HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 03 KASIM 2025, PAZARTESİ

Buğdayın hikâyesini bilir misiniz?

06.09.2023 09:55
Buğdayın hikâyesini bilir misiniz?
Buğdayın hikâyesini bilir misiniz?
Hz. Adem'den (a.s) günümüze insanoğlunun temel gıdası olduğunu biliyordum ama hikayesini bilmiyordum. 

Hikayesini de Anadolu'nun büyük evliyalarından olan Taptuk Emre'den (Allah ondan razı olsun) öğrendim.  Bakın Hazret, buğdayı nasıl anlatıyor:

"Buğday, Adem'i, yani adam olmayı temsil eder. Bir şeyin bitmesi için, ekilmesi icap eder. Yani her şey bir tohumdan meydana gelir. Tohum bu, kimi iter, kimi biter. 

Buğdayın bizatihi kendisi tohumdur. Çünkü o ilk var olan mevcudattan, şu alem içinde insan olmaya en yakın olandan.

Ekini biç, harmanı kaldır, kağnıya yükle. Sür değirmene un ele…

Al tezgaha hamuru yoğur… Ateşi yak, yufkayı aç, ocağa ver; ekmek eyle…

Buğdayın ekmek olması için şu yürüdüğü yola, geçtiği badirelere bak hele…

Var mı öyle değirmen taşında ezilmeden, elden ele yoğrulmadan, ateşlerde yanmadan oluvermek!

Kolay mı öyle bir anda adam olmak?

Rabbin "Kûn" (ol) dediği yerde mesele noktalanmıştır.

'Kûn', 'nokta'. Ve Olur!

Erenler derler ki, buğdayın sırrı, karnındadır. Bir şeyin neslinin devamı için bir erkeğe, bir de dişiye ihtiyaç vardır. 

Böl şu buğday tanesini ikiye; bir yanı Adem, bir yanı Havva. Vahdettir bu Elif'in sırrı. Elif gibi deriz ya; hem arı, hem duru, hem bir.

Adem ile Havva bir buğday tanesinin iki yarısıdır. Nefsi temsil eden Hz Adem'den sonra ve Hz. Adem'in nefsinden yaratıldı. 

İşte o Havva, yani dişi, Adem'e ayna olmuş ve Adem de o aynada kendini görüp nefsinin güzelliğine hayran olmuştur. 

O kadar ki; nefsinin güzelliği Rabbinin emrini, yani kendi hakikatini unutmasına sebep oldu. Nefsine tabi olunca da cennetten uzağa düştü. Âdemin cenneti kendi hakikatiydi.

Buğday ekmek olur, nefsi doyurur. Nefsin arzularının remzidir (işaretidir) buğday. Senin hakikatin nedir, kimdir?"

Ekini ve nesli yok etmek

Bakara Suresi'ninim 204 ve 205. Ayetleri şöyle: "İnsanlardan kimi de vardır ki, dünya hayatı hakkındaki sözü, seni imrendirir ve o, kalbindekine Allah'ı şahit tutar. Oysa o, İslam düşmanlarının en azılısıdır.

İş başına geçtiğinde yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, ekini ve nesli yok etmek için didinir. Allah da bozgunculuğu sevmez."

Yani buğday (gıda) sadece madde olarak değil mana olarak da stratejik bir nimet. 

Madde boyutuna geçelim

Büyük insan Atatürk; 'Kılıç ve saban, bu iki fatihten birincisi, ikincisine daima mağlup olmuştur. Çünkü kılıç tutan el zamanla güçsüzleşir, saban tutan el ise güçlenir' sözüyle milli tarımın, üretimin önemine vurgu yaptığı gibi sahada gereğini de yapmıştır.

Merhum Prof. Dr. Haydar Baş hocamızda, 'silahsız savaşabilirsiniz ama buğdaysız (aç) savaşamazsınız' diyerek konunun hayatiyetini dile getirirken BTP Lideri Hüseyin Baş, 1. Dünya savaşında açlıktan şehit olan dedelerimize dikkate çekerek AKP hükümetlerine, 'yola, köprüye verdiğiniz geçiş garantiyi neden buğdaya, arpaya yani tarım kesimine vermiyorsunuz' mealinde çıkışıyla ülkemizin tarımda da batının pazarı haline getirildiğine dikkat çekiyordu.

AKP'nin tarım siyaseti

Rakamlar bile AKP'nin tarımı yok ettiğini itiraf ederken AKP hükümetleri, 'tarımda da şaha kalktık' diyor.

Sadece 2021 yılında çiftçilere 24 milyar TL destekleme ödemesi yaparken gıda ürünleri ve tarımsal hammaddelerin ithalatına ise bunun tam 9 katı 218 milyar TL ödedi.

Dünyanın en çok tarım ihracatı yapan ikinci ülkesi olan Hollanda'nın tarım yaptığı alandan 3 kat daha fazla tarım arazisi AKP döneminde tarım dışı kaldı. 

Bugün 'ata tohumu' şovları yapanlar, bu ülkede yerli tohumu yasakladı ve İsrail tohumunu bu topraklara attırdı.

Fazla uzatmaya da gerek yok! Bu ülke buğday, saman, pamuk, et, tereyağı, sıvı yağ, peynir, mercimek hatta patates ithal ediyor hale gelmişse ortada bilinçli bir muhtaçlık siyaseti vardır.

Bugün buğday ithal eden hükümetimiz, Rus ve Ukrayna tahılını dünyaya pazarlama görevini üstlenmiş vaziyette.

Rusya buğday üretiminde dünyada 3. Ukrayna 8. Türkiye ise 11. sırada. Buğday ithalatında ise Türkiye dünyada üçüncü sırada.

'Efendim, ithal buğday ile un ve türevlerini üretip, ihraç ediyoruz' diyorlar.

Kendi topraklarında üret. Efendim, dışarıda daha ucuz. Neden? Maliyetler yüzünden.

İşte kopma noktası, burası. Ekonomi yönetimi kötü olunca, yerli kaynaklar devre dışı bırakılınca, yabancı sermaye hayranlığı ve de borçlanma devam ettiği müddetçe toprağımız tarım dışı, insanımız işsiz, çiftçimiz borçlu, gıdalarımız ise neidüğü belirsiz olmaya devam edecektir. 

AKP sebep, tarımda da dışa bağımlılık sonuçtur. Bu sonucu değiştirecek tek parti Milli Ekonomi Modeli'ni parti programı yapan Bağımsız Türkiye Partisidir. 

Akın Aydın/akinaydin @ yenimesaj.com.tr



 
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.