HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 25 KASIM 2025, SALI

Ümit Özdağ operasyonunun perde arkası

29.01.2025 00:00
Ümit Özdağ, Cumhurbaşkanı'na hakaret suçlamasıyla gözaltına alındı. Savcılık 2020'den 2024'e kadar 11 tane tweet tespit ederek halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek maddesiyle dosya kapsamını genişletti. Kayseri'de yaşanan olayların da Ümit Özdağ'ın paylaşımlarının tetiklediği yönünde iddianame hazırlanmış. Madem öyle, neden ilk gözaltı kararı Cumhurbaşkanı'na hakaret maddesiyle yapılıyor. Bu maddeyle yapılmış gözaltı kararı, kimin yararına kimin zararına olur ?Cumhurbaşkanı'na hakaret suçu ile mahkemeye sevk edilen kaç kişi tutuklanmıştır? Bu madde duyurularak yapılan tutuklama kararını sayın Cumhurbaşkanı'mızın onayladığını hiç sanmıyorum.

Çünkü bu, onun imajına zarar veren bir karardır. Zaten fikir özgürlüğünün yoğun bir şekilde tartışıldığı bu ortamda bu maddeyle yapılan gözaltı kararı Ümit Özdağ'ın lehine mi yoksa aleyhine mi olur? Bunu çok iyi tahlil etmek gerekir. Bu maddelerle içeride çok fazla tutulamayacağını zâten herkes biliyor. Peki çıktığında Ümit Özdağ'ın siyasi gücü mü zayıflar yoksa şişirilmiş bir kahramana mı dönüşür? Burada dikkat çekici noktalardan biri; önce Cumhurbaşkanı'na hakaret maddesiyle gözaltı, akabinde dosya genişletilerek gelen tutuklama kararı. İnsanların bilinçaltına Cumhurbaşkanı'na hakaret ettiği için tutuklandığı şeklinde kazınacaktır. Muhalefet kanadının erken seçim baskısı ve talebinin yoğun olarak arttığı ve Cumhur İttifakı'nın bile bu talebe ters gelmeyecek açıklamaları göz önüne alındığı zaman 2025-2026 yıllarında olabilecek bir erken seçim arefesinde Ekrem İmamoğlu'nun adaylığının kesinleştiği bu günlerde yine bir el, ülke siyasetini yönlendirmeye çalışıyor. Ümit Özdağ'ın tutuklanma kararı, bu önemli gelişmelerin ortasında yaşanmıştır. Mevzu Kayseri olayları ise bu tweetler neden şimdi işleme alındı. Yapılması gereken olay sonrası bu gözaltını gerçekleştirip suçu tespit halinde ceza verip konuyu kapatmaktır. Kadim Türk devlet aklı bunu gerektirir. Olay sonrası işlem yapılmadıysa bu bahsi geçen 11 tweet dosyalanıp "Zamanı geldiğinde kullanırız." mantığı ile rafa mı kaldırıldı? Rafa kaldıranlar kimlerdi? Milletimiz üzerinde asırlardır oynanan oyun ve yapılan planların merkezinde Türk izlerini silme projesi vardır. Bu proje Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün girişimleriyle nispeten durdurulmuşsa da vefatı sonrası yaşanan siyasi ve toplumsal gelişmeler dikkate alındığında millete rağmen alınan kararlar sanki millet iradesiyle alınmış gibi dikta edilmiştir. Siyasi gelişmeleri değerlendirirken ülkemiz ve milletimiz üzerindeki bu karanlık ellerin varlığını göz ardı etmemeliyiz. Ümit Özdağ'ın tweet tiyatrosunu bu kapsamda bir kez daha gözden geçirmekte fayda vardır.



Peki Ümit Özdağ'ın şu an tutuklanma sebebi nedir? Apo'nun çıkartılma ihtimalinin olduğu, heyetlerin İmralı'ya gidip gidip geldiği, DEM Parti'nin bütün partilerle tek tek görüşüp bilgi paylaştığı ve hatta ismi bile koyulmuş olan "toplumsal barış affı" nın ulusal kanallarda bu kadar yoğun konuşulurken, bütün meclis bu fikir altında birleşip ortaklık yaparken İYİ Parti'nin bunu reddetmesi, toplumda beklenen karşı koyma hissini yaratamamıştır. İYİ Parti'nin gücü buna yetmemiştir. Peki bu yüzden miydi Ümit Özdağ operasyonu? Suni bir lider yaratma çabası mı yoksa suni bir gündem yaratma çabası mıydı?



Ümit Özdağ'ın tutuklanmasının Öcalan ile başka bir bağı olabilir mi? Yapılan görüşmeler esnasında bu olay, devletten samimiyet göstergesi olarak talep edilmiş bir şey olabilir mi bilmiyoruz. Tek bildiğimiz; hukuk sistemimizin düzgün ve olması gerektiği gibi çalışmadığı, milletimizin üstünde olan kirli ve karanlık ellerin varlığı, yapılamayan samimi ve dürüst kamuoyu açıklamaları ve hiçbir konuda tam şeffaflık sağlanamaması sebebiyle kafamızdaki soru işaretlerinin hiçbir zaman yok olmayacağıdır. Lâkin şu da net bir şekilde bilinmelidir ki ne dünya Türksüz ne de Türk vatansız olur. Ne olursa olsun milletimiz için en güzeli ve hayırlısı olsun. Atam Oğuz Kağan'ın dediği gibi Gökkubbe çadırım, güneş bayrağımdır. 23.01.2025 Vural IŞIK



Mail adresi: milligokkubbe@gmail.com
Vural IŞIK / GÖKKUBBE / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.