HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 31 EKİM 2025, CUMA

Bursa’da köyün tamamı ayağa kalktı! Katliam istemiyorlar…

06.09.2023 09:56
Bursa’da köyün tamamı ayağa kalktı! Katliam istemiyorlar…
Bursa’da köyün tamamı ayağa kalktı! Katliam istemiyorlar…
Bursa'nın Orhaneli ilçesine bağlı Firoz köyünün yakınlarına yapılmak istenen mermer ocağına karşı köy sakinleri eylem yaptı. Köylüler, doğanın bozulmasını istemediklerini dile getirdi.

Bursa'nın Orhaneli ilçesi bağlı Firoz köyüne 300 metre kala bir firma tarafından mermer ocağı yapılacağını duyan köylüler eylem yaparak bu karardan dönülmesini istedi. 24,35 hektarlık alanda mermer ocağı faaliyetlerinin yürütülmesi için izin alan madencilik firmasına köylüler ve Doğayı ve Çevreyi Koruma Derneği (DOĞADER) tarafından dava açıldı.

Firoz köyünde yapılan basın açıklamasında konuşan DOĞADER'den Murat Demir, "Bugün burada köyümüzü tehdit eden mermer ocağının yapılmasını engellemek için toplandık. DOĞADER olarak Firoz köyü sakinlerine desteğe geldik. Daha önceden de yapmış olduğumuz konuşmalarda da ifade ettiğimiz gibi buraya maden ocağı yapılırsa burada bulunan yeşil alan yok olacak" dedi.

"Maden ocağı buraya yapılırsa buradaki patlamalardan, çalışmalardan, kamyonetlerin gidişlerinden Firoz köyü tozun, toprağın, pisliğin içinde kalacak" diyen Demir, "Firoz köyü sakinlerine soruyoruz 'sizler bu madeni istiyor musunuz' onlarda istemiyoruz diyorlar. Keles aksının hemen hemen her tarafı köstebek yuvası gibi maden ve mermer ocakları tarafından talan edildi. Bir cep telefonu ile haritalardan baktığınız zaman buraya beyaz bir şekilde görüyorsunuz. Her taraf delik deşik, burası Bursa'nın su havzasıdır. Hemen alt tarafımızdan akan Kocasu çayı ilerleyen zamanlarda Bursa'nın su ihtiyacını karşılayacak Çınarcık Barajı'nın en önemli su kaynaklarından bir tanesidir. Buradaki bütün moloz, hafriyat Kocasu çayına dökülecektir. Biz burada bu faaliyetin yapılmasını istemediğimiz için köy halkı ile birlikte dava açtık. Yetkililere sesleniyoruz, dava sonuçlanana kadar burada madencilik faaliyetlerinin yapılmamasını istiyoruz" ifadelerini kullandı.

Madencilik firmasının 24.35 hektarlık alan için ruhsat başvurusunda bulunduğunu belirten Demir, "Neden 24.35? Çünkü 25 hektarlık alan başvurusunda bulunursa Çevre Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporuna tabi tutulacağı için. ÇED raporu alacağı için 24.35 hektarlık alan başvurusunda bulunmuşlar. Yetkililere sesleniyoruz lütfen buradaki faaliyeti çevre etki değerlendirme raporuna tabi tutsunlar, şart koysunlar. Burada bu faaliyet çevreye zarar verecektir" diye konuştu.

Firoz köyünde büyüyen Avukat Elif Aslan, "Bu köy Bursa'nın değil, Türkiye'nin nadide köylerindendir. Bu köyde hiçbir yerde yapılmayan sosyo-kültürel aktiviteler devam ediyor. Bu köyde bayramlarda, düğünlerde herkes geleneklerine sahip çıkıyor. Yüzyıllardır bu geleneklere sahip çıkılmasının bir nedeni varsa oda bu topraklara gelen temiz sudur. Bunun için burada başta İstanbul, Bursa Baroları olmak üzere, Türkiye Barolar birliğine sesleniyorum, Ha burada yangın çıkmış topraklar çöl olmuş, ha birileri para kazanacak diye köy yok edilmiş hiçbir farkı yok. Biz burada göğsümüz dik bir şekilde duruyoruz. Biz bu mermer ocağını yaptırmayız. Birileri para kazanacak diye benim babaannemin, dedemin, ninelerimin toprakları kirletilmeyecek, bu köy yüzyıllardır nasıl geliyorsa gelişerek, büyüyerek aynı şekilde devam edecek. Sen nerede mermerini yapıyorsan yap ama bizim köyümüzü yok edemeyeceksin" dedi.

Bir köy sakini, "Ben 77 yaşındayım. Bu köye 12 yaşımda geldim, o günden beri bu köydeyimdir. Bu köyde büyüdük yetiştik, şuanda yine buradayız. Hemen 50 metre ileride benim arılarım var, burada mermer ocağı başlarda benim arılarım tozdan, dumandan etkilenecekler. Bizim burada arıcılık yapabilmemiz için doğanın bozulmasını istemiyoruz" şeklinde konuştu.

Diğer köylüler de arıcılık, tarım, ve hayvancılık yaptıkları köylerinin kirletilmemesi için mermer ocağını istemediklerini dile getirdiler.

 
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.