HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 29 EKİM 2025, ÇARŞAMBA

15 Temmuz darbe girişiminin 8. yıl dönümü

Emniyet ve askeriye başta olmak üzere birçok kurumuna sızan Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ)'nün, Türkiye'de gerçekleştirmek istedikleri darbe girişiminin üzerinden 8 yıl geçerken, örgüt mensuplarının yargılanmasına devam ediliyor
15.07.2024 12:55
15 Temmuz darbe girişiminin 8. yıl dönümü
15 Temmuz darbe girişiminin 8. yıl dönümü
Türkiye'de ki demokratik yönetimi yok etmeyi hedefleyen Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) üniforma, kamuflaj giymiş teröristlerinin Türkiye Cumhuriyeti ve mevcut olan seçilmiş hükümete karşı silahları vatandaşlara doğrultarak hedefledikleri darbe girişiminin üzerinden 8 yıl geçti. Askeriye ve emniyet öncelikli olarak birçok kuruma sızarak gerçek hedeflerini 15 Temmuz 2016'da açığa çıkaran ve 251 kişiyi şehit eden FETÖ'nün kanlı darbe girişimi, Türkiye'nin dört bir tarafında demokrasiye sahip çıkmak adına meydanları dolduran vatandaşların direnciyle önü kesildi.

Olay akşamı vatandaşlar sokaklarda yaşanan askeri hareketliliği anlamaya çalışırken dönemin Başbakanı Binali Yıldırım, saat 23.00'de televizyon programına bağlanarak, bir kalkışma ihtimali üzerinde durduklarını aktardı. Yıldırım, "Bu kanunsuz eylemin içerisinde olanlar en ağır şekilde bedelini ödeyecekler" diye konuştu.

2016 yılının 16 Temmuz günü saat 03.00'te yapmayı planladıkları darbe girişimini Genelkurmay'daki hareketliliği görerek 15 Temmuz'a çeken FETÖ'nün teröristlerinin ülkeye yaşattığı en kanlı gecenin merkezi Ankara oldu. Kahramankazan'da bulunan Akıncı Üssü'nden yönetilen darbe girişiminde, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ın da aralarında bulunduğu birçok üst rütbeli komutan darbeci teröristler tarafından alıkonuldu.

Tankların sokaklara çıktığı hain kanlı gecede, FETÖ mensupları pilotların kullandığı savaş uçakları TBMM, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ve Emniyet bombalanarak etkisiz hale getirilmeye çalışıldı.

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin içerisine sızmış FETÖ mensubu ve bu örgütü destekleyen 8 binin üzerinde askeri personel, 35 uçak, 37 helikopter, 74'ü tank 246 zırhlı araç ve 4 bine yakın hafif silahın kullanıldığı darbe girişimi, Türkiye Cumhuriyeti tarihine kara bir leke olarak yer aldı.

Ankara'nın göbeğinde bu olaylar yaşanırken FETÖ mensubu darbecilerin kullandığı F-16 uçağı, saat 23'de Gölbaşı'nda bulunan Emniyet Genel Müdürlüğü Havacılık Daire Başkanlığına bombaladı.

Olayda 7 vatandaşımız şehit olurken, 5 kişide yaralandı. Ertesi gün 16 Temmuz'un ilk saatlerinde yine Gölbaşı'ndaki Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekat Başkanlığı da bombalandı, 44 polis şehit oldu, 36 kişi de yaralandı. Ayrıca darbeci pilotların kullandığı helikopterler Yenimahalle'de bulunan MİT yerleşkesini de ateş altına aldı.

Dönemin Başbakanı Binali Yıldırım, 16 Temmuz'da saat 12.57'de Çankaya Köşkü'nde yaptığı açıklamayla hain darbe girişiminin bastırıldığını duyurdu.

Darbe teşebbüsüne karşı Türk milletince gösterilen direniş ve kararlı duruş, "demokrasinin zaferi, milletin büyük destanı" olarak tarihteki yerini aldı.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.