HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 05 KASIM 2025, ÇARŞAMBA

ORHANGAZİ'NİN KARASESLERİ

05.08.2025 00:00
Orhangazi iyice çobansız köye dönmeye başladı. "Çobansız köy bulmuşlar, değneksiz geziyorlar" Tabiri tam bunlara gocuk gibi uyuyor.

Gazete basın yayın organlarında dahi görebileceğiniz gerici hareketler olmaya başlandı. Toplumu kanalize etmeye çalışan toplum mühendislik projeleri sergilenmeye başlayalı çok zaman oldu.

Mahalle baskısı uygulamaları ile mevcut gücü elinden kaçırmak istemeyenler türlü taktiklere başvuruyor, Sosyal medyayı alet ederek algı peşinde koşan bu zavallılara duruşumuz ile engel olduk. Olmaya da devam edeceğiz.

BESLEME BASIN VE ORHANGAZİ

Belediye de hısım akrabaları çalışan gazeteciler, ballı reklamları alan gazeteler belli isim vermeye gerek yok. Kalemini satan namusunu satar. Yazdığım hiç bir yazıdan ücret almadım. Talepte etmedim. Gerek vatandaşın şikayeti, gerekse kendi düşüncelerimi kaleme aldım.

Yazdığım yazıyı yayınlamaya korkanlar gazeteciyim diye gezmesinler. Gelene ağam, gidene paşam diyen kişiler ile işim olmadı.

Toplumu kutuplaştıran yayın kanallarına taşeronluk yapan besleme basın kendini faş etti.

Orhangazi asli unsurları ile birlikte Kuvayı Milliye ruhunun yaşadığı bir ilçedir.

Bugün basında bile Keşke Yunan Galip gelseydi diyen tipler ile iş yapan besleme basın var. Geçtiğimiz günlerde Sözde Atatürkçülerin Menzil paylaşımlarını bütün İlçe izledi, Okudu, Gördü.

Ne diyelim Allah akıl fikir versin.

YANLIŞ ATA OYNAYANLAR DA BUGÜN

Uzun vadeli hesapların yapıldığı şu günlerde Orhangazi'de yanlış ata oynayanlar hiç azımsanmayacak kadar çokmuş, piyonlar sahada Yezit ile oturup Ali ile yas tutanlar meydan sizin.

Elma Kurdu,Toprak kurdu,

Bin yıllık Türk Yurdu

ANKARA'DA RÜZGAR TERS ESİYOR!!!

Bülbülüm altın kafeste Türküsü çalıyor radyo da, sırada Ankaralı Namık;

Şşşşşşş

Uyuma dayı paranı çaIarIar.

Çakı,çakmak,

Ayna,tarak,

EI feneri,beI kemeri,

BebeIere baIon,

Leğenci geIdi hanım.



Atım kara..

Hüüüüüü,pursssss



Pardon siyah,

Hatta simsiyah yeni boyattım.



Ben kara amman amman,

Aman viIayetim koçIar,

Ankara vay vay,hopaaa



Dayı,sizin orada bi ufağa ne yazıyorIar dayı?



Ankara bizim,

La bize her yer Ankara.



EyIemez de vay koçum,

TopIayın da göçüp gidek,

PavyonIarIara koç,ahaaa.



Ona öyIe demezIer,

Peynir ekmek yemezIer,

AIkışIamayan öğrenciIeri,

BağIamacıIar sevmezIer.



EIIeri havaya kaIdırıyoruz,

Birbirine çarpıyoruz.

Napıyormuşuz?

Anamızı cep teIefonundan arıyormuşuz.



Atım düIdüI,

İuuuuu,harrrrç,harrrç,oooooo



Ben redkit amman amman.

Pampam rack you rack you.

İii youuu



Arkamızdan kovaIıyor,

DaItonIar vay vay hopaa.



Dayı,kon ekmeğe masrafınan oIur mu dayı?



Uykuyu da unuttuk amman amman.

Gözünün çapağını siI gözünün çapağını.



Mekanımız oIdu koçum,

PavyonIar vay vay hopaa.



Misafir oI geI bana,

Turşu kuruyom sana,

Param puIum yok yavrum,

Yazdıracaz bakkaIa.

Sakız da çaIarız.



Ohooooo

Hahaha,dur yavaş.

Neyse,hadi topIayın gidiyoz.

Orhangazi'de Rüzgar Ankara'dan esiyor, benden demesi, Sonra deh deh düldül şarkısı çalarsa şaşırmayın. Hesabınızı kitabınızı iyi yapın. Rahmetli Demirel'in sözü ile yazımı noktalıyorum.

"24 saat siyasette çok uzun bir süredir." Süleyman Demirel

 
İlhan ERDEM / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.