HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 19 KASIM 2025, ÇARŞAMBA

ORHANGAZİ’NİN GELECEĞİ İPOTEK ALTINDA

25.09.2025 00:00
Orhangazi, Bursa ve kamuoyunun 3. Göz Gazetesinden Genel Koordinatörümüz İrfan Aydın imzalı haber ve yayınlardan öğrendiği üzere, Yeniköy mevkiinde belediyeye ait olan ve ilçenin geleceği açısından stratejik öneme sahip araziler elden çıkarılmış, bu satış süreci ise kamu vicdanını yaralayan bir tabloyu ortaya koymuştur. Bahsi geçen 909 ada parsel ve 909 ada 24 parsel ile birlikte toplamda 100 dönümlük bu değerli alanın 11 milyon TL gibi düşük bir bedelle Mesçioğlu İnşaata devredilmesi ve ardından 141 milyon TL gibi olağanüstü bir rakama Menzil Tarikatı adına faaliyet gösteren Susar Gayrimenkule satılması, belediyenin halkın malını adeta yok pahasına elden çıkardığı izlenimini yaratmaktadır. Bu yalnızca bir ticari satış değildir; ilçenin sosyolojik, ekonomik ve siyasal geleceğini derinden etkileyecek bir dönüşümün başlangıcıdır.

Bu sürecin en çarpıcı boyutu, tarikatın bu arazilerle yetinmeyerek çevredeki parselleri de toplamış olmasıdır. Bugün gelinen noktada, Menzil Tarikatı'nın kontrol ettiği alanın 180 dönümü geçtiği konuşulmaktadır. Bu, Orhangazi'nin kısa süre içinde ikinci bir Menzil'e dönüşmesi anlamına gelir. Tarikatın böylesine geniş bir alanı yerleşim yeri olarak planladığı, bölgede yeni bir merkez kurma hazırlığında olduğu görülmektedir. İlçenin sosyolojik dokusu, kültürel dengesi ve toplumsal huzuru açısından bu gelişme ciddi bir kırılmaya işaret etmektedir. Bir başka deyişle mesele yalnızca arazi satışı değil, Orhangazi'nin kimliğinin değiştirilmesi ve geleceğinin ipotek altına alınmasıdır.

Ne yazık ki bu tablo karşısında Orhangazi siyasetinin suskunluğu ve yerel basının büyük bölümünün sessizliği en az satışın kendisi kadar kaygı vericidir. İlçenin geleceğini belirleyecek kadar önemli bir konuda siyasetçilerin sessiz kalması, toplumun çıkarlarını savunmak yerine belli grupların çıkarlarını korudukları izlenimini yaratmaktadır. Halkın malı elden çıkarılırken, siyasi iradenin ve temsilcilerin bu kadar duyarsız davranması kabul edilemez. Aynı şekilde basının büyük bir bölümü de üç maymunu oynayarak kamuoyunu bilgilendirme görevinden uzaklaşmış, adeta sessizlik duvarının bir parçası haline gelmiştir. Oysa gazetecilik, en zor koşullarda dahi kamu yararını savunma sorumluluğudur.

İşte tam bu noktada 3. Göz Gazetesi ve Genel Koordinatörümüz İrfan Aydın'ın tavrı farklı bir yerde durmaktadır. Kamu yararı adına belgeleriyle ortaya koyduğu haberler, kamuoyunun dikkatini çekmiş ve yaşanan bu hukuksuzluk tablosu yargıya taşınmıştır. İrfan Aydın'ın Orhangazi Cumhuriyet Başsavcılığına yaptığı suç duyurusu, sessizliğe karşı yükselen en net itirazdır. Bu adım, ilçede olup bitenlerin yalnızca bir ticari mesele olmadığını, aynı zamanda hukuk ve adalet boyutuyla da sorgulanması gerektiğini ortaya koymuştur. Bir gazetecinin kalemiyle başlayan bu süreç, aynı zamanda halkın iradesinin ve geleceğinin savunusudur.

Orhangazi halkı, bu gelişmeleri basit bir mülkiyet değişimi gibi görmemelidir. Çünkü burada söz konusu olan yalnızca belediyenin zarara uğratılması değil, aynı zamanda ilçenin kaderinin tarikatların gölgesine teslim edilmesidir. Bugün sessiz kalmak, yarın çocuklarımızın ve torunlarımızın yaşayacağı Orhangazi'nin kimliğinin değişmesini kabul etmek anlamına gelecektir. Bir kentin geleceğini birkaç kişinin çıkarına kurban etmek, hiçbir vicdanın kabul edemeyeceği bir ihanettir.

Bu noktada herkesin sorması gereken sorular vardır: Belediyeye ait araziler neden böylesine düşük bedellerle elden çıkarılmıştır? Bu satışlarda kimler sorumludur? Tarikatların bir ilçeyi adım adım ele geçirmesine göz yumanlar yarın hangi yüzle halkın karşısına çıkacaktır? Orhangazi halkı bu soruları sormaz, siyasiler bu hesapları vermezse, ilçenin geleceği çok daha büyük tehditlerle karşı karşıya kalacaktır.

Orhangazi'nin kaderi, sessizliğe mahkûm edilmeyecek kadar kıymetlidir. Bugün yapılması gereken, bu satışların ardındaki bütün ilişkileri ortaya çıkarmak, kamu zararını telafi etmek ve tarikatların yerel yönetimler üzerinden güç devşirmesinin önüne geçmektir. Çünkü bir ilçenin geleceğini korumak, sadece siyasilerin değil, halkın ve basının da görevidir.

Orhangazi'nin ikinci bir Menzil'e dönüşmesini istemiyorsak, bugün sesimizi yükseltmek, adalet talep etmek ve bu oyunu bozmak zorundayız. Bu mesele, yalnızca bir arazi satışının ötesinde, Orhangazi'nin kimliğini, kültürel dokusunu ve gelecek nesillerin özgür iradesini doğrudan ilgilendiren hayati bir meseledir. Bugün suskun kalanların, yarın ilçenin dönüşümüne ve değerlerinin erozyona uğramasına seyirci kalması, telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğuracaktır.

Orhangazi, tarih boyunca direnciyle, çalışkanlığıyla ve kimliğiyle ayakta kalmış bir ilçedir. Ancak bu değerler, sessizlikle ve kayıtsızlıkla elimizden kayıp gidebilir. Eğer halk, siyaset ve sivil toplum bugün ortak bir irade ortaya koymazsa, yarın çok daha güçlü ve köklü bir tarikat yapılanmasıyla karşı karşıya kalacağımız açıktır. Bu nedenle mesele yalnızca bugünü değil, yarını, çocuklarımızı, torunlarımızı ve onların yaşayacağı şehri ilgilendirmektedir.

Artık tercih bellidir: Ya sessiz kalınacak ve ilçemiz dışarıdan dayatılan bir yapılanmanın gölgesine bırakılacak ya da toplum olarak ayağa kalkıp "Bu toprakların sahibi biziz, geleceğimiz bizimdir" diye haykırılacaktır. Orhangazi'nin geleceği birkaç kişi ya da grubun çıkar hesaplarına kurban edilemez. Adaletin ve hukukun işlemesi için baskı kurmak, kamu zararının hesabını sormak ve ilçemizi geleceğe güvenle taşımak hepimizin boynunun borcudur.

Bu nedenle bu yazı yalnızca bir köşe yazısı değil; Orhangazi halkına, siyasetçisine, kurumlarına ve tüm kamuoyuna açık bir çağrıdır. Suskunluğu kırma, hakka sahip çıkma ve ilçenin geleceğini savunma çağrısıdır. Aksi halde yarın çok geç olacak, elimizde yalnızca pişmanlık ve kaybolmuş bir Orhangazi kalacaktır.

Enbiya BAKIR / 22 Eylül 2025

 
Enbiya Bakır / 'ZAFER' e Doğru / diğer yazıları
•Yerel Yönetimler ve Yönetim Kalitesinde Derin Açık 19 00:00:00.11.2025
•10 Kasım Bir Milletin Hafızasında Ölümsüzleşen Lider 10 00:00:00.11.2025
•TARIMDA AZALAN GENÇ NÜFUS: TOPRAĞIN GELECEĞİ TEHLİKEDE 05 00:00:00.11.2025
•Atatürk’ün Gençliğe Emanet Ettiği Sonsuz Işık 29 00:00:00.10.2025
•Kinin, İhmalin ve Sessizliğin Hikâyesinde Orhangazi 22 00:00:00.10.2025
•ORHANGAZİ’DE UMUT ARAYAN BİR NESİL 14 00:00:00.10.2025
•Yöneten Yok, Sorumlu Yok: Orhangazi Sahipsiz!.. 07 00:00:00.10.2025
•HANGİ TARIM POLİTKALARI? 02 00:00:00.10.2025
•ORHANGAZİ’NİN GELECEĞİ İPOTEK ALTINDA 25 00:00:00.09.2025
•Orhangazi’nin Kurtuluşunda Tarih, Vefa ve Eksiklikler 17 00:00:00.09.2025
•Refik Atay ve Derviş Tarakçıoğlu 10 00:00:00.09.2025
•Gençlik Umudun ve Çıkmazların Kesişiminde 03 00:00:00.09.2025
•Bir Milletin Varoluş Destanı 30 Ağustos 29 00:00:00.08.2025
•Depreme Hazırlıksız Orhangazi 20 00:00:00.08.2025
•Yeniköy Sahası Çürürken Kim Seyirci, Kim Sorumlu? 12 00:00:00.08.2025
•Bursa Mitinginde Milli Duruşun Fotoğrafı 05 00:00:00.08.2025
•Orman Yangınları ve Sınıfta Kalan Orman Bakanı 29 00:00:00.07.2025
•Bekir Aydın! Hani sporcunun dostu idin? 24 00:00:00.07.2025
•GENÇLERİN SESSİZ ÇIĞLIĞI: ORHANGAZİ’DE SOSYAL YAŞAM NEREDE? 15 00:00:00.07.2025
•Kerbela ve Hz. Hüseyin’den Öğrendiğim İlk Hakikat 05 00:00:00.07.2025
•GÖZÜMÜZÜN ÖNÜNDE UNUTULAN BİR TARİH ILIPINAR HÖYÜĞÜ 02 00:00:00.07.2025
•Yaşamın Kökü mü, Kârın Dibi mi? 25 00:00:00.06.2025
•Yönetilemeyen İlçe Orhangazi 18 00:00:00.06.2025
•Çocukların Gözlerinde Saklı Bir Milletin Hikayesi 11 00:00:00.06.2025
•Bir Otelin Sessiz İhaneti 29 00:00:00.05.2025
•Bir Milletin Dirilişi ve Gençliğe Emanet Edilen Bir Cumhuriyet 18 00:00:00.05.2025
•Ekümeniklik İddiası ve Lozan Antlaşması 13 00:00:00.05.2025
•Bu Bir Gözdağı mı, Yoksa Sessiz Bir Keşif mi? 05 00:00:00.05.2025
•Milli Egemenlik, Göç Politikaları ve Tehdit Altındaki Türkiye 22 00:00:00.04.2025
•Şehitlerimizi Unutmak İhanettir, Anmak ise Vefa Borcudur! 16 00:00:00.04.2025
•Prof. Dr. Haydar Baş’ı Vefatının 5. Yılında Rahmetle Anıyoruz 14 00:00:00.04.2025
•Adaletin Peşinde: Tarihten Günümüze Adalet Mücadelesi 09 00:00:00.04.2025
•Orhangazi'nin Lojistik ve Depolama Potansiyeli: Değerlendirilmeyi Bekleyen Bir Fırsat 26 00:00:00.03.2025
•Çanakkale’de Kanla Yazılan Destan ve Orhangazi’nin Kahraman Evlatları 16 00:00:00.03.2025
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.