Habertürk'teki uyuşturucu ve fuhuş iddiaları ünlü spikerlerine kadar uzandı

17.12.2025 00:00

İrfan AYDIN / HÜSEYNİ
huseyni1661 @ gmail.com

Habertürk'te patlak veren uyuşturucu ve fuhuş iddialarının, ekran yüzü olmuş ünlü spikerlere ve yöneticilere kadar uzanması, Türkiye'de medya ahlakı tartışmasını yeniden alevlendirmiştir. Mesele yalnızca bireysel sapkınlıklar değildir; bu tablo, uzun süredir çürüyen bir sistemin doğal sonucudur.

Hz. Ali'nin "En hızlı yükselen şey tüydür" sözü, bugün medya dünyasında yaşananları adeta özetlemektedir. Sorun yükselmek değil, nasıl ve neyin üzerine yükseldiğidir. Ayakları yere basmayan, emeğe ve meslek onuruna dayanmayan her yükseliş, ilk sarsıntıda yıkılmaya mahkûmdur. Medya sektöründe de yıllardır, yöneticilerin yatak odasının yolunu bilenlerin hızla parlatıldığına sıkça tanıklık edilmiştir.

Son günlerde Habertürk'te deşifre olan iddialar, bu çürümüşlüğün açık bir örneğidir. Halk arasında söylenen "Katranı kaynatsan olur mu şeker, cinsine çekermiş" sözü boşuna söylenmemiştir. Temeli bozuk olan bir yapı, ne kadar makyajlanırsa makyajlansın ayakta kalamaz.

Bugün kendilerini modern, çağdaş ve merkez medya olarak pazarlayan bu yapılar, aslında kökleri mütareke basınına uzanan bir zihniyetin güncel temsilcileridir. Dün İngiliz işgal kuvvetlerine methiyeler düzen, milli mücadeleye ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e saldırmayı marifet sayanların torunları; bugün iktidara yakın durarak geçmişlerini gizleyebileceklerini zannetmektedir. Oysa tarih, aslı neyse nesli de odur diye boşuna yazmamıştır.

Bu zihniyetin devamı olan isimlerin bugün grup seks, fuhuş, uyuşturucu partileri ve çalışma arkadaşlarını zorla bu ortamlara sürüklemek gibi ağır suçlamalarla anılması tesadüf değildir. Üstelik bu iddialar, sıradan bir mecra değil, merkez medyanın devlerinden biri olan Habertürk TV'de yöneticilik yapılırken gündeme gelmiştir.

Bir zamanlar namuslu gazetecilere operasyon çekilirken keyifle izleyenler, sıranın kendilerine hiç gelmeyeceğini sandılar. Meslek onurunu ayaklar altına alan bu küçük azınlık, yükselmeyi yöneticilerin yatak odasında ararken; işini namusuyla yapmak isteyen gazeteciler üzerinde baskı, mobbing ve dışlama düzeni kurmuştur.

Habertürk örneği tekil değildir. Kanal 7 başta olmak üzere, geçmişte farklı kanallarda da benzer olayların yaşandığı basın dünyasında çok iyi bilinmektedir. İslamcı söylemlerle reklam toplayan bazı yapıların, perde arkasında kadın çalışanlara yönelik oda baskınları ve tacizlerle anılması artık sır olmaktan çıkmıştır. Bu olaylar, yıllarca "kol kırılır yen içinde kalır" anlayışıyla örtbas edilmiştir.

Ana haber bültenlerinde saatlerce ahlak dersi verenlerin, uyuşturucu, fuhuş, şantaj ve tehdit iddialarıyla anılması ise bu çelişkinin en çarpıcı göstergesidir. Kadına yönelik şiddeti kınayanların, perde arkasında kadınları metalaştıran bir düzenin parçası olması, kamuoyunun gözünden artık kaçmamaktadır.

Merkez medyada kapılar, donanımı ve birikimiyle mesleğini hak eden gazetecilere kapatılırken; başka kriterlerle parlatılan isimlerin tercih edilmesinin nedeni bugün daha net anlaşılmaktadır. Habertürk ile başlayan bu deşifre sürecinin, diğer medya kuruluşlarına da sıçraması şaşırtıcı olmayacaktır.

Pandora'nın kutusu daha önce kırılmıştır. Sedat Peker'in ifşalarıyla başlayan süreç, medya dünyasına da uzanmaktadır. Gazetecilere yönelik yeni deşifre dalgalarının gelmesi kuvvetle muhtemeldir. "Namusunun maaşı kadar olduğu" söylenen gazeteciler için bu süreç, bir yüzleşme dönemidir.

Bu mesleğe 33 yılını vermiş bir gazeteci olarak söylenecek söz şudur: Mütareke dönemi bitmiştir. Büyük Taarruz kazanılmış, Türk ordusu İzmir'e girmiştir. Mütareke basını da artık tarihin çöplüğüne gitmektedir. Mevlana'nın dediği gibi, dün dünde kaldı; artık yeni şeyler söylemek gerekmektedir.

Gölgesinden korkanlar, gün yüzüne çıkmamalıdır.

İrfan Aydın/15 Aralık 2025