HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 30 EKİM 2025, PERŞEMBE

Gazetecilik suç değildir

30.01.2025 11:33
Gazetecilik suç değildir
Gazetecilik suç değildir
Korkaklar her gün, cesurlar bir gün ölürler. Kim ne yaparsa yapsın, bu ülkenin cesur kalemleri susmayacaktır.

Gazetecilik suç değildir. Ne mahpusta, ne kahpe kurşunlarla bizleri yıldıramayacaklar. Hele hele Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün vatanını en çok seven kişi, görevini en iyi yapan kişidir sözünü şiar edinerek canı pahasına vazifesini yerine getirmeye çalışan vatanperver gazetecileri susturmaya kimsenin gücü yetmeyecektir.

İzmir'i işgal eden Yunan birliklerine ilk kurşunu sıkmasını da biliriz, yolsuzluk düzenlerini kalem ile yıkmasını da biliriz. Ülkemizde terör sevicileri, danışman, bilirkişi yalanlarıyla maaşlara bağlanıp uzman diye topluma lanse edilirlerken, gerçek vatanperver gazeteciler de terörist, marjinal gibi safsata ithamlarla tutuklanıyorsa bu ülkemizin tam da Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün gençliğe hitabesinde uyardığı döneme doğru eğrildiğini gösterir. Mahpusta gazetecilere yapılan operasyonları siyasi şov amaçlı kendini tutuklatan sözüm ona Hint kurnazlarıyla karıştırılmaması gerekir.

Her zaman söylüyorum basın görevini %10 yapsa sorunlar %90 çözülür. Fırsat varken bizler de görevlerimizi layıkıyla yapmadık, yapmıyoruz. Sonrasında iş işten geçtikten sonra ah vah ediyoruz.

Şahsen bizim üzerimize oynanan oyunları, kurulan kumpasları, gönderilen tetikçileri, hukuksuz operasyonları vs. yeterince kamuoyu ile paylaşmamış olmanın hata olduğunu şimdi daha da iyi anlıyorum. Biraz da bize yapılanlara karşı namuslu bildiğimiz meslektaşlarımızın sessizliğine kırıldık.

Oysa ki buna da hakkımız yoktu. Yılmadan, yorulmadan mücadele sözü verdiğimize göre yapılan zulmü yine bizim anlatmamız gerekiyormuş. Bugün bile bu yazıyı Mabushaneden yazıyorum.

Bugün bile bu yazıyı Mabushaneden yazıyorsam bir şeylerin yanlış gittiğini kabul etmek gerekir. Hayatım boyunca en nefret ettiğim kelime bahane kelimesi olmuştur. Hayatımda bahanelere yer vermem.

Lakin biz de etten, kemikten ve duygulardan ibaret bir varlığız. Biraz küstüğümüz de olmuyor değil. Fakat şimdi titreyip kendimize gelme zamanıdır.

Hesap sorma, hesaplaşma zamanıdır. Saçlarının malum çevrelerin troll ekipleri arasında yapmış olan namus fukaraları bu ülkede azman gazeteci olarak tanıtılırken Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Murat Ağırel, Timur Soykan gibi meslek onurunu her şeyin üzerinde tutan gerçek gazeteciler her gün tutuklanma gölgesinde mesleklerini icra ediyorlar. Bu ülkedeki gazetecilerin %5'i namuslu olsaydı basına ve de gerçek basın mensuplarına karşı bu kadar pervasız saldırılar olmazdı.

Şu da bir hakikat ki herkes sussa biz susmayacağız. Dün olduğu gibi bugün de yarın da yine haklı olanın cesur sesi olmaya devam edeceğiz. Yılmadan, yorulmadan ve de bahane üretmeden kadim bilgiler ışığında mücadeleye devam edeceğiz.

Zamanın sahibi de bir, mekanın sahibi de bir. Bize düşen görev zamanın ve mekanın sahibine teslim olmaktır. Ben de onu yapmaya çalışıyorum.

Mahpustan da bile 40 yıldır aradığımı bulup emanetini teslim etmeye çalışıyorum. Çünkü kadim bilgiyle biliyorum ki geliyor gelmekte olan. Yıkılmış harabeyi kaldıracak güçlü bir el sahibinin milleti diriltme hareketinde hizmetkar olmak ne büyük şeref olur.

Düşünsenize bundan 105 yıl önce savaş meydanında Atatürk'e doğru ilerleyen bir kurşunun önüne atılarak ülkenin kurucu ve kurtarıcısının görevini tamamlamasında bir pay sahibi olmuşsunuz ve de ne adınız biliniyor ne de mezarınız. Sizin kaybettiğiniz bir şey olmaz. Çünkü zamanın ve mekanın sahibi sizi kutlu listeye yazmıştır.

İşte tam da bunun gibi herkes komutan olmayacak. Kimi de isimsiz asker olacaktır. Lakin ülke en nihayet hak ettiği güzel günlere kavuşacaktır.

Gölgesinden korkanlar gün yüzüne çıkmasınlar.

30.01.2025 Hüseyin İrfan Aydın Gemlik Açık Cezaevi

 
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.