HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 25 KASIM 2025, SALI

TÜRKİYE'DE EĞİTİM VE SAHTE DİPLOMA MESELESİ

20.08.2025 00:00
Sovyet Bilimler akademisi ayarında kaç tane kurum var Türkiye'de çok merak ediyorum.

İcat ve buluş odaklı bir bilimsel kurum Tübitak'ı biliyorum ancak Bilimsel çalışmalara şirk diyerek durduran liyakatsiz kişilerin varlığı aşikardır.

Özellikle Sanal ortamda herkes prof olmuş, Türkiye'de yaşanan skandal da kimlerin ihmali var? Kimlerin hatası var araştırılması yapılacak mı?

Malesef son ortaya çıkan skandal ile ülkenin kurumlarının içine düştüğü durum vahim seviyelerde olduğunu görmüş olduk.

Ekranlarda Sahte doktor, Avukat, Savcı, Polis vs gördük. Olayın vahameti nerelere dayanıyor bilmiyoruz. Sosyal medyada diplomalarını silen silene, çevremizde dahi gözlemlemekteyim.

AKADEMİK LİYAKAT YERLERDE

Gelelim Akademik münevverlere; Okul okumadan akademik ünvan gerçekten önemli buluş yapan kişilere fahri doktora verilir, Bazı üniversiteler nezdinde onun içinde pek çok işler başarmış olmanız gerekmektedir.

Katıldıkları program ve seminer panel gibi etkinliklerde hiç bir ünvanı olmadığı halde kendilerine prof, Uzman vs gibi ünvanları layık görenlerin para ile kitap bastırmaktan başka ne becerileri var?

İnternette sanal akademiler kuran Saka İskitler üzerinden pirim kasmaya uğraşan ve gerçekten dipnotu, kaynakçası ile farkını ortaya koyan gerçek araştırmacıları sanal ortamda itibar suikastı yapmaya çalışan Bu zavallı eski imamhatipli şimdi sözde şaman olmuş maskesi düşmüştür.

Sadece bu kişi değil,  Yabancı ülkelerde yaşayıp, Avrupalı Alevi Türkmen kardeşlerimizin oyunu Akp'ye kanalize etme vazifesi gören provakatörleri ibretle izlemekteyiz. Daha Türkçe yazmaktan aciz, bu Avrupa hayranı sözde akademisyenler tarihe hizmet edeceğim diye daha çok zarar veren kişilerdir. Türkiye'de para aktardıkları yerli troller ile epey zamandır algı operasyonu yaptılar. Ancak maskeleri düştü. İngiltere'de ve çeşitli yerlerde organize olan bu kişiler Türkiye Cumhuriyeti devletini ve kurucularını hedef aldılar.

Arşivlerde yıllarca çalışmalar yapan arşiv tozları yüzünden sağlığından olan gerçek araştırmacı, akademisyenler saç baş yolar iken, Devlet arşivlerinde köşeleri tutan Süleymancılar bu sözde akademisyenlere belgeleri tercüme edip vermektedir.

Liyakatin yerlerde süründüğü Üniversitelerde öğrencilerinin çevirdiği Osmanlı Türkçesi metinleri kendi kitabı gibi basan Proflara şahit olduk. Öğrencilerin derslerini kendi çevirisi gibi kitaplaştıran bu ilahiyatçılar ve diğer üniversitelerdenki akademisyenlerin bir soruşturmaya tabi tutulmaları elzemdir.

Fetö sonrasında kenar köşede kalan sempatizanları fırsat kollamaktadır.

Bizim yazılarımızdan rahatsız olanlar ise kendi adları geçmemesine rağmen paçaları tutuşmuş gibi kendilerini aklama gayretlerine düştü.

Kimisi ise yaptıkları takiyeler ortaya çıkacak diye göz dağı verme gayretine düştüler, 2025 yılı nisan ayında Bursa Adliyesi'nde hakim karşısına çıktık. Sosyal medyada Atatürk'e alenen hakaret ettirme gayretleri güden Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı kişi ile adaletin huzurunda hesaplaştık. Tarihi eser kaçakçılığından davası görülen bu şahıs, izinsiz para toplamadan para cezası almış, kuyruk acısı ile ne yaptığını bilmeyen bir zavallıdır.

Süleymancıların yedi kıta dergisinde yazılar yazdırılan bu ve benzerleri parlatma gayesi sonucu üniversitelerde dahi liyakatsiz akademisyen ile doldu.

Sahte diploma ile vakıf kuran ve sözde çalışmalar yapan Arkeolog, Etnolog,Halk bilimci diye saya saya bitmeyen bir liste oluşur, ancak köşe yazısına sığmaz.

Ayrıca üniversitelerde yaşanan taciz olaylarına başka bir yazıda mutlaka değineceğiz.

İğrenç duyumlar almaktayız.

Hatta artık Skeçlere bile konu olan bu olay kabak tadı vermeye başladı. Güldür güldür programında işlenen dekan ve kadrolaşma konusunu Türkiye izledi.

En son olarak Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin için söylenir oldu. Muhalefet bu konuyu bile gelişi güzel işledi. Sansasyonel bir eylem görülmedi. Bir CHP'nin mitingi ile iş bitmiyor, Nerede diğerleri? Neden sesleri çıkmıyor?



BURSA'DA VE ORHANGAZİ'DE SAHTE DİPLOMALILAR

Bursa'da ve Orhangazi'de çevremizde gözlemlediğimiz ilginç hadiseler yaşanıyor, durup dururken birde diploma ve biyografilerini silen kişileri ibretle görmekteyiz. Ankara, Eskişehir, İstanbul, İzmir gibi yerlerden alınan diplomalar bir gecede ortadan kalkmaktadır.

Liyakatsizlikleri ortaya çıkan bu sahtekarlar halen aramızda gezmeye devam ediyor.

Bir gecede doktor olup, Siyaset bilimci kesilen zat şimdi nerde? Sahi Bir teneke zeytine diploma alan zatlar neredeler?

Halen internette Reklamı yapılan sahte diploma üzerine kim gidicek merak ediyorum.

Ülkemizde yaşanan skandallar başka ülkede yaşanda heryer karışırdı. Ufacık zam için Avrupa'da ortalık ayağa kalkıyor,

Nerde o 68 kuşağı? Nerde o 6. Filoyu kovan ruh? Nerde o eski milliyetçiler?

Eskilerin Muhafazakarı bile milliydi.

Refah partili amcamız bile Kuranı kerimi Türkçe oku, ne okuduğunu bil derdi. Şimdi ise aman Türkçe okuma ateist olursun diyorlar...

Velhasılı kelam Eğitim, Yargı,Hukuk Sağlık kurumlarının içine düştüğü bu iğrenç durum bir an önce düzelmesi dileğiyle..

Hatfanız Güzel Hızır Nebi ve Ricaül Gayb erenleri yoldaşınız olsun.

 
İlhan ERDEM / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.