HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 19 KASIM 2025, ÇARŞAMBA

Yeniköy Sahası Çürürken Kim Seyirci, Kim Sorumlu?

12.08.2025 00:00
Orhangazi'nin Yeniköy'ünde bir futbol sahası var; yıllardır sessiz… Fileleri rüzgârla, çizgileri yağmurla konuşuyor. Çimlerin yerini yabani ot almış, kale direkleri gençlerin hayallerine değil, pasın rengine boyanmış. Tribünler sessiz, soyunma odaları kilitli, kapılar paslı… Burası bir zamanlar köyün gururu, gençlerin enerjisini sahaya taşıdığı bir alan iken, bugün kaderine terk edilmiş, yavaş yavaş çürüyen bir milli servet.

Bir saha, sadece spor yapılan bir alan değildir. Orası, köyün buluşma noktasıdır. Düğün sonrası top koşturulan, bayramlarda turnuvalar düzenlenen, gençlerin hayallerine koştuğu, çocukların idollerini taklit ettiği yerdir. Şimdi ise her şeyin yerinde ağır bir sessizlik var. Ve bu sessizliğin sebebi sadece ilgisizlik değil; aynı zamanda **önceliklerin yanlış belirlenmesi**.

Bekir Aydın'a Açık Soru?...

Büyükköy'ün muhtarı Bekir Aydın'a buradan açıkça soruyorum:

"Bu milli servetin çürümesine daha ne kadar seyirci kalacaksınız?"

Belediye Başkanlığı makamı, sadece evrak imzalamak değil; Tüm İlçenin  hafızasını, hakkını, geleceğini korumaktır. Bir saha kaderine terk ediliyorsa, bu yalnızca belediyenin değil, vicdan olarak insanlığınızın!!!  sorumluluğudur.

Gençler "Biz nerede oynayacağız?" diye sorarken siz kaç kez belediyenin kapısını aşındırdınız? Kaç kez Gençlik ve Spor İl/İlçe Müdürlüğü'ne gidip projeler sundunuz? Bursa Büyükşehir Belediyesi'ne bu konuyu meclis gündemine taşımak için kaç resmi girişimde bulundunuz?

Eğer bunları yaptıysanız, neden kamuoyuyla paylaşmadınız?

Yapmadıysanız, bu sessizliğin sebebi nedir?

Spor Alanlarının Önemi…

Unutmayın, sahalar sadece spor değil, toplumsal huzur için de gereklidir. Boş vakti, doğru yönlendirilmemiş gençliğin nasıl risklere açık hale geldiğini görmek için uzağa bakmaya gerek yok. Bugün bu sahada top koşturan çocuklar, yarın ilçenin spor kulüplerinde forma giyebilir, milli takıma yükselebilir. Ama sahalar kapalı kalırsa, bu ihtimal daha başlamadan biter.

Spor, gençlerin hem bedenini hem de karakterini güçlendirir. Saha, adalet duygusunu öğretir; çünkü orada gol atmak için kurallara uymanız gerekir. Takım ruhunu öğretir; çünkü orada tek başına kazanamazsınız. Yenilgiyi de, galibiyeti de olgunlukla karşılamayı öğretir. İşte bu yüzden bir sahanın çürümesi, aslında bir neslin elinden bu fırsatların alınması demektir.

 "Kaynak Yok" Masalı…

Yerel yöneticilerin sıkça kullandığı "Kaynak yok" bahanesi, çoğu zaman sadece iş yapmamanın kılıfıdır. Kaynak var, ama doğru öncelik yok. Yeniköy sahası için yapılacak en temel işler büyük bütçeler gerektirmez:

* Tel-çit onarımı ve kale direklerinin yenilenmesi

* Kısmi çimlendirme ve sulama hattının yenilenmesi

* Portatif soyunma odası ve tuvaletlerin kurulması

Bunlar için milyonlarca lira değil, doğru planlama ve birkaç sponsor desteği yeterlidir. Mahalle esnafı, yerel iş insanları, hatta köyde yetişmiş hayırseverler bile bu işe gönüllü olabilir. Yeter ki irade olsun.

90 Günlük Yol Haritası…

*İlk 15 gün:** Sahanın teknik incelemesi, eksiklerin listelenmesi, maliyet çıkarılması

*16–45 gün:** Çitlerin onarımı, zemin düzeltme, kısmi çim serimi

*46–75 gün:** Portatif soyunma odası ve tuvalet kurulumu, drenaj sistemi düzenlemesi

*76–90 gün:** Aydınlatma sistemi kurulumu, saha açılış töreni ve ilk maçın oynanması

Bu takvim, yapılmak istenirse üç ayda sahayı yeniden hayata döndürür. Hem de şeffaf bir şekilde, mahalle halkının gözü önünde.

Bu mesele yalnızca belediyenin veya bir kurumun değil; hepimizin sorumluluğudur. Çünkü sahalar, sadece spor alanı değil, mahalle kültürünün de merkezidir. Bugün Yeniköy'de bir saha ayağa kaldırılırsa, bu yalnızca sporun değil, adalet ve eşitlik duygusunun da kazanımı olur. "Merkeze yatırım var, kenara yok" algısı kırılır.

Bir çocuk o sahada topa vurduğunda, "Beni ciddiye alıyorlar" hissini yaşar. Bu, hiçbir bütçe kaleminde yazmaz ama toplumun hafızasında manşet olur.

Sayın Bekir Aydın; sahaya sahip çıkmak, sadece spor alanı kurtarmak değildir. Bu, gençliğe, mahalleye, geleceğe sahip çıkmaktır. Ya bu sahayı hep birlikte ayağa kaldıracağız ya da birlikte çürümeye seyirci kalacağız.

Ben kendi adıma kararımı verdim: Sahanın yanındayım.

Peki, siz neredesiniz?

 
Enbiya Bakır / 'ZAFER' e Doğru / diğer yazıları
•Yerel Yönetimler ve Yönetim Kalitesinde Derin Açık 19 00:00:00.11.2025
•10 Kasım Bir Milletin Hafızasında Ölümsüzleşen Lider 10 00:00:00.11.2025
•TARIMDA AZALAN GENÇ NÜFUS: TOPRAĞIN GELECEĞİ TEHLİKEDE 05 00:00:00.11.2025
•Atatürk’ün Gençliğe Emanet Ettiği Sonsuz Işık 29 00:00:00.10.2025
•Kinin, İhmalin ve Sessizliğin Hikâyesinde Orhangazi 22 00:00:00.10.2025
•ORHANGAZİ’DE UMUT ARAYAN BİR NESİL 14 00:00:00.10.2025
•Yöneten Yok, Sorumlu Yok: Orhangazi Sahipsiz!.. 07 00:00:00.10.2025
•HANGİ TARIM POLİTKALARI? 02 00:00:00.10.2025
•ORHANGAZİ’NİN GELECEĞİ İPOTEK ALTINDA 25 00:00:00.09.2025
•Orhangazi’nin Kurtuluşunda Tarih, Vefa ve Eksiklikler 17 00:00:00.09.2025
•Refik Atay ve Derviş Tarakçıoğlu 10 00:00:00.09.2025
•Gençlik Umudun ve Çıkmazların Kesişiminde 03 00:00:00.09.2025
•Bir Milletin Varoluş Destanı 30 Ağustos 29 00:00:00.08.2025
•Depreme Hazırlıksız Orhangazi 20 00:00:00.08.2025
•Yeniköy Sahası Çürürken Kim Seyirci, Kim Sorumlu? 12 00:00:00.08.2025
•Bursa Mitinginde Milli Duruşun Fotoğrafı 05 00:00:00.08.2025
•Orman Yangınları ve Sınıfta Kalan Orman Bakanı 29 00:00:00.07.2025
•Bekir Aydın! Hani sporcunun dostu idin? 24 00:00:00.07.2025
•GENÇLERİN SESSİZ ÇIĞLIĞI: ORHANGAZİ’DE SOSYAL YAŞAM NEREDE? 15 00:00:00.07.2025
•Kerbela ve Hz. Hüseyin’den Öğrendiğim İlk Hakikat 05 00:00:00.07.2025
•GÖZÜMÜZÜN ÖNÜNDE UNUTULAN BİR TARİH ILIPINAR HÖYÜĞÜ 02 00:00:00.07.2025
•Yaşamın Kökü mü, Kârın Dibi mi? 25 00:00:00.06.2025
•Yönetilemeyen İlçe Orhangazi 18 00:00:00.06.2025
•Çocukların Gözlerinde Saklı Bir Milletin Hikayesi 11 00:00:00.06.2025
•Bir Otelin Sessiz İhaneti 29 00:00:00.05.2025
•Bir Milletin Dirilişi ve Gençliğe Emanet Edilen Bir Cumhuriyet 18 00:00:00.05.2025
•Ekümeniklik İddiası ve Lozan Antlaşması 13 00:00:00.05.2025
•Bu Bir Gözdağı mı, Yoksa Sessiz Bir Keşif mi? 05 00:00:00.05.2025
•Milli Egemenlik, Göç Politikaları ve Tehdit Altındaki Türkiye 22 00:00:00.04.2025
•Şehitlerimizi Unutmak İhanettir, Anmak ise Vefa Borcudur! 16 00:00:00.04.2025
•Prof. Dr. Haydar Baş’ı Vefatının 5. Yılında Rahmetle Anıyoruz 14 00:00:00.04.2025
•Adaletin Peşinde: Tarihten Günümüze Adalet Mücadelesi 09 00:00:00.04.2025
•Orhangazi'nin Lojistik ve Depolama Potansiyeli: Değerlendirilmeyi Bekleyen Bir Fırsat 26 00:00:00.03.2025
•Çanakkale’de Kanla Yazılan Destan ve Orhangazi’nin Kahraman Evlatları 16 00:00:00.03.2025
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.