolojik sorunları olduğu bilindiği hâlde 10 yaşındaki oğlunu boğarak öldürdü. Ailenin daha önce sosyal hizmetlere yaptığı başvuruların hiçbirine geri dönüş yapılmamıştı.

Ankara'da üvey anne tarafından sürekli darp edilen 7 yaşındaki çocuk, hastaneye getirildiğinde vücudu morluk içindeydi. Çocuğun ölüm dosyasında yer alan ifade, Türkiye'deki en acı cümlelerden biriydi: "Keşke beni daha erken sorsalardı."

İzmir'de 16 yaşındaki bir genç, sevgilisi tarafından sokak ortasında bıçaklanarak öldürüldü. Aile, çocuğun uzun süredir tehdit aldığını söylemişti ama kimse müdahale etmedi.

Bu cinayetler birer "bireysel öfke patlaması" değil; sistemin zamanında devreye girmediği, koruma mekanizmalarının çalışmadığı, en önemlisi de çocukların korunmaya değer görülmediği bir yapının sonucudur.

2025 yılı aynı zamanda MESEM sisteminin çocukları nasıl bir çalışma cehennemine sürüklediğini açıkça gösterdi. 14–18 yaş arasındaki çocuklar, "mesleki eğitim" adı altında ağır işlerde, kimi zaman yetişkin işçilerin bile girmeye çekindiği makinelerin arasında çalıştırıldı.

Manisa'da bir MESEM öğrencisi, tamirhanede patlayan lastiğin fırlamasıyla hayatını kaybetti. Çocuğun iş güvenliği eğitimi bile yoktu.

Bursa'da metal pres makinesine kolunu kaptıran 15 yaşındaki öğrencinin ölümünden sonra işyerinin aslında çocuk çalıştırmaya uygun olmadığı ortaya çıktı. Denetim yoktu, kontrol yoktu, sorumluluk yoktu.

Adana'da boyahanede çalışan bir MESEM öğrencisi, solvent kazanına düşerek öldü. Fabrika, defalarca kapatılması gerekirken hâlâ çalışıyordu.

Gaziantep'te bir öğrenci forklift altında kalarak can verdi. Forklifti süren kişi bile ehliyetsizdi. Çocuğun ölümünü "iş kazası" diye geçiştirdiler ama gerçekte o, göz göre göre gelen bir cinayetti.

MESEM bugün çocuk işçiliğinin resmileştirilmiş hâlidir. Eğitim sisteminin açığını kapatmak için çocukların canı kullanılıyor.

Türkiye'de çocuklar 2025'te daha fazla çalıştı. Tarlalarda, fırınlarda, pazar tezgâhlarında, sanayide, oto yıkamalarda… Bu çocuklar için "çalışmak zorunluluk", devlet için "görmezden gelinen bir gerçek", toplum için ise çoğu zaman "normal" bir görüntü hâline geldi.

Şanlıurfa'da tarlada çalışan 8 yaşındaki bir çocuk sıcak çarpması nedeniyle hayatını kaybetti. Aile, çaresizlikten çalıştırdığını söyledi.

Kayseri'de fırında çalışan 13 yaşındaki çocuk elektrik akımına kapılarak öldü. Fırın yıllardır denetlenmemişti.

İstanbul'da bakkalda çalışan 10 yaşındaki Suriyeli çocuk merdivenden düşerek hayatını kaybetti. Sigortası yoktu, kaydı yoktu, adı bile yoktu. Onun için yalnızca "çalışan çocuk" denildi.

Yoksulluk büyüdükçe çocuklar küçülüyor; çocuklar küçüldükçe acılar büyüyor.

Ölenler kadar hayatta kalanlar da ağır yaralı aslında. İstismara uğrayan, şiddet gören, kronik yoksulluk içinde büyüyen, çalışırken aşağılanan, okulda hor görülen çocuklar… Hepsi ruhlarında görünmez yaralar taşıyor.

Bir çocuğun dediği gibi:

 "Dayak izlerim geçiyor ama içimdeki izler geçmiyor."

Bu ülke bugün çocuklarına acı bir gelecek bırakıyor.

Sorun birey değil, sistem…

Bu tablonun failini tek bir kişide aramak boşuna. Çünkü sorun bireylerde değil; sorunu üreten sistemde.

Denetlenmeyen işyerlerinde,

Korunmayan ailelerde,

İhbarlara geri dönmeyen kurumlarda,

Sosyal hizmetlerin yetersizliğinde,

Evlerde kontrolsüzce bulunan silahlarda,

Çocukları okulla değil ekmek parasıyla sınayan ekonomik koşullarda

bu felaketin kaynağı gizli.

Çocukları korumayan bir sistem, aslında toplumun tamamını korumuyor demektir.

Türkiye, çocuklarını kaybeden bir ülke görüntüsünden kurtulmak zorunda. Bir ülkenin geleceğini ölçmek isterseniz çocuklarına nasıl davrandığına bakarsınız. Bu ülkede bugün ne yazık ki çocuklar ölürken biz susuyor, çocuklar çalışırken biz bakıyor, çocuklar istismar edilirken biz duymuyoruz.

Çocuklar ölmesin diye değil; çocuklar yaşasın diye bu düzen değişmelidir.

Çünkü çocuklar geleceğimiz değil; bugünümüzün en masum, en kırılgan, en korunması gereken varlıklarıdır. Onları koruyamayan hiçbir devlet, hiçbir toplum, hiçbir millet geleceğini koruyamaz.

Ve biz, 2025 Türkiye'sinde bu sınavdan sınıfta kaldık.

 
Muharrem DEĞİRMEN /GÖZLEM / diğer yazıları
•Çocuklar ölüyorsa hiçbir başarı anlamlı değildir 27 00:00:00.11.2025
•RUHSUZ KASABA ORHANGAZİ 19 00:00:00.11.2025
•Vefa Bitti, Gösteriş Kaldı! 11 00:00:00.11.2025
•ATATÜRK’E LAYIK OLABİLMEK! 10 00:00:00.11.2025
•Zeytin Dallarında Sessiz Bir Çöküş 05 00:00:00.11.2025
•Orhangazi’de Cumhuriyetin İlk Nefesi 29 00:00:00.10.2025
•29 Ekim Kutlamalarına BERNA İL mührü 29 00:00:00.10.2025
•Siyasetin Kör Noktasında ki ORHANGAZİ 22 00:00:00.10.2025
•Zeytin Para Edecek mi? Zeytinyağı Piyasasında Ne Olacak? 14 00:00:00.10.2025
•Bu torakların sesi BÜLENT BAKIŞ 12 00:00:00.10.2025
•HASTALARIN UMUDU, SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SABRI TÜKENİYOR 08 00:00:00.10.2025
•Orhangazi’nin Canına Okuyanlara Son Uyarı 02 00:00:00.10.2025
•Suskunluğunuzun arkasında korku mu var, çıkar hesapları mı? 27 00:00:00.09.2025
•Orhangazi’de Adaletin Yeni Rotası 25 00:00:00.09.2025
•Gaziler Gününü kutlamak “VEFA” ile başlar 18 00:00:00.09.2025
•Belirsizlik büyüdükçe kuşku haklılaşır! 17 00:00:00.09.2025
•MHP’li Bozoğlu’ndan Kaymakama İstiklal Marşı çıkışı 08 00:00:00.09.2025
•Orhangazi’nin gölü kendine küsmüşken 03 00:00:00.09.2025
•Hakikate Adanan Bir Ömür: 30 Ağustos’un Ruhuyla Haydar Baş’ın Vasiyeti 29 00:00:00.08.2025
•Orhangazi Kent Konseyi Ortak Akıl mı, Ortak Çıkar Kulübü mü? 20 00:00:00.08.2025
•ORHANGAZİMETRELİ ARKADAŞLAR… 18 00:00:00.08.2025
•Yurt Yerini kime neden sattın Bekir Aydın? 12 00:00:00.08.2025
•SİYASETİN UMUDU, HALKIN SESİ BERNA İL 05 00:00:00.08.2025
•Birinci Vazifen’ Bursa’da Birlik Ruhunun İmtihanı Kalem burada biter; meydan, umuda kalsın. 05 00:00:00.08.2025
•ORHANGAZİ’NİN PART TİME SİYASETÇİLERİ 29 00:00:00.07.2025
•Kırsalın Şehirleştirilmesi mi, Hafızasızlaştırılması mı? 15 00:00:00.07.2025
•ZALİMLERİN DEĞİŞMEYEN SOYU VE HÜSEYİNLERİN DİMDİK DURUŞU 05 00:00:00.07.2025
•Bir Selam Kadar Uzağımızda Ölüm Bizler hep birlikte İyiyiz 02 00:00:00.07.2025
•İKİ YÜZ KARASI AYNA: A HABER VE HALK TV 28 00:00:00.06.2025
•Fazıl Say ile "İznik Türküsü"nün Ardından 25 00:00:00.06.2025
•Ustadan Eser Kaldı, Senden Ne Kalacak? 18 00:00:00.06.2025
•Orhangazi Ziraat Şubesi’nde Ne Oluyor? 18 00:00:00.06.2025
•Partideki 'Biz'den Olmayanlar' Meselesi 18 00:00:00.06.2025
•Mahkumlar ve Yakınlarının Umutlarıyla Oynanan İnfaz Oyunu 11 00:00:00.06.2025
•İznik’ten Ankara’ya Giden Yol Kağan Mehmet Usta 29 00:00:00.05.2025
•“İstanbul’da Suç Olan, Orhangazi’de Neden Normalleştiriliyor?” 13 00:00:00.05.2025
•Hakikati Yazmanın Bedeli 05 00:00:00.05.2025
•Orhangazi’de Eski Mezar Taşlarının Sahipsizliği ve Korunma İhtiyacı: Tarih ve Kültürün Yok Olma Tehlikesi 28 00:00:00.04.2025
•Bursaspor’un Diriliş Öyküsü 16 00:00:00.04.2025
•Hakikat bayrağı düşmez Âşıklar ölmez 14 00:00:00.04.2025
•Cezaevlerinde Adalet Krizi ve Yaklaşan Tehlike 09 00:00:00.04.2025
•Siyaset Tartışıyor, Halk Geçim Derdiyle Boğuşuyor 26 00:00:00.03.2025
•Türkiye ve Orhangazi'de kadın cinayetleri 07 00:00:00.03.2025
•RAMAZANLAR DEĞİŞMEDİ, İNSANLAR DEĞİŞTİ 05 00:00:00.03.2025
•Orhangazi’de BESAŞ Fırtınası Ekmeğin ve Adaletin Hikâyesi 25 00:00:00.02.2025
•Adaletin Peşinde İki Farklı Perspektif 18 00:00:00.02.2025
•Cemal Öner: Orhangazi'nin Milli Görüş Davasına Adanmış İsmi 09 00:00:00.02.2025
•Araştırmacı Gazeteci İrfan Aydın ve 3. Göz Medya’nın Uyuşturucu ile Mücadelesi: Yargı Reformuna Yön Veren Rapor 03 00:00:00.02.2025
•Büyükbaş Hayvancılıkta Kriz: Her Kalemiyle Gerçekler Kurbanlık Büyükbaş Hayvanın Gerçek Bedeli 29 00:00:00.01.2025
•Neler bırakmadık ki 2024’te! 01 00:00:00.01.2025
•Hani otopark spor kulüplerine verilecekti? 25 00:00:00.12.2024
•Müslüman coğrafyasında "Müslüman" arar olduk..! 17 00:00:00.12.2024
•Çalışma hayatında öncü bir kadın ŞÜKRAN ÇOKLAR GÜNDÜZ 16 00:00:00.12.2024
•Özge Demir: Hak Mücadelesinin Güçlü Sesi 10 00:00:00.12.2024
•Orhangazi Tarımına Yön Veren Bir Lider: Dinçer Dimrit 06 00:00:00.12.2024
•PAŞAPINAR’A VE HİZMETE ADANMIŞ BİR HAYAT: CAVİT TAŞ 04 00:00:00.12.2024
•Eğitim, Sanayi ve Sosyal Kalkınmada Öncü Orhangazi TSO 03 00:00:00.12.2024
•Biri anlatsın Ne oluyor bu ülkede? 18 00:00:00.11.2024
•Topuklu Efe Çalışıyor, muhalifleri sahte hesaplarla uğraşıyor 06 00:00:00.11.2024
•BASKF için neden Çetin Yıldız ve ekibi? 31 00:00:00.10.2024
•OKURUMUZDAN MEKTUP VAR!!! 09 00:00:00.10.2024
•Rakı-Balıktan sporcu ile ilgilenmeye fırsat bulamayan Osman Kılıç 16 00:00:00.09.2024
•Sevdası TÜRKİYE olanların adresi 03 00:00:00.09.2024
•Bursa Gençlik ve Spor’da Gökay AZAK büyük bir şanstır 14 00:00:00.08.2024
•Gürle üzerine yazmak 20 00:00:00.07.2024
•Akçe, spor malzemeleri ve Cem Gençoğlu 29 00:00:00.06.2024
•Rakı-Balık Osman Kılıç!!! 24 00:00:00.06.2024
•Orhangazi’nin Sözde Abdulhamid Han Sevdalıları 15 00:00:00.06.2024
•Çetin Yıldız ve BASKF 07 00:00:00.06.2024
•Siyaset vefa ister, vefa başarıyı getirir 05 00:00:00.06.2024
•Kız Meslek dediler, Kimya Lisesi Projesi yaptılar 31 00:00:00.05.2024
•Orhangazi siyaseti sil baştan 23 00:00:00.05.2024
•Hatipoğlu’ndan açıklama var… 20 00:00:00.05.2024
•19 Mayıs öncesi gençlere yapılan kabul edilemez 18 00:00:00.05.2024
•YILDIZ PARLAMADI, BEYGİR ŞAHLANMADI, ŞİMDİ SIRA ARPA’DA! 12 00:00:00.05.2024
•MUHTARLIKLARDA NELER OLUYOR? 18 00:00:00.04.2024
•ORHANGAZİ’DE “GÜLÜMSEMEK” İSTİYOR 15 00:00:00.04.2024
•ORHANGAZİ'NİN BEKA SORUNU BAKİ BEKÂR 04 00:00:00.04.2024
•Seçimin 'etkisiz elemanları' DEVA, Saadet, DP ve Gelecek 04 00:00:00.04.2024
•NEREDEN NEREYE? 20 00:00:00.02.2024
•KALDI MI GİDERAYAK DEVREDİLMEYEN BİR ŞEY? 11 00:00:00.02.2024
•BÜYÜK ACININ 1. YILINDA BURSA VE DEPREM 06 00:00:00.02.2024
•1 NİSAN 2024 SABAHI 05 00:00:00.02.2024
•İRFAN AYDIN’DAN DOĞRU ZAMANDA DOĞRU BİR İZNİK PAYLAŞIMI 05 00:00:00.02.2024
•ANKETLER BİTTİ, TARTIŞMALARI BİTMİYOR 05 00:00:00.02.2024
•Evet, ATATÜRK Ne Güzel Bir Geceydi! 01 00:00:00.02.2024
•MADEM SEVDANIZ "ORHANGAZİ"!!! 24 00:00:00.01.2024
•GAZETECİLİK VEFADIR VEFA… 16 00:00:00.01.2024
•HATİPOĞLU DP’DEN ORTAK ADAY MI? 12 00:00:00.01.2024
•EMRAH KEÇİCİ BAŞARISI 12 00:00:00.01.2024
•Neler bırakmadık ki 2023’te! 03 00:00:00.01.2024
•KAYBEDİLEN 2019 SEÇİMLERİ ve BUGÜN!!! 27 00:00:00.12.2023
•KASABA BİZİM KASABA 27 00:00:00.12.2023
•ZAFER PARTİSİ’NDE YÜKSEL AKBAYRAK SÜPRİZİ 27 00:00:00.12.2023
•BÖLEN DEĞİL, BİRLEŞTİREN 27 00:00:00.12.2023
•AKAN SUDA İKİ KERE YIKANMAZ PAZARKÖY’ÜN GARİP SEÇİM HALLERİ 20 00:00:00.12.2023
•ÖZGÜR ÖZEL ve KILIÇDAROĞLU ARASINDA FARK YOK 20 00:00:00.12.2023
•Siyaset ve koltuk neler yaptırıyor insana! 05 00:00:00.12.2023
•“KADRO YÖNETİR BAŞKAN HESAP VERİR” 05 00:00:00.12.2023
•MEYDANIN ELİ TELEFONLU SİYASETÇİLERİ 15 00:00:00.11.2023
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.