HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 06 KASIM 2025, PERŞEMBE

ÜLKEMİZDE SON YAŞANANLARA DAİR

29.07.2025 00:00
Ülkemizin dört bir yanı yangınlarla, sellerle, depremlerle, yoksullukla, çaresizlikle kavrulurken hâlâ sahnelerde eğlence, konser, festival koşturmacası peşindeyiz. Ben diyorum ki; hem halk olarak hem sanatçılar olarak hem de devlet olarak bütün konser ve eğlenceleri geçici bir süreliğine askıya almak şart olmuştur.

Çünkü eğer birilerinin acısını dindiremiyorsak, en azından onların feryatları yükselirken zevk uykusuna dalmayalım. Biri yanarken diğeri gülüyorsa bu toplumun vicdan terazisi bozulmuş demektir.

Kim Kemer Sıkmalı?


Diyorlar ki: "Herkes kemer sıksın, tasarruf etsin." Peki 15 bin TL emekli maaşı alan yaşlı mı kemer sıksın, yoksa 150 bin TL maaş alıp devlette en lüks sofralara oturan mı?

Doğrusu belli: Bu ülkede kemeri sıkması gereken 15 bin TL ile geçinmeye çalışan gariban emekli değil, aldığı maaşı har vurup harman savuran, üstüne bir de halkı tasarrufa çağıranlardır.

Ama cahiller her zaman güçlüden değil zayıftan kısar, çünkü en kolay budur. Sonuç ortada: Aç kalan yine aç, doyurulan yine aynı sofralar. Rabbim bu millete şuur ihsan eylesin.


Alimler Fetva Verirse


Bir bilgenin dediği gibi: "Bir ülkede alimler hükümetin yanlışlarını örtmek için fetva verirse bilin ki orada kıyamet kopmuştur."

Ne acıdır ki bugün nice kürsüler, nice makamlardan doğruları haykırması gerekenler tam tersine yanlışı makulleştirmekle meşgul.

Toplumun direncini diri tutması gereken kalemler, ağızlar sustuğunda geriye sadece sefalet, çürüme ve sessizlik kalır.


Kasaplarla Koyunlar


Bir başka veciz söz: "Kasapların tartıştığı bir yerde koyunların taraf olması koyunların kaderini değiştirmiyor."

Bugün de öyle. Halk birbirini yerken, gerçek fail perde arkasında elini ovuşturuyor. Olan yine saf olana, temiz kalana oluyor.

Bu ülkede saf koyun olmaktansa uyanık koyun olmak bile başlı başına bir meziyet haline geldi.


Adalet Bitince


"Bir ülkede Kadı'yı satın aldığın gün o ülkede her şey bitmiştir."

Adaletin terazisi şaştığında, hak yerini bulmadığında, mazlumun hakkı güçlüden geri alınamadığında o ülkenin geleceği ipotek altına girmiştir demektir.

Hakimlerin bağımsızlığı, savcıların tarafsızlığı, mahkemelerin namusu bir toplumun onurudur. Bu onur kaybolursa geriye sadece güçlülerin sofrasından dökülen kırıntılar kalır.


Doğu Türkistan, Kudüs, Gazze


Bugün biri soruyor: "Doğu Türkistan, Filistin/Gazze kimindir?"

Cevabımız nettir: "Doğu Türkistan da bizimdir, Filistin/Gazze de bizimdir. Lakin özgür değildir."

Bu topraklar Hz. Ömer'in fethettiği, Selahattin Eyyubi'nin Haçlı'nın elinden aldığı, Yavuz Sultan Selim Han'ın hizmetkârlığıyla onur duyduğu mübarek beldelerdir.

Bize düşen, bu kutsal mirası savunmak, unutmamak, unutturmamaktır. Ebed bizimdir, çünkü İslam yurdudur. Kıyamete dek İslam yurdu kalacaktır.


Batı'nın İki Yüzü


Nurettin Topçu'nun Batı toplumu için kullandığı tarif, bugünü anlatıyor: "Avrupalı insan ya zorbadır ya esir."

Bugün Batı dediğimiz medeniyetin zulme rıza göstererek nasıl zorbalığa dönüştüğünü, Siyonizm'e göbekten bağlı kalarak nasıl esir olduğunu görüyoruz.

Victor Hugo'nun yıllar önce söylediği şu söz ise hâlâ günceldir: "Paris'te bir adam öldürülse bu cinayettir. Doğuda elli bin insan boğazlanırsa bu sadece bir meseledir."

Batı'nın tek dişi kalmış medeniyetinin gerçek yüzü budur. Bugün de aynıdır: Onlar için Doğu'nun kanı sadece "bir mesele"dir.


Son Söz


Yangınlar içinde bir ülke…

Yoksulluk, adaletsizlik, zulüm, suskunluk içinde bir toplum…

Ve hâlâ zevkin, şatafatın, israfın peşinde koşan bir azınlık…


Belki de bu yüzden tek duamız şudur:

Rabbim bu millete şuur, adalet ve merhamet ihsan eylesin.


Değerli Muharrem Değirmen Kardeşim,

Kadriye Teyzemizin vefatını derin bir üzüntüyle öğrendim. Bu acı haber, sadece sizin değil, hepimizin yüreğine bir ateş gibi düştü. Çünkü Kadriye Teyzemiz, güler yüzüyle, güzel duasıyla, temiz kalbiyle her zaman etrafına umut ve huzur veren bir anneydi. Rabbim sizlere sabır, metanet, dayanma gücü versin.

Birlikte çıkmayı planladığımız umre yolculuğu hepimiz için ayrı bir heyecandı. Kafile başkanı olarak Kadriye Teyzemizi kutsal topraklara, sevgili Peygamberimizin huzuruna, Mekke'ye Medine'ye götürmek nasip olacaktı. Her şeyimiz hazırdı. Dualar edildi, niyetler tutuldu, kalpler yola düzüldü. Ama olmadı… Rabbim O'nu bizden daha çok sevdi, dünyadan alıp en güzel mekâna, cennetine aldı.

İnanıyoruz ki Kadriye Teyzemiz, umre niyetiyle ahirete göçtü. O artık Peygamber Efendimize, Hz. Fatıma Annemize, Hz. Hatice Annemize komşu oldu. Gidemediği Kâbe'nin, uğruna gözyaşı döktüğü Ravza'nın, duasını dilediği Mescid-i Nebevi'nin gölgesinde Rabbimizin rahmetine kavuştu. Bizimle gitmedi belki ama duası, kalbi, niyetiyle o kutlu yolculuğun en güzel kapısından geçti.

Geride bıraktığı güzel hatıralar, hayır dualar, temiz bir isim var. Sizler de onun bu dünyada emanet bıraktığı en kıymetli değerlersiniz. Rabbim mekânını cennet, makamını âli eylesin. Ardında kalan herkese sabır, sağlıklı ömür ve güçlü bir yürek nasip etsin.

Başınız sağ olsun Muharrem Kardeşim. Dualarımız sizinle, Kadriye Teyzemizle…

Rabbim gani gani rahmet eylesin.

 
Cemil ÖNER / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.